“Tempo çocuğum ama artık evli”

Her şey, aslında bir insanın sana inanmasıyla başlıyor. Çok mutluyum ki, bugün bu sayfalarda röportajını okuyacağınız meslek büyüğüm bana inandı. O bana inanınca, ben de kendime inandım. Evet, ben...

Her şey, aslında bir insanın sana inanmasıyla başlıyor. Çok mutluyum ki, bugün bu sayfalarda röportajını okuyacağınız meslek büyüğüm bana inandı. O bana inanınca, ben de kendime inandım. Evet, ben de Mehmet Yılmaz’ın destek verdiği genç gazetecilerdenim. Gerçi şimdi kazık kadar oldum! Ama bir zamanlar ‘çömez’dim. Güzel olan şu ki, o hiç kimseye çömez gibi davranmaz. Ciddiye alır. Adam yerine koyar. Bana da öyle yaptı. “Ben olsam, sana daha fazla sorumluluk verirdim” dedi bir gün, o hatırlamaz bile. Heyecandan ölmüştüm. Kendime inanmamı, güvenmemi sağlayan insanların başında gelir Mehmet Yılmaz. Benim gibi nice genç insanın yolunu açmıştır bu meslekte. O, pek çok dergi ve gazete çıkardı. Pek çok ilke imza attı. Hiç şüphe yok ki, adını, basın tarihine altın harflerle yazdırdı. Galiba onunla ilgili en sevdiğim şeylerden biri, meslekteki dehası kadar, hayattan da keyif almayı beceren biri olması. Tempo’nun 25’inci yılı münasebetiyle ondan başka biriyle röportaj yapmam düşünülemezdi. Lütfen bu röportajı, Orhan Gencebay’dan ‘Batsın bu dünya!’ eşliğinde okuyun.

Ayşe Arman
Cem Talu

Tempo, sizin 25 yaşındaki çocuğunuz mu?
Tempo 25 yaşında, teorik olarak çocuğum da sayılır. Ama bugüne kadar ilk sayısında adımın ‘genel yayın müdürü’ olarak yayınlandığı 30’a yakın dergi ve dört günlük gazeteden sonra insan, o yayınlara çocuğuymuş gibi davranamıyor. Şimdi hepsi deyim yerindeyse evlendi ve kendi hayatlarını sürdürüyorlar.

“Parayı değil, aşkı tercih ettim”

Sezaryen mi, normal doğum mu?
Normal bir doğumdu. Böyle bir dergiyi uzun süredir düşünüyordum zaten. Ekibin toplanması ile derginin ilk sayısının piyasaya çıkması arasında yaklaşık iki aylık bir süre geçti. Hiç prova baskı da yapmadık, doğrudan birinci sayıyı hazırladık ve dergi piyasaya çıktı. Sadece derginin piyasaya çıkmasından önce kişisel bir sıkıntı yaşadım, bir karar vermek zorundaydım: Güneri Cıvaoğlu’nun bir yayınevi vardı, üç – dört dergi yayımlıyordu. Bana çok iyi bir ücret ve kârdan da pay önererek bu dergilerin başına geçmemi, yeni dergiler de yayımlamamı önerdi. Yasemin, yeni doğmuştu ve paraya da ihtiyacım vardı. Tempo’yu da o günlerde Sedat Simavi’ye önermiş ve kabul ettirmiştim. Para ile aşk arasında bir tercih yapmam gerekti ve ben aşkı tercih ettim.

Lohusalığı nasıl geçti? Ne kadar stresliydi?
Tempo, o güne kadar yayımlanan haftalık haber dergilerinden farklı olarak tasarlanmıştı. Kâğıdı, baskısı ve konsepti, bilinen haber dergilerinin tümünden farklıydı. Batılıların “İllüstrierte” dedikleri konsepte daha yakın bir dergiydi. Gündemi izlemez, kendi gündemini yaratırdı. Piyasada çok güçlü bir rakibi vardı, Nokta dergisi. Okuyucunun önünde böyle güçlü bir seçenek varken yeni bir konsepte yönelmesini bekliyordum ve riskli bir seçimdi. Derginin okuyucu tarafından beğenildiğinin anlaşılması için geçen üç – dört hafta elbette stresliydi.

