Ulusalcılık Geçici Bir Dalga mı?
2007’de yaşanan Cumhuriyet Mitingleri ulusalcı dalga olarak adlandırılan toplumsal hareketin zirve noktasıydı. Mitinglerin büyük kitleselliğine rağmen amacına ulaşamaması ve hatta 2007 seçimlerinden sonra sürecin AKP’nin zaferiyle sonuçlanması ulusalcı hareket için bir kırılma noktası oldu.
2007’den itibaren ulusalcı dalgada bir geri çekiliş yaşanmaktadır. Özellikle Ergenekon tertibi ulusalcı saflardaki dağılma ve yenilgi havasını daha da ağırlaştırmaktadır.
Fethullah Gülen’in “ulusalcı dalgayı aşacağız” öngörüsü gerçekleşti mi?
Ulusalcılık geçici bir toplumsal tepki miydi?
Bazı Kürt-İslamcı yazarların iddiasına göre ulusalcılık derin devletin kurgusu muydu?
Ergenekon operasyonuyla birlikte ulusalcılığın da bitmesini mi beklemeliyiz?
Ulusalcılığın Türk toplumu içinde kalıcı bir tabanı var mı?
Yoksa gevşek bir reaksiyon cephesi mi?
Sistemin Yeni Öcüsü: Ulusalcılık
Öncelikle bu soruların yanıtının sıkça ulusalcılık düşmanları tarafından verildiğini saptamalıyız. Anti-ulusalcı cephe düşmanlarını susturmuş ve kendi çalıp kendi oynamaktadır. İstediği gibi ulusalcılığı tanımlayıp, istediği gibi mahkûm etmekte, sonra da ulusalcılık öldü diye sevinmektedirler.
Her gün ulusalcılığın öldüğünü ilan eden medyadaki Kürt-İslamcı gestapolar öyleyse neden yine her Allah’ın günü ulusalcılığa saldırıp küfür etmektedir. Ölü bir düşman onları neden bu kadar çok hiddetlendirmekte ve tedirgin etmektedir? İnsan sistemin bu paranoyak tavrı karşısında elbette ki şaşırmaktadır.
Tüm bu hezeyan hali incelenmeyi hak etmektedir. Dolayısıyla ulusalcılık nedir sorusuna yanıt vermek için öncelikle ulusalcılık düşmanlarının gözünde ulusalcılık neyi temsil etmektedir sorusu cevaplandırılmalıdır.
Ulusalcılık düşmanlığı bugün sistemin temel ideolojisi haline gelmiştir. Nasıl ki bir dönemler Türkiye’deki emperyalist-kapitalist sistemin baş düşmanı komünizm ise, nasıl ki sistemin temel ideolojik direği anti-komünizm ise, bugün anti-ulusalcılık bu görevi üstlenmektedir.
Anti-Komünizm Bitti Anti-Ulusalcılık Başladı
Marks’ın 1848’de veciz bir şekilde Avrupa burjuvazisi için korkutucu bir hayalet olarak tanımladığı komünizm, 2011’de küresel burjuvazi için yerini ulusalcılığa bırakmıştır.
Sadece Türkiye’deki sistemi değil, tüm dünyadaki yeni sömürgeci düzeni anlayabilmek için bu gerçeği mutlaka göz önünde tutmalıyız. Artık küresel çapta ideolojik mücadele, liberalizm ile Marksizm arasında değil çok açık bir şekilde sömürgeci küreselleşme ile onun karşıtı olan ulusalcılık arasında geçmektedir.
Chavez’in tetiklediği Latin Amerika’da yükselen ulusalcılık ABD’nin ve sistemin baş düşmanıyken, 1960’lardan kalma ulusalcı Arap rejimleri de askeri müdahalelerin temel hedefidir.
Askeri müdahaleler artık komünist ülkelere değil, ulusal rejimlere yapılmaktadır. Medeniyet düşmanı artık komünistler değil, ulusalcılardır. Komünistler artık kendi adlarıyla parti kurup açık mücadele bile verebilir. Nasıl olsa artık tehdit değillerdir. Ancak hapislere tıkılan, gazeteleri, TV’leri kapatılan ve hatta kitapları toplatılanlar ulusalcılardır.
Bu yeni eğilim en çok Türkiye’de geçerlidir. Çünkü ulusalcılığın dünyada ilk ortaya çıktığı yer 1919 Türkiyesi’dir. Bu yüzden ulusalcılıkla en çetin hesaplaşma Türkiye’de yaşanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de yeni sistemin gardiyanlarının iddia ettiği gibi ulusalcı dalga tehdidi yoktur. Tersine anti-ulusalcı dalgadan bahsedebiliriz. Tıpkı 1950’lerin ABD’si ve Türkiye’sindeki anti-komünist McCarthyizm hezeyanı gibi bir anti-ulusalcılık histerisi yaşanmaktadır. Ulusalcılık buna tepki olarak ortaya çıkmaktadır.
Artık Türkiye’de anti-komünist 141-142’ler ve komünizm tahkikatları yoktur. Yerine “darbe” soruşturmaları ve ulusalcı terör örgütü suçlamaları gelmiştir. DGM’ler yoktur. Yerini özel yetkili mahkemeler doldurmuştur. Artık her türden komünisti ve en radikalinden anarşisti legal siyaset yapıp seçimlere girmektedir. Ancak ulusalcı aydınlar, devlet görevlileri ve çok sayıda general hapistedir.
Ergenekon’da yargılanan ise bir darbe girişimi veya çeteden çok bir düşünce biçimi olarak ulusalcılıktır. Bir zamanlar eyleme ve örgütlenmeye bile geçmese komünizmi övmek nasıl bir suçsa, ulusalcılığın ta kendisi bir düşünce tarzı olarak artık suçtur.
Bu yüzden tıpkı Soğuk Savaş yıllarındaki gibi yeni bir sendrom yaşanmaktadır. Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını ve NATO üyeliğini sorgulayan herkes komünistlik ile suçlanıp yargılanırdı. Komünizm her türlü sol ve bağımsızlıkçı düşüncenin içine atıldığı bir sepetti. Bugün de aslında ulusalcı olmayan ama ulusalcılık ile yargılanan sürüsüyle insanla karşı karşıyayız. Örneğin Demirel ve arkadaşları bile artık ulusalcılık ile suçlanmaktadır. Çünkü Kürt-İslamcı faşist iktidarla en küçük bir çelişki en ulusalcılık karşıtını bile birdenbire Silivri’ye gönderebilir. Hanefi Avcı, Ahmet Şık, Nedim Şener gibi Kürtçü ve tarikatçı ulusalcılık düşmanları bile bugün ulusalcı çeteye üye olmakla suçlanmaktadır.
Demek ki anti-ulusalcılık sistem için iki işleve sahiptir. Sistem birinci olarak ideolojik hegemonyasını korumak için anti-ulusalcıdır. Sömürgeci küreselleşmeyi tehdit eden her şey bu anlamıyla ulusalcıdır ve ezilmelidir.
İkinci işlev ise polisiyedir. Bir kişi liberal, küreselleşmeci ve hatta AKP’li bile olsa, eğer iktidar ile cepheleşirse hemen ulusalcılık ile suçlanıp, içeri tıkılabilir. Eskiden anti-komünizmin üstlendiği faşist rol böylelikle artık anti-ulusalcılığa devredilmiştir.
Ulusalcılığın Doğuşu
Anti-ulusalcılık artık sistemin temel ideolojisi olmuştur. Böyle bir durumda kimse ulusalcılığın geçici bir dalga olduğunu ve geride kaldığını söyleyemez. Çünkü faşist sistem asla böyle düşünmemektedir. Kaldı ki ulusalcılığı doğuran koşullar değişmemiş tersine derinleşmiştir.
Ulusalcılar dağınıktır ya da dağıtılmıştır. Siyaseten yenilgiye uğramıştır. Bu başka bir olgudur. Örgütsel ve geçici bir meseledir. Ama ulusalcılık bitmemiştir. Hâlâ toplum içinde derin köklere sahiptir ve büyük bir potansiyele sahiptir. Bu ise sosyolojik bir olgudur. Sadece Türkiye’ye has değil tüm dünyaya has bir durumdur. Küreselleşme kendi karşıtını yani ulusal tepkiyi asla yok edemez ve hatta büyütür.
Ulusalcılık olgusunu dünyadan soyutlayıp, Türkiye özelinde somuta inersek ulusalcılık nedir daha iyi anlayabiliriz. Türkiye’de 1990’ların sonuna kadar siyasi literatürde ulusalcılık diye bir terim veya saflaşma yoktu. Sol-sağ, lâik-dinci, ilerici-gerici bölünmeleri temel eksenleri oluşturmaktaydı.
Ancak ulusalcılığın devreye girmesiyle hemen hemen tüm bu kamplaşmalar safdışı kaldı. Bu siyasal alanda tam bir depremdi. Artık bir kişi Şeriatçı, liberal, ülkücü, Marksist, sosyal demokrat olmasıyla değil, ulusalcı mı ulusalcılık karşıtı mı kıstasıyla yargılanır oldu.
Ulusalcı Marksistler olduğu gibi anti-ulusalcı Marksistler de ortaya çıktı. Liberaller, ülkücüler, sosyal demokratlar ve hatta Şeriatçılar ve Atatürkçüler (bir kısmı Batıcılığı seçti) bile bu eksende ikiye bölündü. Bu bölünmeden muaf olan tek akım etnik ırkçılık yani Kürtçülüktür. Kaldı ki Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük gibi Kürtçülüğün bir dönemki en önemli ideologları bile ulusalcı cepheye sızabilmektedir.
Bu ayrışma ulusalcılığın bağımsız bir ideolojisi olmadığı yanılgısını yaratabilir. Çünkü her türlü ideolojinin ulusalcı ve anti-ulusalcı kanatları ortaya çıkabilmektedir. Şu doğrudur. Ulusalcılık ideolojik bir hareket olarak ortaya çıkmamış, siyasi bir bölünmenin sonucu etkisini her ideolojik cephede göstermiştir. Ancak bu ulusalcılığın bir ideolojisi olmadığı anlamına gelmez. Belki ulusalcılık diye bağımsız bir ideoloji yoktur ancak ulusalcılığın ideolojisi vardır. Temelinde ise anti-emperyalizm ve ulusçuluk yer alır.
Zaten ulusalcılığın doğuşu doğrudan emperyalist bir projeye tepki olarak gerçekleşti. Bu proje Türkiye’nin AB’ye bağlanma sürecidir.
İlk Ulusalcı Tepki: Anti-AB’cilik
Ulusalcılık bugün anti-AKP’ciliğe indirgenmiştir. Oysa Türkiye’de ulusalcılık ilk ortaya çıktığında daha AKP kurulmamıştı bile. Ulusalcılık 1999-2002 arasındaki DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde ortaya çıktı. Temel etken ise Türkiye’nin AB’ye üyelik süreciydi.
Bu anlamıyla ilk ulusalcı tepki ve siyaset arenasında ulusalcılığın temsil ettiği ilk kutup anti-AB’ciliktir diyebiliriz. AB’ye üyelik süreci toplumun çok geniş kesimlerinde ciddi bir rahatsızlık yarattı. Bunda iki temel konu dinamo vazifesi gördü. Birinci konu teröristbaşı Apo’nun idam cezasının affedilmesi, diğer konu ise AB üyeliği için KKTC’nin tasfiye edilmesi süreciydi.
