Uluslararası Ceza Mahkemesi Konusunda Sofradaki Yerimiz

Bir Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kurulması fikri bugünün fikri değil. Bu konudaki en önemli adım İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde kurulan Nuremberg ve Tokyo mahkemelerinde atılmıştı. 1948’den beri de...

Bir Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kurulması fikri bugünün fikri değil.

Bu konudaki en önemli adım İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde kurulan Nuremberg ve Tokyo mahkemelerinde atılmıştı. 1948’den beri de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nu böyle bir mahkemenin kurulması için görevlendirmişti.

KIBRIS

Fakat devletlerin “egemenlik hakkı” kavramına verdikleri dar anlam ve “perde” ve “duvar”in düşüşüne dek süren soğuk savaş, konuyu yarım yüzyıla yakın bir süre sürüncemede bırakmış, bir ilerleme kaydetmek içinse ne yazık ki Eski Yugoslavya ve Ruanda dramlarının yaşanması gerekmişti. Şimdiyse hemen önümüzde Kosova olayı var.

Eski Yugoslavya ve Ruanda Mahkemeleri UCM’nin kurulması için önemli adımlar oldu. Ve nihayet bu adımların ötesine geçilerek 1998 Roma Konferansı’nda UCM’nin kilit ilkeleri belirlendi. Bu dikkate değer gelişmeye karşın, bazı teknik ve hukuksal sorunların çözümlenmeden böyle bir uluslararası mahkemenin kurulması biraz zor olacak gibi gözüküyor.

Örneğin UCM, BM’in 185 üyesini içeren Genel Kurulu’nun kararý ile mi yoksa Güvenlik Konseyi’nin kararı ile mi kurulacak? Sözkonusu Mahkeme’nin kurulmasını belki de geciktirecek olan nitelikli çoğunluk aranacak mi?

Ya da, Mahkeme ile BM arasında ne tür bir ilişki (m.2) nasıl kurulacak? Bu ilişki BM Şartı’nda yapılacak bir değişiklik ile mi yoksa bir ek düzenleme ile mi sözkonusu olacak? Bu arada Mahkemenin Güvenlik Konseyi ile ilişkilendirilmesi ihtimalinde Güvenlik Konseyi’nin komposizyonu da tartışma konusu olacak mi? Mahkeme ile BM arasında bir ilişki kurulacaksa bu ilişkide Mahkemenin bağımsızlığı nasıl temin edilecek?

Yahut da UCM’nin bütçesi BM’in olağan bütçesi ile mi yoksa bu prosedürden bağımsız ve kendine özgü bir metodla devletlerin katkılarıyla mi temin edilecek? Ikinci ihtimalde bütçe nasıl garanti altına alınacak?

Gibi teknik fakat canalici sorunların yanısıra, UCM’ne başvurma hakkının kime ya da kimlere ait olacağı sorunu ile UCM’nin yetki alanı sorunu mahkemenin saygınlığı açısından hayatı önem taşımakta…

Başvurma hakkı sadece taraf devletler ve Güvenlik Konseyi ile mi sınırlı olacak, yoksa kişiler ile hükümet dışı organizasyonlar da bu hakka sahip olacaklar mi?

Avrupa Insan Hakları Mahkemesi Sözleşmesi (AIHS) uygulamasında taraf devletlerce

Strazburg organları önüne getirilen dava sayısı kirküç senede sadece onüç adet; bu onüç davanın altısı Kıbrıs konusunda Ingiltere ve Türkiye aleyhine; ucu askeri darbelerin hemen ardından Yunanistan ve Türkiye aleyhine; ikisi ise Irlanda tarafından Ingiltere aleyhine açılmış davalar… Halbuki 1998 yılına kadar yapılan bireysel başvuru sayısı, sadece 4.161 tanesi mahkemeye sevkedilmis olmasına karşın, 117.169 adet.

Bu, şunu gösteriyor: birincisi, hakkını en iyi arayanlar, hakkı ihlal edilenler; ikincisi, devletin başka bir devlete karşı davacı olması yahut da olmaması tamamen politik bir olay.

UCM’nin yetki alanına giren suçlar konusu ise başlıbaşına bir sorun. Asil olarak soykırım suçu, saldırı suçu, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, terör suçları ile yasadışı uyuşturucu madde trafiğine ilişkin suçların Mahkemenin yetkisinde olması düşünülüyor. Sorun ne kadar basit gözüküyorsa o kadar karmaşık. Zira bu suçların tanımlanması kendi başına bir problem. O nedenle tasarının -pekçok maddesinde olduğu gibi- ilgili maddesi, üniversite sınav sorusu gibi çoktan seçmeli bir şekilde hazırlanmış… Seçtiğiniz şıkka göre cevap da değişebiliyor.

Olaya Türkiye açısından baktığımızda en azından Kıbrıs’ta “devamedegiden” pozisyonu ve güneydoğu problemi ile Dicle ve Fırat’a ilişkin “sudan” problemleri açısından basının ağrıma ihtimalinin sanıldığı kadar uzak olmadığı rahatlıkla söylenebilir.

Bu arada çekinceler konusunu da unutmamak lazım. Henüz çekince koyma ihtimalinin Mahkemenin yetkisine giren suçlar ile bağdaşıp bağdaşmayacağı tartışılıyor. Ancak her halükârda bilerek ya da deðil AIHS’ne açık bir şekilde Türkiye’nin Kıbrıs’taki pozisyonuna çekince konmamasinin bize biraz pahalıya patladığı meydanda.

O nedenle sözkonusu tasarının hazırlanmasında Türkiye, şıkların tercihinde sınav arkadaşlarından kopya çekmek ya da “yazı-tura” metodlarinin dışında, üç yanlışın bir doğruyu değil fakat üç doğruyu da beraberinde götüreceğinin bilincinde olaya daha canlı ve dikkatli katılması gerekiyor.

Çünkü sofra, kurtlar sofrası ve bizim yerimiz de tabak değil!

Mahmoud ZANNİ – Reha YÜNLÜEL

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Politik
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular