Yazarsız Romanlar

Zülfü Livaneli’nin, yeni romanı Serenad’da tarihi ve siyasal sorunları kâh üniformalı, kâh akademisyen karakterlere çözdürmesi, tarafsız görünme özeninden kaynaklanıyor olmalı. Zavallı Ahmet Mithat! Batı’dan ithal edilen romanı el yordamıyla...

Zülfü Livaneli’nin, yeni romanı Serenad’da tarihi ve siyasal sorunları kâh üniformalı, kâh akademisyen karakterlere çözdürmesi, tarafsız görünme özeninden kaynaklanıyor olmalı.

Zülfü Livaneli’nin, yeni romanı Serenad

Zavallı Ahmet Mithat! Batı’dan ithal edilen romanı el yordamıyla tarif etmeye, estetik alanın içerisine ‘hace-i evvel’in didaktik parmaklarını uzatmaya kalktığında postmodern çağlarda yaşamalıydı… Yaşamalıydı ki, estetik kusurların meziyete dönüştüğü bu çağda kimse romanın ve romancının yetkinliğini tartışamasın. Ahmet Mithat’ın, yerli romanın emekleme çağına bile girmediği bir dönemde, okura sürekli laf atan, akıl veren, olay örgüsünü en heyecanlı yerinde kesip dünya ahvali hakkında ahkâm kesen üslubu bugünlerde pek revaçta. Ama uluslararası kültür piyasasıyla hemhal olmuş günümüz yazarları, ahkâm kesme işini Ahmet Mithat kadar safdil bir biçimde yapmıyorlar. Kitapları İngilizce, Fransızca çevirisinden okuyacaklar için özenle hazırlanmış tanıtıcı cümleler, Elif Şafak’tan Orhan Pamuk’a kadar birçok yazarın metinlerini makaleroman karışımı bir hale büründürse de, bugünün edebiyatında, Ahmet Mithat’ın sırrına vâkıf olamadığı birçok ‘trük’ mevcut.

Cümlelerin hatta paragrafların sürekli tekrarlanması, olay örgüsüne zerrece katkısı olmayan kişiler, adlar vs., yayıncıların edebi oyunlar aşkına bile göz yummaması gereken hatalar.

Tabii, yazarın bu tür trükleri estetik alana ne denli ustalıkla yedirdiği, yapıtın estetik değerini de belirliyor. Artık ‘tarihi roman’ gibi bir kategori kalmadığına, yazılan her roman mutlaka tarih barındırdığına göre, romancının ‘uzun tarihi araştırmalar’dan sonra roman yazması ve tarihle yüzleşme mottosunun elverdiği sınırlar içinde tarih, kimlik, yüzleşme gibi konularda fikir beyan etmesi kaçınılmaz. Bu tip romanları elinize aldığınızda, ilk iş, ukala ve geveze bir anlatıcıyla karşılaşmamak için bildiğiniz bütün duaları sıralamalısınız, ama art arda çıkan romanlardan başını kaldıramayan edebiyat tanrısının bu yakarışınızı duyacağının garantisi de yoktur. Bu durumda, İstanbul Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler Müdiresi olan, çocuğunu tek başına büyüten, eski kocası, sevgilisi ve iş arkadaşlarından yana dertli, 36 yaşındaki bir kadının hayata ve Google’dan öğrendiği dünya ahvaline dair yorumlarını, yakınmalarını dinlemeye hazır olmalısınız!

Zülfü Livaneli’nin, yeni romanı Serenad kitap

Zülfü Livaneli Doğan Kitap, Mart 2011, 484 s.

