Annan Planı ve Kıbrıslılar’ın Kolektif Bilinçaltı

Aslında, “yerli bir Annan” bulunmadığı için Annan Planı “dışarıdan” gelmek zorunda kaldı ama bu, planın içeriğinin Kıbrıslılara yabancı olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, Annan Planı’nın temel taşları “Kıbrıs tarihi Kıbrıs sokakları”ndan...

Aslında, “yerli bir Annan” bulunmadığı için Annan Planı “dışarıdan” gelmek zorunda kaldı ama bu, planın içeriğinin Kıbrıslılara yabancı olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, Annan Planı’nın temel taşları “Kıbrıs tarihi Kıbrıs sokakları”ndan derlenip toplanmıştır ve bir bütünü parçalamaktan çok, parçalanmış toplumları bir bütünde buluşturmayı amaçlıyor. Aşağıda Annan Planı’nın temel kavramlarını ve bu kavramların Kıbrıs gerçekliği içindeki karşılıklarını göstermeye çalışacağız.

Kıbrıs, Yunan ulus-devletinin kendi topraklarına katamadığı, Türk ulus-devletinin de Misak-ı Milli’ye rağmen vaz geçemediği bir coğrafya parçası olarak başından beri bir Türk-Yunan sorunu olarak ortaya çıktı

Hukuk sistemleri, ahlaktan farklı olarak, toplumların somut yapılarını dikkate alır, sadece evrensel temel hakların yansımasını değil. ”

Jürgen Habermas

Ortak bir kamusal alanı paylaşmayan, yasa yapıcı olmayan, kendini aynı siyasal birliğe bağlı hissetmeyen insan topluluklarının “tek halk” oluşturduğunu iddia etmek temelsizdir. Ne var ki, tek halkın yokluğu, iki ayrı halkın varlığı anlamına gelmiyor.

FEDERAL DEVLET

Planın temel kavramı olan federal Kıbrıs devleti anlayışının, eğer tarihimize bakma cesaretini göstere-bilseydik, dışarıdan getirilmesine gerek duyulmayacak kadar “içeriden” bir kavram ve gerçeklik olduğu hemen anlaşılırdı.

Annan Planı ve Kıbrıslılar’ın Kolektif Bilinçaltı

Örneğin, federal Kıbrıs devleti fikrinin Helen milliyetçiliğinin Yunanistan’la birleşme veya çoğunluğun egemenliğine dayalı bir Helen devleti kurulmasının imkansızlığı ve Türk milliyetçiliğinin ayrı devlet kurma veya kalıcı bölünmeyi sağlamadaki başarısızlığı sonucu gündeme geldiği görülebilirdi.

Eğer “milli histeri” veya melodramatik bir yaklaşım yerine medeni bir cesaretle tarihimize bakabilseydik, orada, o tarih sahnesinde, Kıbrıslıları Annan Planı’na götüren yolları bizzat kendilerinin nasıl döşediği rahatlıkla görülebilirdi. Enosis için verilen mücadelenin sonuçsuz kaldığı, ardından Kıbrıs Cumhuriyeti’ni çoğunluğun egemenliğine dayalı bir ulus-devlet yapma uğraşının da başarısızlıkla sonuçlandığı ve Ada’nın taksimi için yarım asırdan beri yapılan kavganın da sonuç alıcı olmadığı, sadece yanılsamada, yani milliyetçilikte Freud sayesinde yanılsamanın bir özlemi ifade ettiğini biliyoruz direnmek isteyenlerin farkına varamayacağı hakikatlerdir.

Tahakküm (dominasyon) ve ayrılma (seperasyon) arasında gidip gelen milliyetçi yarışımada, bazen birine bazen de ötekine yaklaşılmışsa da, ne biri ne de öteki tam olarak başa-rılamamıştır. Tahakkümcü ve ayrılıkçı politikalar sonuç alamayınca, yani ne çoğunluğu oluşturan etnik grubun egemenliğinde bir devlet, ne de azınlığı oluşturan etnik grubun ayrılarak oluşturduğu bir devlet kurulamayınca, federal devlete “yol görünmüş” oldu. Yani, etnik grupların siyasi eşitlik temelinde ve sınırlandırılmış ulusal egemenlik haklarıyla kurdukları ve otonomi ile karşılıklı-ba-ğımlılık temelinde birlikte yönettikleri bir devlet.

İKİ TOPLULUK

Annan Planı’na temel oluşturan diğer ilke iki-toplumluluktur. Bu noktada da Kıbrıslılar biraz sahicilik sergileyebilecek duygusal ve akılsal güce sahip olsalardı, iki-toplumlulu-ğu Annan’ın “uydurma”dığı ama orada, tarihimiz içinde duran bu olguyu sadece keşfettiği, yani ifadelendirdiğini görecektik.