Şaka bir yana, artık 25 yaşındaki çocuğunuza bakınca şimdi ne hissediyorsunuz?

Daha çok, bu dergiyi yayınlarken birlikte çalıştığım ve şimdi hayatta olmayan eski arkadaşlarımı anıyorum. Nermi Erdur’u genç yaşta trafik kazasında kaybettik. Kurthan Fişek’i bu yıl kaybettik. Kâmil Başaran, gazeteyi bir haber nedeniyle basan bir serserinin kurşunlarına hedef olarak hayatını kaybetti. Yavuz Gökmen, Ankara’dan çok katkı yapardı, onu da kaybettik. Cem Serdengeçti’yi de erken yaşta bir kalp krizi aramızdan aldı.

Tempo’ya ne kadar mesafeli durabilirsiniz?
Galiba biraz soğuk bir tipim, bu iyi bir şey mi bilmiyorum, ama yayınladığım dergi ve gazetelere artık kendime aitmiş gibi bakmıyorum. Onlar şu anda içinde çalışan arkadaşlara aitler ve benim tek ilişkim o dergi ya da gazeteyi yayına hazırlamış olmaktan ibaret. Başkalarının işine burnumu sokmayı da pek sevmem. Tempo’yu yayımlayan şirketin yöneticisiyim şu anda ve konumum nedeniyle arama bir mesafe koymam gerekmiyor tabii. Ama daha çok yönetsel işleriyle ilgiliyim, yayının nasıl yapılacağına şimdiki yöneticileri karar verirler, ben değil.

Adı geçtiğinde, kalbiniz daha hızlı atıyor mu?

Atmıyor, doğrusunu istersen.

Bir sürü derginin, bir sürü gazetenin doğumunda bizzat vardınız, Tempo’nun yeri onlar arasında ne kadar önemli?
Tempo’nun elbette benim için ayrı bir yeri var. Tempo’dan önce Playmen ve Blue Jean dergilerini yayınlamıştım. Ben hepsini ciddiye alırdım ama Tempo, başkalarının beni, bu piyasada ciddiye almalarını sağladı. Sadece eğlencelik yayınlar üreten bir gazeteci olmadığımı göstermemi sağladı. Deyim yerindeyse “Helva” da diyebileceğimi, “Halva” da diyebileceğimi Tempo ile gösterebildim.

“Siyasal’ın imalat hatası oldum”

Siz sıkı bir komünist olacakken, neden gazeteci oldunuz?
Sosyalist fikirlerle tanıştığımda lise birdeydim. Üniversite ikinci sınıftayken Yankı dergisinde rahmetli Ünsal Oskay ve Ahmet Taner Kışlalı aracılığıyla gazeteciliğe başladım. O işin bana daha uygun olduğunu ilk günden anladım zaten. Üç aylık bir üniversite asistanlığı deneyimim dışında gazetecilikten hiç kopmadım. Adam gibi yapıldığında bu işin en mükemmeli olduğunu düşünürüm. Üniversitedeki sınıf arkadaşlarımın hepsi bürokrat oldu, önemli görevlere geldiler, siyasetçiler de çıktı. Ben Siyasal’ın imalat hatası oldum deyim yerindeyse.

Neden star gazeteci olmak yerine yayın yönetmeni ya da yönetici gazeteci olmayı tercih ettiniz?
Benim tercihim değildi. İyi bir muhabirdim ve bir gün Mehmet Ali Kışlalı, bütün meslek yaşantımı değiştirecek bir karar aldı ve beni Yankı dergisinin yazı işleri müdürü yaptı. Mesleki kariyerimin yönü de böylece çizilmiş oldu.

Meslekte kaçıncı yılınız?

36’ncı yılı bitiriyorum.

Sıkılmadınız mı, bıkmadınız mı?