Çokkimliklilik Manevraları

Zülfü Livaneli’nin yeni romanı Serenad’ın anlatıcısı Maya Duran, anlatısını Türkiye’den Boston’a uçtuğu zaman diliminde tamamlıyor. Yolculuk boyunca dizüstü bilgisayarını bırakmayan Maya, uçağın tekerlekleri yere değmeden her şeyi anlatma telaşı içinde; ama bu telaş okura kitap okuduğu değil, yan koltukta oturan geveze bir yolcunun iç bayıltıcı sohbetine maruz kaldığı hissini veriyor. Maya, hayatındaki sorunlardan Türkçenin yozlaşmasına, fastfood kültürüne, oryantalizme kadar bir dizi konu hakkında fikir beyan ediyor. Üstelik, internet bloglarındaki günlüklerden zerrece farkı olmayan bir üslupla… Maya, elbette çokkimlikli. En azından söylemsel düzeyde çokkimlikliliği benimsediğimizi görüp sevinmemek, günümüz yazarlarının edebi karakter yaratma sorununu çözmek için başvurdukları çokkimliklilik manevralarına hayran olmamak elde değil. Ne de olsa “Bir Laz, bir İngiliz, bir Fransız” diye başlayan fıkralarla dolu mizah geleneğimizden de aşinayız bu kimlik meselelerine. Maya’nın ilk kimliği babaannesinden. Ermeni Soykırımı’ndan kurtulmuş ve kimliğini ailesinden bile yıllarca gizlemiş olan babaannenin sırrını öğrenen Maya, albay abisinden de anneannesinin sırrını öğreniverir. Türkiye, II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in yanında yer alması için kışkırttığı Kırım Türklerini savaş sonrasında Stalin’e teslim edip bir başka ‘insanlık ayıbı’na imza atmıştır. Anneanne, Stalin’in gazabından kurtulmak için nehre atlayan binlerce insan arasından, ona âşık olan bir asker tarafından kurtarılmıştır; ondan Maya’ya kalan en önemli miras, adıdır. Üçüncü kimlik, bir konferans için İstanbul’a gelen Alman akademisyenin, savaş sırasında, yine devletlerarası bir suç ortaklığıyla işlenen katliamda öldürülen Yahudi karısı Nadia’dan gelir. Bu üç kişinin ima ettiği Katolik, Yahudi, Müslüman, Türk, Ermeni vs. kimliklere eklenen kadınlık ve annelik ise, Maya’nın dördüncü kimliğidir. Bu kimlik çokluğunun şizofrenik bir bölünmeye yol açabileceği gibi bir endişeye kapılmaya hiç gerek yok. 500 sayfalık romanda 2-3 sayfa yer tutan Ermeni Soykırımı’nın günahı Enver Paşa’ya havale edilerek, bu kimliklerin yaratacağı vicdani yüklerden kurtarılır Maya. En yetkili ağızdan, asker abisinden, devletin Türklere karşı da zalim olduğunu öğrenip daha da bir ferahlar. Livaneli, asker ağabeye devletin şahin tarafının sözlerini söyleterek yumuşak bir resmi söylem eleştirisi yaparken, devletin etnik sabıkasını da temizlemiş oluyor.

Zülfü Livaneli Serenad

Google Holmes İnsanlık Cinayetini Çözüyor!

Hukukçu ve müzisyen Maximilian Wagner’in Türkiye’ye gelmesiyle, neredeyse tüm devletlerin istihbarat örgütleri ayağa kalkmış, profesörün mihmandarlığını üstlenen Maya’nın hayatı renklenmiştir. Türk, İngiliz ve Rus istihbarat servisleri Maya’nın peşindedir. Sıradan bir memurenin hayatında, internet bağımlısı oğluyla oynayacağı bir ajan oyunu vardır artık. Zaten istihbarat servisleri de, ergenliğe yeni adım atmış Kerem’e ‘Evde Tek Başına’ hissiyatını yaşatacak basitlikte oynarlar uluslararası ajanlık oyunlarını. Livaneli’nin müzisyen kimliğiyle bir anlamda kendisiyle özdeşleştirdiği Wagner, İstanbul Üniversitesi’ndeki konferansta, Huntington’ın ‘medeniyetler savaşı’, Said’in ‘cehalet savaşı’ adını verdiği savaşa kendince bir ad koyar: Önyargılar savaşı. İnsanlık tarihindeki tüm kavgaların tek açıklaması vardır: Önyargı. Bu saptamaya çözümlerin en kolaycısı, en toptancısı eşlik eder: İnsanlık kimliği! Kendi sözlerini pek inandırıcı bulmayan yazar, Maya’ya Hitler Almanyası’nın ekonomi-politiğine dair araştırmalar yaptırır ve sonuçları okura rakamsal verilerle sunar. Ermeni Soykırımı hakkında bu tür veriler sunmayan Google bizi Enver Paşa’nın önyargılarıyla baş başa bırakırken, Hitler Almanyası konusunda Livaneli’yi yalanlarcasına gerçekçidir. Bu gerçekçiliği yazarın hafızasının bir yerlerinde kalmış ekonomi-politik analizlere mi, yoksa Google’ın bilgiler arasında ayrım gözetmeyen hafızasına mı borçlu olduğumuz ise ayrı bir tartışma konusu.

Livaneli’nin tarihi ve siyasal sorunları kâh üniformalıya, kâh akademisyene çözdürmesi de tarafsız görünme özeninden kaynaklanıyor olmalı. Albay Necdet Duran, Ermeni meselesinin “entel işi” olduğunu söylerken, Prof. Wagner de “Eskiden kız öğrenciler türban takmazlardı” diyerek, bize özlememiz gereken geçmişin ne olduğunu hatırlatıyor. Maya, kes-yapıştır yöntemiyle inşa ettiği anlatısının tüm kusurlarıyla yayımlanmasını, redakte bile edilmemesini istiyor yayıncısından. Ama, romanda o kadar çok kurgu hatası var ki, hem Maya’nın hem de Livaneli’nin yayıncısına serzenişte bulunmamak elde değil. Kesyapıştır yönteminde kontrolü elde tutmanın zorluğundan olsa gerek, cümlelerin hatta paragrafların sürekli tekrarlanması; Maya’dan randevu alan Rus istihbaratçının kurgusal âlemde sırra kadem basması; olay örgüsüne zerrece katkısı olmayan kişiler, adlar vs., yayıncıların edebi oyunlar aşkına bile göz yummaması gereken hatalar.

Peki, nasıl olup da böyle bir roman çıkıyor ortaya? Bu sorunun en gerçekçi cevabı, galiba Maya ile yol arkadaşı arasında geçen bir diyalogda gizli:

“–Herkes uyuyor ama siz sürekli çalışıyorsunuz. Yazar mısınız?
–Hayır ama kitap yazıyorum.”
Fazla söze ne hacet!

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
KitapKültür&Sanat

Benzer Konular

  • Michel Welbeck ve Umutsuzluğun Günahı – Julian Barnes

    1998 yılında Paris’te düzenlenen Prix Novembre’nin jüri üyelerinden biriydim; adından da anlaşılacağı üzere edebiyat sezonunun sonunda verilen bir ödüldü. Goncourt jürisi Welbeck’in romanını yanlış anladıktan ve diğer jüriler hatalarını...
  • Patricia Esteban Erles; Oyun

    Patricia Esteban Erles, çağdaş bir İspanyol yazar ve gazetecidir. Kısa öykü yazarı olarak tanınır. Eserleri, Zaragoza Üniversitesi’nin “Kısa Öykü Ödülü”, “XXII Santa Isabel de Aragon Araştırma Ödülü” ve “Dos...
  • Kutzeye’nin Edebiyat Dünyası L. Doktorova

    John Maxwell Kutzeye (d. 1940), 2003 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibidir. Nobel Ödülü’nü dördüncü kez bir Afrikalı, ikinci kez de bir Güney Afrika temsilcisi kazandı. 1991 yılında bu prestijli edebiyat...
  • Fütürist Ne Demek?

    Fütürist, geleceği tahmin etmeye ve analiz etmeye odaklanan bir uzmandır. Fütürizm, geleceğin nasıl şekilleneceğini anlamaya çalışan bir disiplindir ve fütüristler, trendleri inceleyerek, teknolojik gelişmeleri analiz ederek ve toplumsal değişimleri...