Bu iki konu halk kesimleri içinde güçlü bir AB düşmanlığı ve AB karşıtlığı eğiliminin ortaya çıkmasına neden oldu. Oysa AB üyeliği uzun yıllar Türk toplumunda tartışılmamış ve genel olarak olumlu bir gelişme olarak kabul edilmişti.
AB karşıtlığı Apo ve Kıbrıs meseleleri çerçevesinde halk içinde güçleniyorken, aydın kesimler ise AB sürecinin daha da derin sorunları beraberinde getirdiğini saptadı. İster Marksist, ister Kemalist ve hatta isterse liberal olsun bazı aydınlar, sürecin AB’ye üyelikle sonuçlanmayıp Türk ulus devletinin tasfiye edilmesi, Türkiye’nin parçalanması ve sömürgeleştirilmesiyle sonuçlanacağı kaygısını dile getirmeye başladı.
Türkiye’nin AB’ye üyelik süreciyle tekrar ateşlenen ve ciddi bir tehlike olarak dirilen bölücü hareket ise ulusalcılığı tetikleyen başka bir etken oldu. Apo’nun idamının affedilmesi PKK’ya büyük bir yükseliş şansı tanıdı. Bölücüler ulus devletin emperyalistlerin taleplerine direnemeyeceğini gördüler.
Diğer yandan Apo’nun asılmasını isteyen geniş halk kesimleri ise AB’nin açıkça Apo’yu, PKK’yı ve etnik bölücülüğü desteklediğini görmüş oldu. AB Türkiye’yi bölecek algılaması toplumda son derece güçlendi. Dolayısıyla başlangıçta AB karşıtlığı şeklinde kendini ortaya koyan ulusalcı tepki, çok kısa süre içinde PKK ve etnik bölücülüğe karşıtlık olarak şekillenmeye başladı.
Daha 2002 Kasımında AKP iktidarı kurulmadan önce ulusalcılık anti-AB’cilik ve anti-PKK’cılık olarak geniş halk kesimlerinde kökleşen bir siyasi eğilim olarak doğmuş oldu. Aslında sorunun kökeninde 1990’larla birlikte başlayan küreselleşme süreci bulunmaktaydı. Etnik bölücülük ve ulus devletlerin tasfiyesi emperyalizmin Üçüncü Dünya ülkelerindeki temel stratejisiydi. Türkiye’de bu strateji kendini ilk olarak AB üyeliği olarak ifade etti. Daha Büyük Ortadoğu Projesi’nin adı bile ortada yoktu.
Etnik bölücülüğe karşı ulusalcılığın yükselmesi kaçınılmazdı. Dolayısıyla ulusalcılığın doğuşunda küreselleşme karşıtlığı ve etnik taleplere karşı direniş bulunmaktadır.
Ulusalcılığın Bileşenleri
AB süreci DSP-MHP-ANAP koalisyonunun sonunu getirdi. Bundan sonra ABD’nin devreye girdiği ve AB sürecinin ABD ve BOP sürecinin gerisinde kaldığını saptanmalıdır. ABD’
nin 2003’teki Irak işgalinden önce Türkiye’de yeni bir iktidar gerekiyordu. AKP iktidarı yeni sürecin ihtiyacını karşıladı.
Bu aşamadan sonra ulusalcılığın bileşenleri değişti ve son halini aldı. ABD’nin Irak’ı işgali ve Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurmasıyla birlikte Türkiye’de bölücü hareket yeni bir ivme kazandı. AKP ise bir önceki hükümetten farklı olarak esas olarak AB’ye değil, ABD’ye dayanarak ulusal yapıyı ve Cumhuriyeti tasfiye programını üstlendi. ABD’nin Irak’taki Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi, AKP iktidarını açıkça desteklemesi ve PKK ile ABD ittifakının alenen ortaya çıkmasıyla birlikte ulusalcılığın temel bileşenleri kesinleşti.
İlk olarak anti-AB’cilik olarak ortaya çıkan ulusalcılık, AKP iktidarı döneminde dört temel bileşeniyle bir halk hareketi olarak belirdi.
Birinci bileşen anti-AB’cilikti. Süreç içinde AKP AB’den uzaklaştıkça bu ilk bileşen önemsizleşti. İkinci bileşen anti-ABD’cilikti. Ulusalcılığın temel eksenini bu oluşturmaktadır. Üçüncü bileşen PKK karşıtlığıdır.
Bu üç olumsuzlama süreç içinde bir olumlu bileşenle de kaynaşmıştır ki bu Atatürkçülüktür. Ulusalcılar karşı çıktıkları sistemin anti-tezi olarak genel olarak Atatürkçülüğü ve Atatürk dönemini görmektedir. Bu yüzden ulusalcılığın dördüncü temel bileşeni Atatürkçülüktür.
Sonuç olarak ulusalcılık nedir sorusuna kısaca şöyle yanıt verilebilir: Ulusalcılık ABD karşıtlığı, AB karşıtlığı, PKK karşıtlığı ve Atatürkçülüktür. Ulusalcılığın dört ideolojik köşe taşı bunlardır. Ulusalcılığın resmi ideolojisi belki daha yazılmamıştır. Ancak bu dört bileşen ulusalcı ideolojinin temel içeriğini oluşturmaktadır.
Ulusalcılar Kimlerdir? Peki ulusalcılar kimdir?
Bu sorunun yanıtı ulusalcılık nedir sorusu kadar kolay değildir. Çünkü ulusalcı tavır alan herkes aynı anda hem anti-ABD, hem anti-AB hem anti-PKK tavrını geliştirememekte, Atatürkçülük anlayışı ise her ulusalcıya göre değişmektedir. Kaldı ki bazı ulusalcılar Atatürkçülüğü açıkça reddetmektedir.
Ama yine de, ulusalcılığın dört temel kıstasına uymasa da ulusalcı saflarda görülen pek çok kimse ve siyasi figür vardır. Bu ulusalcılığın aynı zamanda kesişim kümesi işlevi görmesindendir. ABD, AB ve PKK karşıtı olan ve Atatürkçülüğü savunan biri kesinlikle ulusalcıdır. Ama bazıları örneğin AB’yi savunup ABD ve PKK’ya karşı çıkarken, bazıları keskin AB ve PKK düşmanı olup ABD’den medet umabilmektedir. Perinçek, Yalçın Küçük ve Soner Yalçın gibi bazı isimler ise PKK’ya ve terörist başı Apo’ya bile ulusalcı bir rol biçebilmektedir.
Bu insanların nesnel olarak ulusalcılığın dört temel kıstasına uymaması onların ulusalcılık adına konuşmasına engel değildir. Hatta işin ilginci ulusalcılığın ön plana çıkan politik figürleri genellikle halk içindeki doğal ulusalcılık yani dört bileşenli ulusalcılıkla çelişen isimlerdir. Örneğin Cumhuriyet mitinglerinde ön plana çıkan Türkan Saylan ve Tuncay Özkan açık AB taraftarlarıydı. Bazı Avrasyacı ulusalcılar da ABD karşıtlığı adı altında açıkça Rusya-AB birlikteliğini savunuyorlardı. Bazı ulusalcı askeri figürler ve emekli komutanlar ise hem PKK ve AB karşıtlığı hem de Amerikancılığı aynı anda savunabiliyorlardı.
Burada kestirme ve kolaycı yol şu olabilir: Onlar zaten “gerçek ulusalcı” değildir. Bu doğrudur. Ancak bu, “gerçek ulusalcı” olmayanların ulusalcı hareketi temsil etmelerini engellememiştir.
Toplumsal gerçeklik, ideolojik gerçekliğin önüne geçebilir. İdeolojik zemindeki ulusalcılık ile siyasal arenadaki ulusalcı figür birbiriyle örtüşmek zorunda değildir. Bu yüzden ulusalcı dalgayı yaratan dört temel bileşeni saptamak başka bir şeydir, bu dört temel bileşene uymasa da ulusalcı hareketin içinde yer alan çok farklı renklerdeki “ulusalcıların” varlığını saptamak başka bir şeydir.
Ulusalcı dalga bir toplumsal hareket olarak ortaya çıktığı için, toplumun her kesiminden insanın -ulusalcı ideolojinin gerçek içeriğini savunmasa da- bu sosyolojik hareketin içinde yer alabileceğini saptamalıyız. Bu ulusalcılığın hem birden bire çok güçlü bir şekilde ortaya çıkmasının hem de aynı hızla hezimete uğrayıp dağılmasının temel nedenidir. Hareket ideoloji hareketi olarak değil, kitle hareketi olarak doğmuştur. Birden kitleselleşip birden dağılma, homojen bir ulusalcı tipinin ortaya çıkamaması bu yüzdendir.
Farklı Ulusalcı Tipleri
Ulusalcılık bu açıdan Atatürkçülüğe benzemektedir. Neredeyse ulusalcı sayısı kadar çok ulusalcılık tanımı vardır. Aynı şekilde Türkiye’de kendisine Atatürkçüyüm diyen büyük bir kitle vardır. Ama her biri farklı bir Atatürkçülüğü savunmaktadır. Önemli bir kısmı ise gerçek Kemalizm yani Altı Ok ideolojisiyle ilişkisizdir.
Ulusalcılık veya Atatürkçülük ideolojik bir kimlikten çok siyasi bir tanımlama işlevi görmektedir. Oysa ulusalcılık ve Atatürkçülüğün bir ideolojisi de vardır. Fakat örneğin Türkiye’de kendine Atatürkçü diyen biri Batıcı da olabilir, Batı düşmanı da. Oysa tek bir Kemalizm vardır. Fakat Türkiye’de Altı Ok’u savunmadan da Atatürkçü olunabilir. Çünkü kelimenin günlük anlamı ideolojik anlamından artık kopmuştur. Bir şekilde Atatürk’ü referans alan hemen herkes kendine Atatürkçü diyebilmektedir.
Benzer bir şekilde ulusalcılık da ideolojik referanslarından soyutlanmıştır ve artık siyasi bir anlama sahiptir. Ulusalcılık günlük siyasi bölünme ve gerilimlerde “ulusal saf”ta yer almak anlamına gelmektedir. Bu yüzden çok farklı ulusalcı tipleri vardır.
Atatürkçü Ulusalcılar
Atatürkçüler doğal olarak ulusalcıdır. Ulusalcıların en geniş kesimini Atatürkçüler oluşturur. Ancak Atatürkçüler arasında bile pek çok çeşit ulusalcılıklar var olabilmektedir.
Bir kısım Atatürkçü lâiklik refleksiyle birlikte ulusalcılığı salt anti-AKP’cilik olarak algılamaktadır. Böyleleri Kürtçü bir Kemal Kılıçdaroğlu’na veya AKP’yi yıkacağı varsayılan bir ABD başkanına bile yandaş olabilmektedir. Cumhuriyet gazetesi ve hatta son dönemlerde Sözcü gazetesi bile bu kategoride ele alınabilir.