Öncelikle şu vurgulanmalı; iki-toplumluluk, Türk milliyetçilerinin sandığı gibi ille de farklı dil, din ve etnisiteyle ilgili değildir. Ne de tahakkümcü Kıbrıslı Rumların ileri sürdüğü coğrafi esasa dayalı “tek halk” kavramı içinde eritilebilir bir olgudur. Kıbrıs’ta iki-toplumluluk, geleneksel toplumdan modernleşme ve milliyetçilik çağına geçilirken dinsel toplumların ayrı ayrı siyasallaşması, farklı ve çatışan ulusal bilinçler edinmesi ve en önemlisi, ortak bir siyasi amaç geliştirememesi sonucu oluştu. Yani, iki-toplumluluk etnik değil siyasi bir olgudur. Benzer biçimde, “tek halk” da coğrafi değil siyasi bir olgudur. Ortak bir kamusal alanı paylaşmayan, yasa yapıcı olmayan, kendini aynı siyasal birliğe bağlı hissetmeyen insan topluluklarının “tek halk” oluşturduğunu iddia etmek temelsizdir. Ne var ki, tek halkın yokluğu, iki ayrı halkın varlığı anlamına gelmiyor.

Kıbrıs tarihi içinde dinsel top-lumların ayrı ayrı etno-nasyonal top-lumlara dönüşmesi bir vaka olduğu kadar, bu etno-nasyo-nal toplumların kendi kaderini belirleme hakkına sınırlı olarak sahip olmaları ise başka bir vakadır.

İKİ BÖLGELİLİK

İki-bölgelilik Annan Planı’nın öngördüğü bir diğer düzenlemedir. İlk bakışta, 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye’nin askeri müdahalesi sonucu oluşan fiili bir durum gibi görülse de, aslında yakın dönem tarihimiz içinde biraz dolaşırsak, 1571 sonrası içiçe yaşamaya başlayan dinsel toplumların, 20. yüzyılın başından itibaren, yani milliyetçiliğin yükselişiyle giderek ‘coğrafi ayrılma” eğilimi gösterdiği görülebilir.

Nitekim, daha etnik çatışma öncesi dönemlerde karma köy sayısının aşamalı olarak azaldığı bir vakadır. Etnik çatışmaların başladığı 1950’li yılların sonuna doğru ise ayrılma eğilimi daha da güçlendi ve 1958, 1964, 1967 yıllarındaki çatışmalarda birlikte yaşanılan alanlar son derece daraldı. Bunda kuşkusuz TMT’nin ayrılıkçı politikaya dönük teşvik ve baskıları önemli rol oynamıştı ama daha zayıf taraf olan Kıbrıs Türk toplumunun 1974 öncesi çatışmalarda daha büyük bedel ödediği ve Kıbrıslı Rumların örgütlü saldırılarına maruz kaldığı yadsınamaz bir gerçekliktir.

Aksini iddia edenler, 1974’le birlikte oluşan Kuzey Kıbrıs’a geçmek için bazı hallerde yaşamını bile göze alan Kıbrıslı Türklerin duyduğu heyecanı izah edemezler. Nitekim, 1974’e gelindiğinde iki-bölgeliliğin gerisinde bir düzenlemenin olası olmadığını Kıbrıs Rum liderliği Yunan liderliği ile yaptığı Kasım 1974 toplantısında açıkça dile getirmişti. Ne var ki, Kıbrıs’ta “iki-bölgelilik” hiçbir zaman “etnik pürizim” olarak anlaşılmadı.

Bölgeler, herşey-den çok idari birimler olarak ele alındı ve olası federal düzenin ayrılmaz unsurları olarak değerlendirildi.

Nitekim, Türk tarafının iddia ettiği gibi bir “nüfus mübadelesi” hiçbir zaman imzalanmadı.

Kıbrıs sorunu sadece hukuk açısından ele alınamayacak kadar karmaşık ve pek çok fiili durumun oluşmasına yol açacak kadar da eski bir sorundur. Hukuksal veriler ile insani durum, sosyoljik ve siyasi veriler örtüşmüyor.

GARANTÖR ÜLKELER

Annan Planı’nın öngördüğü diğer bir ilke olan Türkiye ile Yunanistan’ın “garantör ülke” olmaları, dolayısyla Ada’da asker bulundurmalarını Annan Planı’nın zaafı olarak göstermek, Kıbrıs tarihini hiç bilmemek ya da bilmek istememek anlamına gelir. Eğer “garantörlük” bir ülke için zaaf ise, bu Kıbrıslıların bir zaafıdır.

birlesmşs milletler karikatür

Yakın tarihlerini anavatanları ile birleşmek ve bütünleşmek için verdikleri mücadelelerle dolduran Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türk-ler, ulusal merkezle bütünleşme kavgasında başarısız olup anavatanlarına “ulaşamayınca”, 1960 yılında anavatanlarını Kıbrıs’a çağırdılar ve kurulacak Kıbrıs devletinin onların garantisi altında olmasını istediler.

Ancak, anavatanların Kıbrıs gerçeğinin bir parçası olmaları bu “formel” ilişkinin çok öncesine dayanmaktadır. Etnik bir sorun olarak Kıbrıs sorunu, milliyetçilik çağında OsmanlI İmparatorluğumun dağılma ve ulus devletlerin oluşma süreçlerinde ortaya çıktı. Buna verilecek en iyi örnek, 1919-1922 yıllarında Lefkoşa’da düzenlenen gösterilerdir.

Yunan ordusunun 1919 yılında İzmir’e girişini kutlayan Kıbrıslı Rumlar’a tanıklık eden Lefkoşa, 1922 yılında Türk ordusunun İzmir’e girişini kutlayan Kıbrıslı Türklere tanıklık edecekti.

Kıbrıs, Yunan ulus-devletinin kendi topraklarına katamadığı, Türk ulus-devletinin de Misak-ı Milli’ye rağmen vaz geçemediği bir coğrafya parçası olarak da başından beri bir Türk-Yunan sorunu olarak ortaya çıktı. Lozan Antlaşmasıyla sonuçlandırılamayan ve Lozan’ı içten içe vurmaya aday bir Türk-Yunan sorunu Ada’da var olan Yunan/Rum siyasi üstünlüğüne, Türk tarafının jeo-politik üstünlüğü ile karşılık verilerek belli dengelerin oluşması sağlandı ve bu dengeler sayesinde en az yarım asırdan beri kontröllü bir çatışma noktası olarak varlığını sürdürdü.

Bu yüzden Kıbrıs sorununun çözümünde Türk-Yunan-Kıbrıs dengelerinin gözetilmesi son derece doğaldır. Yine bu yüzden, Kıbrıs’ta barış, Lozan Antlaşmasının ihya edilmesi, dolayısıyla kalıcı Türk-Yunan barışına geçişin başlangıcı veya iki asırlık çatışmanın sona ermesi anlamına gelir.

ASİMETRİK DÜZENLEMELER

Annan Planı, asimetrik bir federal düzen öngörmektedir. Yani, geçici olmak kaydıyla tartlardan birine, diğerine verilmeyen haklar tanınmaktadır. Bu da, yoğun eleştirilere yol açmaktadır.

Oysa, toplumlar-arası-eşitsizlik bir Kıbrıs gerçeği olduğu kadar, Kıbrıs sorununun oluşmasında ciddi payı olan sosyo-tarihsel bir veridir. Eşitsiz gelişim sayesinde modernleşmede “zayıf” kalan ve dinamik Rum toplumu karşısında korku ve hayranlık duygusuna kapılan Kıbrıs Türk toplumu biraz da varoluş derdine düştüğü için milliyetçi tepkilerle ayrılmaya yönelmişti.

Federal devletin uzun vadeli bir istikrar yakalaması için bu devlet çatısı altında yaşayan toplumların yaşam düzeyleri arasında ciddi farkların olmaması şarttır. Aksi halde Gellner’in sözünü ettiği “sınıf-ulus” durumu ortaya çıkar, yani ekonomik olarak zayıf olanlar aynı etnik grupta toplanmış olurlar ki, bu, ayrılıkçı akımlara yol açan veya bu akımları güçlendiren en iyi “reçetelerden biridir. Ancak, zayıf ko-müniteyi korumak meşru bir kaygı olsa da, bunu temel insan haklarını yok ederek sağlamak veya toplumlar arası etkileşime olanak tanımadan sağlamaya yönelmek meşru sayılamaz.

TÜRKİYE KÖKENLİ NÜFUS

1974 sonrası Türkiye’den aktarılan nüfus, Kıbrıs Rum toplumunda sert tepkilere yol açıyor. Uluslararası hukukun çiğnendiği sık sık dile getiriliyor. Kıbrıs sorunu sadece hukuk açısından ele alınamayacak kadar karmaşık ve pek çok fiili durumun oluşmasına yol açacak kadar da eski bir sorundur. Hukuksal veriler ile insani durum, soyoljik ve siyasi veriler örtüşmüyor.

Böyle bir durumda, hukuk bağnazlığı sergilemek, asıl amaç olan çözümü gözden kaçırmaya yol açabilir. Kıbrıs son 30 yılda çok değişti. Sadece Türkiyeli nüfus değil, Pon-tuslu Rum’u, Bengaldeşli’si, Rus ve Sirilankalı’sıyla kelimenin tam manasıyla çokkültürlü bir toplum haline geldi. Yeni komüniteler Kıbrıs nüfusuna karıştı. Kıbrıs iki-toplum-lu değil (aslında hiçbir zaman değildi) çok-cemaatlı bir ülke haline geldi. Dolayısıyla Kıbrısı bekleyen temel sorun kimin ne zaman Kıbrıs’tan ayrılacağı değil, farklılık içinde birliğin nasıl sağlanacağıdır.

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
AnalizDünyaPolitik

Benzer Konular