Öncelikle sizi Depeche Mode sanan veya “Yabancı grup bunlar” diyen var mı?
Hatice: Depeche Mode’a benzetilme konusu o kadar çok konuşuldu ki… Çok daha büyük problemler var, konuşulması gereken başka şeyler var. Bu memleket ve üzerindekiler, en yakın dostlarımız hatta bizler, kendimiz gibi olmayan, değişik olan, bizden olmayan her şeye saldırıyor, dışlıyoruz. Soaked bu ülkenin %1 ‘inden az bir kısmı tarafından takip edilen bir alanda, kendisi gibi olanlarca bile dışlanan bir grup.
Adam İstanbul’da ana akım dışı müzik hatta synthpop yapıyor, ama Soaked’u duymadım diyor. Eh be kardeşim… Aç gözünü artık. Nasıl bu kadar kopuk ve meraksız olunur? İstanbul’da çıkmadığımız büyük sahne ve festival kalmadı. Bir yılda basına 250’ye yakın haber ve röportaj verdik. Ama benimle aynı sahnede benden bir hafta sonra çalacak müzisyen Soaked’u bilmiyorum diyor… Bunu neden söylüyorum, sürekli Soaked’un neye benzediğini konuşuyoruz, artık neye ve kime neden benzemediğini konuşmak istiyorum ben.
Müziği seviyoruz ama sanatı daha cok seviyoruz diyorsunuz. Bunu biraz açalım. Edebi bir beslenmeden mi söz ediyorsunuz?
Balamir: Müzik işitsel bir deneyim. Gel gör ki Bjork’ün son albümü Biophelia’da bunun başka noktalara da çekilebileceğini görüyoruz. Soaked’un amacı sadece müzik yapan bir grup olmak değil bir üretim platformuna dönüşebilmek. Bunun için şimdilik benim çizimleri kullanıyoruz ve Emre Akay’ın bence son derece ilginç küpleri ile farklı alanlarda yol alıyoruz. Okan Dirim ile fotoğraf alanında farklı bir noktaya gittik. Sahnemizde çeşitli VJ’ler ile çalıştık. En son Engin Eraydın ile beraber çalışmalarımız oldu. Müzik işi bir şov işi. Her zaman önceliğimiz müzik ama biz sadece duyan değil koku alan gören yaratıklarız. Sanat bütün duyulara hitap ediyor. Bizim de amacımız o. Avrupa’da ve Amerika’da bu işi bitirdiler. Biz çok geriden takip ediyoruz. Sanata sevgi çocukluktan başlıyor. Annem ve babam olmasaydı karanlığın içinde yüzen biri olacaktım. Onlar sayesinde kurtuldum ve her zaman bütün sanat dallarına sevgim oldu. Soaked bu olmalı ve bu yolda ilerliyor.
Konserlerinizdeki görsel anlatım çok vurgulanıyor. Bize biraz bundan bahseder misiniz?
Emrah: Konserlerde VJ’ler ile çalışıyoruz. Bütçe yokken bile animasyon ile karışık görüntüler yansıtıyoruz. Hazır görüntülerden bahsetmiyorum.
Yapmış olduğum çizimlerin yansıtılmasından bahsediyorum. Simdi de Ceren Aksungur ile foto manipülasyon alanında çalışmalar yapacağız ve İKSV konserinde bu işi tanıtacağız. Biraz bütçe olsa daha da uçuk yerlere gidilebilir ki gidilmeli de. Örneğin biophelia! Ama bunun olması için önce piyasa ve pazar gerekli. Türkiye’de bu pazar ve piyasa henüz mevcut değil.
Türkiye’de İngilizce şarkılar genellikle Eurovision seviyesindedir. Sizin lirik anlatımınız testi geçiyor. Nereden öğrendiniz İngilizce’yi böyle etkili kullanmayı?
Balamir: Ana dilim İngilizce. Türkçe’ye 12 yaşından sonra hakim oldum. Eşim Annalise İngilizce öğretmeni. Editörüm o şarkı sözlerinde. Bundan dolayı zorlanmıyoruz. İngilizce’yi etkili kullanmanın altın kuralı: James Joyce oku gerisi gelir. (Gülüyor)
Peki yaptığınız müziğe Türkçe söz gider mi? Öyle bir durum var mı müzikte?
Balamir: Bu müzik Türkçe yapılmaz.
Benim kafamda en azından öyle. 35 yıllık hayat tecrübem bunu gösteriyor. Hani emin olduğunuz bir şeyler vardır örneğin çim yeşildir. Bu da onun gibi bir şey. Tabii çimin diğer gezegenlerde yeşil olup olmadığından emin değilim. Yaptığımız müziğin Türk kültürüne ait hiç bir denklemi, bağı yok. Hatta belki de bizim bu kadar garip olmamızın nedeni o. Soaked olabilecek en yanlış yerde. Popülerlik ile başarı arasında ince farklar var. Soaked’u ilginç kılan ne biliyor musunuz? İnadına tersini yapıyoruz ve günden güne genişliyoruz. Sizce bu nasıl oluyor? (Kısa bir süre bekliyoruz, sanırım gerçekten soruyor, ama ben cevap vermiyorum)
Röportaj: Berk İybar