Bazı Atatürkçüler Batıcılık ve çağdaşlaşma paradigmasını esas alabilmektedir. Türkan Saylan bunlara esas örnekti. Kıbrıs veya bölünme gibi meseleler bunlar için çok önemli değildir. Medeni dünyadan kopmamızı esas tehlike görürler. ABD’nin dinciliği destekleyerek çağdaş Batı değerlerine ihanet ettiğini düşündükleri için de AB üyeliğini desteklerler. Türkan Saylan ulusalcı olmadığını açıkça belirten biriydi. Ancak yine de milyonlarca ulusalcıya önder olarak belletildi.
Atatürk’ün anti-emperyalist devrimciliğini esas alan Atatürkçüler ise hem ABD hem de AB’ye karşı çıkar. Bazı istihbaratçılar bu kesimin içinde Avrasyacılığı örgütlemeye çalıştılar. Ancak Rusya’nın ABD ve AB ile gerçek bir saflaşma halinde olmaması ve Türkiye’yi kendine bağlayacak kadar güçlü olamaması Avrasyacılığı başarısızlığa sürükledi.
Ulusalcılık en saf haliyle anti-emperyalist ve Batı karşıtı Atatürkçüler arasında yaygındır. Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesi beraberinde milliyetçiliği getirir. Altı Ok’u tam olarak savunan anti-emperyalist Atatürkçüler sadece lâikliği değil, milliyetçiliği de savunurlar.
Ancak milliyetçi kelimesi tek başına ulusalcılıkla özdeş değildir. Ulusalcı olan milliyetçi Atatürk’ü referans almakta ve dünya görüşü olarak daha çok solda konumlanmaktadır. Devletçilik ve halkçılık Atatürkçü bir sosyo-ekonomik düzenin yapıtaşı kabul edilir. Ulusalcılar arasında ekonomik bir alternatif ve devrimci bir toplum öneren belki de tek kesim Altı Ok’u savunan gerçek Atatürkçülerdir.
Atatürkçü ulusalcılar kitleseldir. Cumhuriyet mitingleri tarih sahnesindeki en görkemli gösterileri oldu. Ancak bu büyük kitle CHP’ye oy verdiği için ulusalcılık asla siyasi bir odağa dönüşememekte ve hep ulusalcı olmayanlarca ve hatta ABD tarafından kullanılmaktadır. CHP yönetimi ulusalcılıktan her adımda daha çok uzaklaşırken yine de ulusalcıların oyunu alabilmektedir. Sistemin ulusalcıları kontrol etme ve bastırma aracı AKP değil CHP’dir. Bu açıdan AKP ve CHP aynı saftadır ve ortaktır.
MHP Kökenli Ulusalcılar
Atatürkçülerden sonra en çok ulusalcı milliyetçi tabandan çıkmaktadır. MHP tabanında ülkücülük ile ulusalcılık arasında bir ayrışma yaşanmıştır. Bazı ülkücüler kendilerini hem ülkücü hem ulusalcı olarak tanımlayabilir ancak ulusalcı ülkücü Türk-İslam sentezinden mutlaka kopmaya başlamıştır. MHP’nin resmi ideolojisinde Atatürk asla referans alınmaz. Ancak ulusalcılığı seçen eski ülkücülerin Atatürk’ü en büyük Türk milliyetçisi olarak yeniden keşfettiğini görüyoruz.
Yeniçağ gazetesi hem MHP yönetimine muhalif çizgisi hem de ulusalcı yayınıyla klasik ülkücü ile ulusalcı ülkücü arasındaki farkı yansıtmaktadır.
MHP ulusalcı bir parti değildir. Bu konuda merkez yönetimi çok nettir. Ergenekon’a ve ulusalcılığa özellikle tavır almaktadırlar. Ancak MHP ulusalcılıktan son derece etkilenen bir partidir. Bugün Fethullahçılar bile karşı çıktıkları MHP yönetimini ulusalcılıkla suçlamaktadır. Bahçeli ekibi ise Fethullah ile yüzleşmiş ve MHP tarihinde belki de bir ilki gerçekleştirmiştir.
MHP’nin kuruluş ideolojisi anti-komünizmdir. Bu yüzden MHP ideolojisiyle özünde sol ve antiemperyalist bir içeriğe sahip olan ulusalcılık arasında bir kan uyuşmazlığı vardır. Ancak milliyetçilik artık Soğuk Savaş yıllarındaki gibi anti-komünizm olarak tanımlanamamaktadır. MHP yönetimi ise ABD’ye karşı çıkmadan PKK’ya karşı çıkmak gibi çetrefilli bir görev karşısında yalpalamaktadır. Dolayısıyla sonuçta Amerikancılıkla yüzleşmedikleri için PKK ile de mücadele edememektedirler.
Bu çelişkiler arasında bocalayan MHP ulusalcılığı reddetmekle birlikte ulusalcılığın çekim alanından kurtulamamaktadır. Ulusalcılar MHP’nin tabanında azınlıktır ama ulusalcı ideoloji güçlü olduğu için MHP ulusalcılıktan etkilenmektedir. Bu yüzden tarikatçı ve eski Türk-İslamcı (yeni Kürt-İslamcı) ülkücüler MHP’den kopup AKP saflarına geçmektedir. MHP ise daha lâik, Atatürkçü, Kürt istilasına duyarlı ve kıyı şeridinde yaşayan yeni bir tabana dayanarak oylarını korumaya çalışmaktadır.
Bu ulusalcı yönelim partiyi er ya da geç ikiye bölecektir. Ancak bugün için MHP ulusalcı tabanı kullanmaktadır. Aslında MHP’li olmayan veya partiyle eski bağı kopmuş pek çok ulusalcı parti barajın altında kalmasın ve mecliste PKK’lılarla mücadele etsin diye MHP’ye oy vermektedir. Bu tek yanlı ilişki uzun süre devam edemez. Çünkü MHP PKK’yla mücadele etmemektedir, kardeşlik programını savunmaktadır. Ancak şu anda sistem CHP’den sonra MHP’yi de kullanarak ulusalcıları kontrol edebilmektedir.