Sıkılmadım, çünkü hep istediğim şeyleri yaptım bu meslekte. İstemediğim, yapmaktan hoşlanmadığım bir şeyi yapsaydım sıkılırdım belki, ama hiç sıkılmadım. Bu, bir 36 yıl daha bu işi yapmak istediğim anlamına da gelmemeli tabii.

“Denizleri seviyorum”

Başınızı alıp gitmeyi düşündüğünüz zamanlar olmuyor mu?
İstanbul’un kargaşasından bunalıp kaçmak istiyorum tabii. Denizleri seviyorum, ama İstanbul’daki gibi uzaktan bakacağım denizleri değil, içinde yüzebileceğim, üstünde seyredebileceğim denizleri!

Gazeteciliğin size en keyif veren ve sizi hâlâ orada tutan yanı nedir?
Özgürlük. İş saatlerinden tut da ne yazacağıma, ne yapacağıma kadar sadece ben karar veriyorum ve bu büyük bir özgürlük duygusu. Aynı zamanda istemediğim bir durum olursa bırakıp gitme hakkını da içinde barındırıyor.

O kadar yıl çalıştınız, onlarca dergi ve gazete kurdunuz… Şöyle bir geriye dönüp bakınca, bunca emeğe değdi mi?

Bence değdi. Böyle düşünüyor olmamın nedeni çok para kazanmış olmam ya da şu kadar dergide, gazetede genel yayın müdürü olarak bulunmam değil. Birçok insanın hayatına önemli katkım olduğunu düşünüyorum. Memlekete de faydam oldu, aykırı sesleri benim yayınlarım sayesinde duyabildi ülke. Sırf Manisalı çocuklara işkence yapanların peşini bırakmamış olmam bile, mesleki bir tatmin için yeterlidir diye düşünüyorum.

Peki, bütün bu faaliyetin size kattığı ne oldu? Özgüveniniz mi arttı? Para mı kazandınız? Daha zeki bir adam mı oldunuz? İktidar sahibi mi oldunuz? Liderlik kabiliyetiniz mi gelişti? Yoksa her şeyin palavra olduğunu mu anladınız?
Para kazandım. Avrupa’da ya da ABD’de olsaydım daha da çok kazanırdım. Özgüvenim çocukluktan beri yerindeydi, rahmetli babama borçluyum bunu. Zamanla liderlik yeteneklerim gelişti. Ama iktidar sahibi olamadım, olduysam da önem vermediğim için fark etmemiş olmalıyım.

“Kendimi vazgeçilmez insan görmedim”

Keşke gazeteci değil de başka bir şey olsaydım dediğiniz oluyor mu?
Yok, yine bu işi tercih ederdim.

Tekrar yayın yönetmeni olma hırsınız var mı?
Hayır, artık geçti. Hele bu dönemde iyi ki genel yayın müdürü değilmişim diye de düşünüyorum doğrusu. Yapabileceklerimi yaptım, şimdi sıra başkalarında. Kendimi vazgeçilmez insan olarak görmedim hiç.

Hâlâ, ‘yapılmamış bir şeyi yapayım’ diye uğraşıyor musunuz?
Evet, aklıma çok fikir geliyor, ama bunu başkalarına söylediğimde yapıyorlar zaten. Doğan Burda’da mükemmel yöneticiler ve gazetecilerle çalışıyorum. Bir fikrim olduğunda onlara söylüyorum, akıllarına yatarsa benim yapacağımdan daha da iyisini yapabiliyorlar üstelik.

Dergicilik Türkiye’de ne durumda? Tirajlar geriledi mi, ilerledi mi?

Gerilemeden söz edemeyiz. Tam tersine, editoryal mükemmellik açısından da, teknik açıdan da, daha iyi dergiler yayımlanıyor. Toplam tiraj benim zamanıma göre daha da arttı. Ama tek tek dergilere bakınca eski tirajlar yok tabii. Bu da normal. Dünyanın her yerinde basılı medya geriliyor. Ama bizim işimiz içerikle ilgili. Kâğıdın bittiği yerde dijital ortam var artık.

