İçinden geçtiğimiz kara dönem futbolla ilgilenen herkesi derinden üzüyor.
İçinden geçtiğimiz kara dönem futbolla ilgilenen herkesi derinden üzüyor. Gerek kulüpler düzeyindeki başarısızlıklar, gerek milli takımlar boyutundaki hezimetler, her geçen gün Türk futbolunu biraz daha geriye götürüyor. Yönetimsel, taktiksel ve vizyonsal zaaflar, altyapı eksiklikleri, iç kavgalar ve daha birçok faktör bu olumsuz şartları hazırlıyor. Peki ama futbolumuz bu kaostan nasıl çıkacak, güçlü ülkeler seviyesine nasıl gelecek? Üç Alman, bir İtalyan, bir İspanyol, bir Türk ve bir Hollandalı futbol uzmanı ile kurduğumuz ‘Acil Eylem Ünitesi’, sizler için bu soruların cevaplarını düşündü. Yalnız Türk futbolunu değil, dünya futbolunu da ışıldatacak, şahlandıracak yapısal değişiklikler tasarladı. Aşağıdaki önerilerin yarısını uygulasak, vallahi de, tallahi de iki yıla kalmaz dünya devi olur, herkesi silindir gibi ezeriz.
Voleybol iletişimi
Türk futbolcusu sahada konuşmuyor. Varsa yoksa “GEEAH”, “OYNAA”, “BENDEE” gibi böğürmeler. Kaçan pozisyonlarda bağıra çağıra edilen küfürler de cabası. Oysa bakın voleybolcuların saha içindeki anlaşma biçimleri ne güzel. Ellerini popolarına koyuyor, parmaklarıyla çeşitli taktikleri ifade ediyorlar. Futbolcu neden bunu yapmasın? Hem estetik, hem verimli.
Saha dizilişinde devrimler
Neredeyse 100 yıldır, oyunları hep aynı köhnemiş taktiklerle oynuyoruz. 4-4-2, 3-5-2 bilmem ne… Bunların sonuç getirmediği aşikâr. Yeni ve deneysel oyun taktiklerine ihtiyaç var.
Aktörlük sistemi
Neden sabit kadrolara bağımlıyız? Neden birilerini transfer ediyor ve başarısızlık halinde o topçudan kurtulana kadar kâbuslar görüyoruz? Bu soruların makul bir cevabı yok. Çözüm belki de aktörlük sisteminde. Her futbolcunun bir menajeri nasılsa var, herkes tıpkı bir aktörün filmde oynaması gibi, maçlık kontratlar imzalıyor. Yok efendim Messi bizde, Ronaldo sizde diye bir tantana yok. Eşitsizlik yok. Oyuncunun yeteneklerine göre, takvimine göre ayarlanan bir düzenek. “Önümüzdeki hafta Porto’da libero rolündeyim, sonrakinde de Barcelona’da sol bek oynayacağım.” Nasıl, kulağa şahane gelmiyor mu?
NBA desteği
Futbolun en tehlikeli yeri neresidir? Kale değil mi? İstersen sahada Anadolu Ateşi gibi koreografi yap, samba yap; top kalene girdi mi bütün emekler boşa gider. Peki biz kalelerimizi niçin tıfıl, çelimsiz, hindi gibi çocuklara emanet ediyoruz? Verelim parasını, NBA’dan üç metrelik basketbolcuyu koyalım kaleye, bak o top bir daha içeri giriyor mu! Boysa boy, refleksse refleks.
Çok yabancı futbolcu
Ülkemize gelen her yabancı futbolcu, buraların havasına suyuna alıştığı anda gevşiyor, disiplinden kopuyor, gece kulüpleri, şeyler… Bu malum. Bundan böyle Türkiye’ye getirilen oyuncuların ülke halkıyla, gündemiyle yüzgöz edilmemesi ve tecrit edilmesi faydalı bir çözüm. Yalnız ülkenin gevşekliğine değil, sonunda kendine de yabancılaşan her oyuncu, gol demek, döviz demek, menfaat demek…
Adli yaptırımlar ve rehin sistemi
Hazır şakşakşak tarzı çalışan bir hükümetimiz de varken, kötü oynamayı, şombalak gibi gol yemeyi, yarım metreden gol kaçırmayı ve benzer tüm olumsuzlukları kanunen suç saymak akıllıca olacaktır. Güvenlik tedbirleri yaşamın her sahasını kaplamalıdır. Ayrıca maça çıkacak oyuncunun sevdiklerinden bir kısmını rehin almak da mümkündür. Bu sistemin geçmişte İran, Libya, Irak gibi ülkelerde başarıyla uygulandığını bilenler bilir.
Bu çocukların hakkı yedek kulübesi midir?
Yedek kulübesinde oturan gencecik çocuğun morali bozuk olur, yüzü düşük olur. Bu kulübelerin iyileştirilmesi, bunlara ruhsat verilerek yedek lojmanı veya yedek apartı gibi yerleşim birimlerine çevrilmesi yalnız gerekli değil, şarttır da. Avrupa’da maçtan sonra eve gitmeyip, yedek şatosunda yaşamaya devam eden oyuncular söz konusudur.
Yorumcular
Futbolu inanılmaz derecede iyi bilen televizyon yorumcularımız var. Bunlardan en az birini bir takımın içine monte etmek gerekir. Oynamalarına gerek yok, göbek hoplatarak oradan oraya seğirtseler ve oyun içinde sözel taktikler vererek müthiş bir enerji katkısı yaratacaklardır.
Tek sakatlık hakkı
Maçta olur olmaz bir yerde sakatlanan, takımını riske atan, aylarca sahalardan uzak kalmaya aday, bir sürü paranın boşa gitmesine neden olan oyuncuyu hemen oracıkta iğneyle uyutma prensibi… Biraz sert bir önlem gibi görünebilir ama modern futbol ne yazık ki insanın gözünün yaşına bakmıyor. Bakmamalı da.
Askeri Amerikan yardımı
Özellikle uluslararası müsabakalarda hezimete doğru koşan Türk takımlarının, dost ve müttefik Amerika’dan yardım talep etmesi son derece normal. Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin, stratejik ortağı Amerika’dan askeri destek alması gayet makul.
Üçüncü gol için dalga dalga gelen rakip takımın hücum hattına insansız hava aracından yapılacak bir bombalama, yine rakip takım kalecisinin termal kameralarla termine edilmesi gibi yardımlar bizim doğal haklarımızdır.
Biraz radikal görünebilir ama bir müttefik ülkenin bu durumlara düşmesi, ABD için de kabul edilemez bir olaydır.
1-10
Kaleci kalede, geri kalan herkes hücum hattında. Avcı uçağı gibi, kamikaze gibi saldırıdalar! Riskli, evet, ama futbol golle kazanılan bir oyun. Bu sistemle üç yersen dokuz atarsın, dört yersen 10 atarsın.
11
Defans zafiyetine kesin çözüm. Kaleci kalede, geri kalan herkes kendi altıpasının içinde. Tetikte. Gözler ufukta. Gol yeme riski yok. Gol atma şansı da yok. Bir sezon boyunca beraberlik alan bir takım, bir sezon boyunca yenilen takımdan evladır!
1-1-1-1-1-1-1-1-1-1-1
Defans ve ofansın mükemmel dengesi, bir taktik dansı. Kaleci kalede, geri kalan herkes kendi yarı sahasından rakip penaltı noktasına dek, üçer metre aralıklarla ip gibi diziliyor. Kanat bölgelerinde rakibe tanınan avantaj, göbekteki hâkimiyetle dengeleniyor. Adeta herkes ön libero. Beksiz, sağ-sol açıksız net bir oyun anlayışı.
1-9-1
Şişman bir adamın neşeli, pozitif tavrına benzeyen bir strateji. Kaleci kalede, ileride bir forvet, kalan herkes orta sahada. Tombik bir dağılım, emniyetli bir orta saha. Gelen her topu akıllıca forvete ulaştırmak, bu mümkün değilse orta sahada Brezilya gibi enfes top çevirmek üzerine kurulu. Düşünmeye değer.
Dairesel 10
Kaleci kalede, geri kalanlar çelikten bir çember halinde sahada ayak basmadık yer bırakmıyor. Topu içine absorbe ettiği anda, rakibe imkân tanımadan golü düşünüyor. Kanatlardan yağmur gibi yağan rakip ataklarda ise “Ulan biz neden böyle manyakça şeyler yapıyoruz” diye düşünüyor. Ama problem yok, atamayana atarlar.
İHTİYAÇ SAHİPLERİ İÇİN ÇOK KISA ROCK
Hiç kimse sebebini tam olarak bilmese de, kasımda aşk başkadır sevgili Tempo okurları. Kasım sonbaharın son ayı, kraliçesidir. Evlere kapanıp film izlemelerin, “Bize gelsene, müzik dinleriz”lerin mabedidir. Biz de bu yüzden kasım ayında eve insan davet edecek ihtiyaç sahibi okurlarımız için temel rock müzik bilgilerini derleyelim istedik. Yazı işleri müdürümüzün alt komşusunun oğlu Şanver bu işe gönüllü oldu. Çocuk zaten biraz şey… Yıllardır hep bu işlerle yoğrulmuş. Kafa gidip geliyor, Allah kimseye vermesin.
Şanver Tank kimdir?
1980’de Samsun’da dünyaya geldi. İnternetin icadına dek abuk sabuk dergilerden kestiği fotoğraflar, yurt dışından gelen kaset kapakları filan derken kendine müthiş bir koleksiyon oluşturdu. Şarkı sözlerini yalnızca kulaktan çıkarttı (Bu nedenle çoğu şarkıyı hâlâ “Egzit naaay, entırraaay” gibi söylemektedir). Tek çıkışı Güven Erkin Erkal’la arkadaşlık kurmakta bulduysa da, bu girişimi başarısız oldu. Çeşitli konserlerde en ön sırada “RROOAAH” diye bağırırken çekilmiş videolarından oluşan kolaj, YouTube’da 1002 kez izlendi. Ailesiyle yaşayan Şanver Tank bekâr, air guitar ve air drum ustasıdır.
AAAAAAAAAAIIIIAAAA, AAAAAIIIIIEEAAA, EEAAAAAAAAAA DUW DUW CUUAW… Sizi ‘Child in Time’ın nakarat kısmıyla karşıladım. Umarım kalbinize dokunabilmişimdir. Bu yazımda, dünyanın en büyük rock gruplarıyla ilgili bazı bilinmeyen bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum. Bunlara İngilizce olarak ‘trivia’ deniliyor. Bunların çoğunu da kendim araştırarak buldum, internette filan yoktur. Sağlam kalın, dostça kalın, rock’ça kalın! m/
The Beatles
Paul McCartney 1967’de ölmüş, iki yıl boyunca sahnedeki yerini Paul’a ikizi kadar benzeyen amcasının oğlu Nigel doldurmuştur. Gerçek Ringo Starr ise 1940’ta, doğduktan iki ay sonra ölmüştür. Bizim Ringo diye bildiğimiz kişi, Steve adlı bir su tesisatçısıdır. John Lennon’u 1980’de vuran kişi Abdullah Çatlı’dır (Neden diye sormayın; çok karışık ve politik). Ne yazık ki Beatles’ın satış rekorlarının büyük kısmı da sahtedir. Tıpkı Ferhat Göçer gibi, Beatles da satışa çıkan plaklarının yüzde 70’ini kendi satın almıştır. George Harrison karısını Eric Clapton’a kaptırınca Paul McCartney’in evine temizliğe gelen kadına sulanmış, Paul’ün “Olm kendine gel lan!” diye kızmasıyla kendine gelip Budist olmuştur. Ayrıca Ringo Starr, 5 pound’luk banknotu bagetlerle vurarak duvarda tutabilmektedir.
Pınk Floyd
Pink Floyd’un en büyük sırrı kaliteli halüsinojen kullanmalarıdır. David Gilmour’un ananesi tarafından düzenli olarak gönderilen köy LSD’si başarıyı getirmiştir. Akranları kimyasal kimyasal şeyler içip ölürken, Floyd elemanları sağlıkla illegaliteyi harmanlamayı bilmiştir. Gerçek Roger Waters 1960’da ölmüştür. Yerine getirilen aktör ise, iki yıl sonra “Ben gerçek Roger Waters’ım” diye tutturmuş, 1969’da ölen Richard Wright’ın yerine getirilen John Forsythe ile birlikte Megadeth diye başka bir grup kurmuştur. Bu grup da aşırı tutmuş, milyonlarca albüm satmıştır. 1970’te aklını oynatan Syd Barrett’in yerine ise duvara koyduğu posta pulunu bagetleriyle tutabilen Nick Mason getirilmiştir.
Led Zeppelin
Led Zeppelin’in adını tersten okuyunca ortaya çıkan “Nileppezdel” kelimesi, grubun 1955’te ölen gitaristi Jimmy Page’in kızlık soyadıdır. Grup üyeleri komple şeytana tapmakta, bunu her fırsatta gizli mesajlarla belli etmektedirler. Örneğin, ‘Stairway to Heaven’ şarkısını tersten çalınca “Şeytan bizim dostumuzdur” sözleri açıkça duyulmakta, ‘Black Dog’u tersten çalınca ise Berkant’ın ‘Samanyolu’ şarkısı ortaya çıkmaktadır. Grubun solisti Robert Plant ise, yanlışlıkla aşırı sıcak sahlep içip sesini kaybettiğinden beri Michael Dunn adlı Amerikalı bir aktör tarafından oynanmaktadır. Led Zeppelin’in 1980’de ölen davulcusu John Bonham, grubun basçısı John Paul Jones’i duvara dayayıp bir çift bagetle tutabilmekteydi.
Queen
Queen’in solisti Freddie Mercury hayatı boyunca sahnede playback yapmıştır. Stüdyoda albüm kaydederken de playback yapmıştır. Hatta günlük hayatında, mesela bakkala gidip maden suyu alırken filan da playback yapmıştır. Ona bu playback’leri yapan kişi, 1991’de bir silahlı saldırıda öldürülünce, Mercury AIDS’ten ölmüş gibi yaparak bir adada yaşamaya başlamıştır. Hâlâ da o adadadır. Grubun gitaristi Brian May, duvara koyduğu bir amfiyi gitarıyla vurarak havada tutabilmektedir.
The Rolling Stones
Rolling Stones, 1962’de kurulduktan bir hafta sonra bir tren kazasında tamamen ölmüştür. Prodüktörler tarafından yerlerine geçirilen dört kişinin gerçek adlarının tersten okunuşu “Stuart, William, Dorsey ve Robert”tır. Düzen okunuşları ise “Edward, Peter, John ve Roger”dır. Gitarist Keith Richards rahmetli babasının küllerini sigaraya sarıp içmiş, rahmetli annesinin eşarbını ise ekmek arasına koyup yemiştir. Davulcu Charlie Watts hiçbir şeyi duvara koyup bagetleriyle tutamamaktadır, zira iki kolu da protezdir.
Deep Purple
Deep Purple elemanlarından hiçbiri ölmemiştir. Çünkü hiçbiri doğmamıştır. Var olmayan insanların yerine geçirilen dört-beş tane ne idiğü belli olmayan insanın, rock tarihinde nerelere geldiğini görüyorsunuz. Şans mı denir, hırs mı denir… Ritchie Blackmore önderliğinde kurulan grup, konserlerine “Türkler ve Rapçiler giremez” pankartı asmış, gelen tepkilerden sonra bu uyarıyı “Rapçiler girebilir” olarak düzeltmişlerdir. Bir Japonya konserleri sırasında ön sıralardan bir dinleyici kendini tabancayla vurmuş, 1996 Türkiye konserleri sırasında ise seyyar satıcılar ile grup üyeleri arasında taşlı sopalı kavga çıkmıştır. Klavyeci Jon Lord, bu konser sırasında dönemin başbakanına hitap ederek “Başbakanım ben bir esnafım!!” diye haykırarak Hammond orgunu sahneden aşağı fırlatmıştır.