Bu iki parti sayesinde ulusalcıların bağımsız bir siyasi odak olması ve radikalleşmesi engellenmektedir. PKK ve Kürt ırkçı hareketi böylelikle sokağı teslim alabilmektedir. AKP ise en büyük düşmanını, ulusalcı kitleyi parlamentodaki muhalif partiler sayesinde pasifize edebilmektedir.
İslamcı Ulusalcılar
Ulusalcıların içindeki bir diğer renk ise İslamcı ulusalcılardır. Bunlar AKP’nin Amerikancı yönelimine karşı çıkan ve Türkiye’ye yönelik bir Haçlı Seferinin düzenlendiğini düşünen İslamcılardır. İslamcılar arasında bunlar mutlak azınlıktır. Tarikatlar ve cemaatler AKP ve ABD çatısını kabul etmiştir. Ancak bazı kesimler yoldan çıkmıştır.
Bazı İslamcıların ulusalcı tavır alması ve AKP’ye karşı çıkması elbette ki olumludur. Ancak ideolojik zeminde bu kesimler ulusalcılara zarar vermektedir. Çünkü ulusalcılık adı üstünde ulusu temel alır. Oysa Şeriatçılar ümmetçidir. İslamcı ulusalcılar genellikle din savaşı olgusunu ön plana çıkarırlar. AB’yi Hıristiyan birliği olarak görmekte, AKP’yi ise ABD’nin Irak’taki Haçlı katliamına ortak olmakla suçlamaktadırlar. Ancak bu kesimlerin ulusalcılığı misyoner düşmanlığı, Sabetay-dönme düşmanlığı, Yahudi düşmanlığı ekseninde ilerlemektedir.
İşin ilginci bazı Atatürkçüler de bu İslamcı ulusalcılardan etkilenmekte, Batı karşıtlığını emperyalist sisteme karşıtlık olarak ele almamakta, temel olarak misyoner ve dönme avcılığıyla sınırlamaktadırlar. Bu açıdan İslamcı ulusalcılar ulusalcı ideolojiyi yıpratmaktadır. Ulusalcılığın baş ideologlarından ve aslen Atatürkçü olan Attila İlhan bile farkına varmadan bu sürece hizmet etmiştir.
Yaşar Nuri Öztürk ve Zekeriya Beyaz gibi bazı İslamcı aydınlar doğrudan Atatürk’ü referans alacak kadar ulusalcı akımın etkisindedir. Haydar Baş ve tarikatı da ulusalcılık sayesinde Cumhuriyet düşmanlığından Cumhuriyet savunuculuğuna evrilmiştir. Erbakan ve Milli Görüşçüler ise ulus karşıtı ümmetçi ideolojiye rağmen Sevr tehlikesinden bahsetmekte ve kendilerini millici safta tanımlamaktadırlar. Ancak Cumhuriyet karşıtı yönelimleri bu grubun ulusalcılık ile Kürt-İslamcılık arasında yalpalamasına ve sürekli AKP’ye kan kaybetmesine neden olmaktadır.
İslamcı ulusalcılar azınlıktır. Ancak yine de Fethullah cemaati ve AKP bunları tehlikeli görmektedir. Fethullah’ın dinler arası diyalog girişimini eleştiren, misyonerlik karşıtı Zekeriya Beyaz gibi pek çok ilahiyatçı en son Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındı. İslamcılar arasındaki bu bölünme bugün için çok büyük olmasa da gelecek için çok anlamlıdır. Türkiye bir iç savaşa sürüklendiğinde, Türk-Kürt çelişkisi ön plana çıktığında ve ABD ile sıcak çatışma anında İslamcı taban çatırdayabilir. AKP en güçlü olduğu Karadeniz ve İç Anadolu’da büyük kan kaybedebilir.
Bu olasılıklar şüphesiz AKP’lileri ve Fethullah’ı da düşündürmektedir. AKP son seçimlerde ulusalcı bazı sloganları kullanarak toplumdaki PKK ve Batı karşıtlığını manipüle etmeyi başarabilmiştir. Kısacası ulusalcılık en büyük ulusalcılık düşmanlarını bile etkileyebilmektedir. Ancak AKP’nin bu oyunu çok uzun süremez.
Diğer Ulusalcılar
Siyasi arenadaki ulusalcı diğer figürlerden kısaca bahsedilebilir: Marksist kökenli ulusalcılar, merkez sağdan gelme liberal kökenli ulusalcılar ve CHP içindeki tasfiye edilen ulusalcılar…
Aslında Marksist ulusalcılık Türkiye’ye has bir olgu değildir. Üçüncü Dünya’daki tüm sosyalist devrimler ya milliyetçi Üçüncü Dünya sosyalistleri tarafından ya da Marksist ulusalcılar tarafından yapılmıştır. Marksist ulusalcılar resmiyette Ortodoks Marksizmi savunurlar. Ancak işçi sınıfını değil ulusu temel aldıkları için aslında geleneksel Marksizmden saparlar. Bir kısım Marksist Stalin’in milli demokratik devrim tezlerini, bir kısmı Mao’nun yeni demokratik devrim tezlerini bir kısmı ise Lenin’in ulusal sorun ve ulusal kurtuluş savaşları üzerine tezlerini esas alarak ulusalcılığa savrulmaktadır.
Türkiye’de ise bugün ulusalcı Marksistler garipsenmektedir. Oysa Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan tasfiye edilene kadar Türkiye’de Marksist hareket ile ulusalcılık ve hatta Kemalizm arasında hiçbir set yoktu. Ancak tıpkı İslamcılık gibi temelde Marksizm de ulus düşüncesini reddeder. Bu yüzden Marksistler tarafından ulusalcı ve Kemalist oldu diye eleştirilen TKP, ısrarla ulusalcılığı reddedip yurtseverlik kavramını öne çıkarmaktadır. Ayrıca TKP diğer sol fraksiyonlardan farklı olarak PKK’ya tavır almakla birlikte, PKK ile mücadele etmemektedir. TKP Türkiye’nin bölünme tehlikesi olduğunu saptamakta ancak PKK bölücüdür diyememektedir.
Halkın Kurtuluş Partisi gibi Kıvılcımcı bazı Marksist gruplar ve Yusuf Küpeli gibi eski Marksistler bu konuda daha ileri gitmektedir. Bu kesimler ulusalcı olmaktan gocunmamaktadır. Ulusalcılık suçlaması Marksistler arasında gün geçtikçe daha çok kullanılmaktadır. Öyle ki referandum sürecinde ÖDP ve Halkevleri gibi liberal ve etnikçi sol gruplar bile Taraf gazetesi tarafından ulusalcılıkla suçlandı.
Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük gibileri ise daha çok istihbarat kaynaklı nedenlerden dolayı “ulusalcı”dır. İlişki içinde oldukları örgütler bir zamanlar onlara Kürtçülük ve PKK destekçiliğini yüklerken, şimdi ulusalcıların arasına sokulmuşlardır. Dolayısıyla bu iki ismin “ulusalcılıklarının” ideolojik bir değerlendirmeye tabi tutulması gereksizdir.
Son yıllarda ön plana çıkan yeni bir ulusalcı tip ise liberal ve merkez sağdan gelme ulusalcılardır. Süleyman Demirel, Mehmet Haberal, İlhan Kesici, Yaşar Okuyan, Hüsamettin Cindoruk gibi isimler özellikle Ergenekon operasyonuyla birlikte ulusalcı şahıslar olarak ön plana çıktı. Açıkça AB’ci olan Süheyl Batum ise birdenbire ulusalcı bir figüre dönüştü ve CHP yönetimine girdi. Merkez sağcı ulusalcıların partisi DP tasfiye olma sürecine girdi. Bazı liberal ulusalcılar ise Kılıçdaroğlu’na destek olarak CHP’ye katıldı.
Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP ise hızla ulusalcılıktan uzaklaşmaktadır. Temel seçmen kitlesini ulusalcılardan ödünç almasına rağmen CHP açıkça Kürtçülük yapmaktadır. Deniz Baykal ile birlikte CHP’deki ulusalcı isimler de tasfiye oldu. Onur Öymen, Canan Arıtman ve Berhan Şimşek gibi isimler Meclis’e giremedi. Bunlar CHP’yi tekrar ele geçirmeyi hayal etmekle birlikte başarısız olmaları ve CHP’den tamamen kopmaları kaçınılmazdır. Çünkü ABD artık ulusalcıları kontrol eden bir CHP’den çok Kürtçü bir CHP istemektedir. Nasıl olsa ulusalcıların CHP’ye eli mahkûm oy vereceği varsayılmaktadır. Ulusalcılar hem CHP’den tasfiye edilmekte, hem de CHP’ye oy vermeye mahkûm edilmektedir. Böylelikle CHP ulusalcılığın tasfiyesinde temel araç haline gelmiştir.
Ulusalcılar Neden Dağıldı?
Bu kadar farklı siyasi grupları etkileyebilen, hemen hemen her ideolojik kampta bir yarılma yaratan ulusalcı dalga bugün neden bu kadar dağınık ve güçsüz?
Türkiye’nin en çok okunan kitabı (Şu Çılgın Türkler) ulusalcıdır, en çok takip edilen gazetecisi (Yılmaz Özdil) ulusalcıdır, en çok izlenen haber bülteni (Uğur Dündar-Yılmaz Özdil) ulusalcıdır, en çok izlenen dizisi (ilk haliyle Kurtlar Vadisi) ulusalcıdır ama siyasi arenada ulusalcılar hep yenilmektedir ve hep dağılmaktadır.
Ulusalcılığın etki alanıyla örgütlü gücü arasında büyük bir uçurum vardır. Kendi karşıtı olan Tayyip Erdoğan’ın seçim stratejisine yön verecek ve AKP’yi ulusalcı silahlara başvurduracak kadar güçlü bir etki alanı olan ulusalcılık, kendi siyasi alternatifini yaratamamaktadır.
Bunun nedeni nedir? Ulusalcılığın bugünkü dağınık ve yenik konumunun sebebini iki esas kaynakta arayabiliriz: İdeolojik dağınıklık ve örgütsel dağınıklık…
Ulusalcılık ideolojik bir hareket değildir. Bunun bedelini ödemektedir. Oysa daha önce belirttiğimiz gibi ulusalcılığın dört ideolojik bileşeni vardır: ABD karşıtlığı, AB karşıtlığı, PKK karşıtlığı ve Atatürkçülük…
Güçlü bir ulusalcı hareketin koşullar ne olursa olsun bu dört bileşeni koruması gerekiyordu. Bu dört bileşen anti-emperyalist ve sol bir milliyetçilik gerektiriyordu.
Kısacası güçlü bir ulusalcı hareketin Atatürkçü ve Altı Okçu olması gerekiyordu. Ancak ulusalcılığın liderliğine soyunanlar düşünsel olarak asla bu felsefeyi taşımadılar. Bu yüzden ulusalcılık hep savruldu. Bazen sadece ABD düşmanlığı yapıldı, bazen sadece AB düşmanlığı, bazen de sadece PKK düşmanlığı. Atatürkçülük ise hep ilk taviz verilen değer oldu. Güya daha geniş birliktelik kurmak için “Kuvayı Milliye” adına Altı Ok ideolojisinden vazgeçildi.
Sonunda bir saftan başka bir safa savrulan ulusalcılığın tek anlamı kaldı: AKP karşıtlığı. Böylelikle hareket kendi kendini olumsuzlamaya başladı. Çünkü bazı kesimler AKP gitsin de ne olursa olsun diye ABD’yi, AB’yi ve hatta PKK’yı bile desteklemeye başladı. Öyle ki esas olarak AB karşıtlığı olarak başlayan ulusalcılık artık AKP’yi AB’ye şikâyet eder konuma sürüklendi. Tuncay Özkan ve İlhan Selçuk gibileri ise ABD Başkanı Obama’ya bile mektup yazmaya başladılar.
Ulusalcılığın İdeolojisi ve Örgütünü Kurmak
İdeolojik saftaki bu kargaşa beraberinde örgütsel dağınıklığı da getirdi. AKP’den kurtulmak adına tamamen Amerikancı, AB’ci ve hatta Kürtçü olmasına rağmen Kılıçdaroğlu CHP’si temel yığınak noktası olarak kabul edildi. Ulusalcıların bir kısmı ise benzer nedenlerle MHP’ye yöneldi. Bu ulusalcılığın sonu oldu.
Büyük güçlere destek olmak adına ulusalcı kitle dağıtıldı. Oysa küçük ama radikal bir ulusalcı örgüt tıpkı PKK’nın %6’lık kitlesiyle bugün yaptığı gibi tüm Türkiye’yi avucunun içine alabilirdi. Böyle bir örgüt sadece CHP ve MHP’yi değil, AKP’yi bile hizaya sokabilirdi.
Siyasette kendi bağımsız örgütlenmesi olmayanlar mutlaka güdülmeye mahkûmdur. Ulusalcılar da CHP, MHP ve hatta AKP arasında dağıldılar ve tasfiye oldular.
Ulusalcıların tasfiye olmasının bir nedeni ideolojik dağınıklıksa diğeri de yanlış mücadele stratejisidir. 2004-2007 arasında yükselen ulusalcı dalga kendine sıklet merkezi olarak Türk Ordusu’nu aldı. Buradaki varsayım askerlerin direneceği ve sivil direnişi de tetikleyeceğiydi. Oysa TÜRKSOLU daha o yıllarda Ordu’nun direnemeyeceğini, siklet merkezinin millet olması gerektiğini saptamıştı.
Sonuçta Ergenekon ile birlikte Türk Ordusu’nun tasfiye süreci de başlayınca irili ufaklı bütün ulusalcı örgütlenmeler çöktü. Şu anda ulusalcılar hâlâ bu hezimeti aşamamaktadır. Devlet ile ilişkiye geçmek büyük bir hata oldu. Çünkü o devlet zaten tasfiye edilmekteydi.
Ulusal Parti ve Ulusalcılık
Türk devleti tasfiye ediliyor ancak millet tasfiye edilemez, tarihseldir ve direnir. Bu yüzden ulusalcı dalga yeniden ve hatta daha da güçlü bir şekilde yükselecektir. Çünkü ABD, AB ve PKK karşıtlığı Türk toplumunda çok güçlü ve derin köklere sahiptir. Etnik bölünme ilerlerken karşısında radikal bir Türk ulusçuluğun güçlenmesi kaçınılmazdır.
Bahsettiğimiz tüm farklı yalpalayan “ulusalcı tipler”den bağımsız olarak bir halk ulusalcılığı vardır ki potansiyeli kendine Türk diyen %90’luk ezici çoğunluktur. Dolayısıyla Türk ulusu yok edilmeden, Türk ulusalcılığı da asla yok edilemez. Bazı “ulusalcılıklar” tasfiye edilebilir ancak ulusalcılığın kendisi tasfiye edilemez. Ulusalcı dalga kesinlikle tekrar yükselecektir.
TÜRKSOLU ve Ulusal Parti’nin ulusalcı dalganın yeniden yükselmesi sürecinde misyonu ne olabilir?
Öncelikle saptanması gereken şudur: TÜRKSOLU hareketi ulusalcı dalganın sonucu ortaya çıkmamıştır. TÜRKSOLU bir kitle hareketinin geçici ürünü değildir. Bağımsız, köklü ve ideolojik bir geleneğin temsilcisidir. TÜRKSOLU bu anlamıyla ulusalcıdan çok Ulusal Solcu ve Kemalist olarak tanımlanabilir. TÜRKSOLU’nun Atatürk’ü referans alan Ulusal Solcu ve Altı Okçu ideolojisi ulusalcılığın ihtiyaç duyduğu doğru kılavuzu sağlayabilecek yegâne ideolojidir.
Atatürk ideolojisi etrafında kenetlenmek ulusalcılığın tek kurtuluşudur. Ancak böylelikle ulusalcılık bir tepki hareketi olmaktan kurtulur ve toplumun karşısına bir çözüm alternatifi olarak dikilebilir.
Ulusalcılar tek bir ideoloji etrafında birleşirse zaten mücadele kazanılacaktır. Çünkü sorun ulusalcıların sayısı sorunu değildir. Toplumun sadece %5’i bile yeterlidir. Ulusalcılar örgütlenirse birdenbire tüm dengeler değişecektir. Etnik bölücülerin %5 ile yapabildiklerinin on katı yapılabilecektir. %90’lık Türk unsurunun sözcülüğünü birilerinin üstlenmesi sadece Türkiye’nin değil tüm Ortadoğu ve Asya’nın kaderini değiştirecektir.
Bu bağlamda Ulusal Parti ulusalcı hareketin son şansıdır. Ulusalcı dalganın yeni yükseliş adresi Ulusal Parti olacaktır.
Ali Özsoy