Şimdiki gazeteleri, gazetecileri eskilerle kıyaslayın… Meslek nereye gidiyor?
Sorunumuz gazetelerimizin birer ‘o dedi, bu dedi’ ürününe dönüşmüş olması. Halkın gerçek gündemi küçümseniyor. “Bir gece önce televizyonda izlenen haberleri tekrarlamanın bir faydası olmadığı da günün birinde anlaşılır” diyorum.

Ben toptan irtifa kaybettiğimizi düşünüyorum. Siz?
Toptan irtifa kaybı var, ama bunun için suçlamamız gerekenler gazeteciler değil. Siyasi iktidarın hoşgörüsüzlüklerini ve patronların zafiyetlerini unutmayalım.

Meslek hayatınızda sizi en çok etkileyen üç kişi…

Birincisi Mehmet Ali Kışlalı’dır. Gazeteciliği ondan öğrendim, Yankı dergisinde. İkincisi Hıncal Uluç’tur, Yankı’da birlikte çalıştık, Gelişim Yayınları’nda da yardımcısıydım. Üçüncü kişi Kurthan Fişek’tir, çok uzun süre birlikte çalıştık, yaptığım her işte en yakınımda hep o vardı.

Yaşadığınız en büyük hayal kırıklığı…
Milliyet’ten kovulduğumda hayal kırıklığı yaşadım. Gazetenin satışı, aldığımda 160 bindi, bıraktığımda 350 bin. Milliyet, Sabah ve Hürriyet kadar etkili ve çok okuyucuya ulaşan, Türkiye’nin gündemini etkileyen bir gazeteydi. Neden kovulduğumu da hâlâ anlayabilmiş değilim, ama artık unuttum, geçmişle uğraşmıyorum.

Kızınız Yasemin New York’ta okuyor, yaşıyor. Ona “Türkiye’ye dön” diyor musunuz?
Yasemin, Türkiye’de doğdu ve bu ülkeye her şeyiyle bağlı. Dönmek ister zaten ve ben de o yaştaki bir insana “Şöyle yap, böyle yap” demenin bir faydası olmayacağını bilecek yaştayım.

Yoksa orada mı kalsın?
Kalmasın tabii, burası bizim ülkemiz ve şartlar ne olursa olsun ondan vazgeçmeyiz.

“Yüzümden çok şey anlaşılmaz”

Meslek hayatınızda size en çok gurur veren başarınız hangisi? Eminim bir sürü vardır, ama en gurur vereni…
Çok sayıda genç gazetecinin yetişmesinde önemli rolüm olduğuna inanıyorum. Çoğu, benim eskiden yayınladığım yayınların yöneticisi, bununla gurur duyuyorum. Bir de Posta ve Radikal’de yaptıklarımla.

Size neden “Poker surat” diyorlar? Gerçekten öyle misiniz?
Evet, ifadesiz bir yüzüm olduğu doğru, poker oyuncuları gibi yüzümden çok şey anlaşılmaz.

Sizin için bu bir avantaj mı, dezavantaj mı?
Bir avantajdır diye düşünüyorum. Gençlik yıllarıma göre artık daha sakinim, daha az sinirleniyorum.

Peki şimdi… Her şey bitti mi? Geleceğe yönelik mesleki heyecan kaldı mı?
Geleceğe yönelik mesleki heyecanım sürüyor tabii. Her gün yazı yazıyor ve yüz binlerce insanın karşısına çıkıyorum. Her gün ilginç ve okunur olmak için çabalıyorum, sürekli okuyorum. Geleceğe yönelik mesleki heyecanım eskimeyen bir yazar olmayı başarabilmekle ilgili. Başarabilecek miyim, bunu zaman gösterecek.

10 yıl sonra kendinizi hayal ettiğiniz yer neresi?
Mümkünse Bodrum’daki mandalina bahçemde kitap yazmak! Haftada bir iki gün de günlük gazetelerde yazabilirsem tamamdır!

Yelkenliyle denize açılmak…
Üç ay mandalina ağaçlarının altında, dokuz ay denizde…

“Muhalif olmak için cesaret yetmez”

Muhalif yazar olmak nasıl bir duygu?

İyi bir duygu! Bağımsızlığımın ve özgürlüğümün altını çizen bir durum! Memleketimizin en önemli sorunu demokrasi, adil yargı ve iyi işlemeyen kamu yönetimi. Bunlarla ilgili yazarak da olsa bir katkım oluyorsa, başarmışım demektir.

Muhalif yazar olmak için ne gerekiyor? Cesaret yetiyor mu?

Cesaret yetmez. Okumak, donanımlı olmak ve eğilip bükülmemek de gerekir. Sahip olduğun lükslerden vazgeçebilmeyi de hesaba katmak gerekir.

Korktuğunuz oluyor mu?
Ben korkmam. Çocuğum büyüdü, kendi ayakları üzerinde durabiliyor. Ben de çok derin ihtiyaçları olan birisi değilim, bulunduğum yeri bu nedenle kaybedersem kendime yepyeni bir hayat kurabilecek bir yaşam anlayışım var. Neden korkayım ki?

Sizin gazeteciler arasında arkadaşlarınız çok mu?

Arkadaşlarımın büyük bölümü gazetecidir.

Özel hayatınızda sizi en çok heyecanlandıran, motive eden şey ne? Aşk mı?
Saramago, Nobel konuşmasında hayattaki en büyük devrimin aşk olduğunu söylemişti, bence de öyledir. Aşk yoksa hayatın ne anlamı var?

Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Çok iyi görüyorum. Türkiye gelişiyor, kendi sorunlarını demokrasi içinde çözme yeteneğini de kazandı.

Bir gün AKP gider mi?

Her iktidar günün birinde gider. Sultan Süleyman’a kalmayan, başkasına da kalmaz. Önemli olan onların gitmesinden daha çok gittiğinde, kimlerin geleceği. Demokrasiyi içselleştirdikçe kuşkusuz ki daha iyileri gelecek.

AKP’siz bir Türkiye düşünebiliyor musunuz?
Benim yaşam sürecim içinde AKP kuşkusuz ki hep olur, böyle bir siyasi damar Türkiye’de var ve çok güçlü olduğu için de gücünden kaybetse de, varlığını korumaya devam eder. Eminim ki AKP de zaman içinde demokrasi fikrine daha çok yaklaşacak, evrim geçirecek, dönüşecek. Ama fütürist değilim ki daha ayrıntılı bir analiz yapabileyim.

En tutkulu olduğu şey

Yazılarınızda ısrarla aynı soruları sorarak neyi kanıtlamaya çalışıyorsunuz?

Gazetecilikte fikri takip önemlidir. Ve Türk siyaseti ile kamu yönetimi, “Bir konuyla ilgili olarak tam siper olunursa o konu unutturulur, bir süre sonra kimse hatırlamaz” diye düşünür. Gazetecinin görevinin buna engel olmak olduğunu düşünürüm, onun için aynı soruları sorup duruyorum.

En favori tatil mekânınız?
Ege ve Akdeniz’in koyları. Ayvalık’tan başlayarak Kaş’a kadar.

En vazgeçemeyeceğiniz şehir…
Bütün olumsuzluklarına rağmen İstanbul.

Hayatınızı değiştiren insan?
Rahmetli Prof. Dr. Ünsal Oskay. Beni gazeteciliğe yöneltmeseydi ya akademisyen olacaktım ya da diğer sınıf arkadaşlarım gibi müfettiş. Kızım Yasemin’in doğumu da hayata ve kadınlara bakışımı değiştirdi, Türkiye’de başka sorunların yanı sıra bir kadın sorunu olduğunu da onun doğumundan sonra fark ettim.

En tutkulu olduğunuz şey…
Âşık olma fikrine âşığım diyeyim.

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Röportaj
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular