Genç kuşaklar, tıpkı Rönesans insanı gibi sessizliğe gömüldü.
Genç kuşaklar, tıpkı Rönesans insanı gibi sessizliğe gömüldü. Bu internet sessizliği, ekran başından ayrılır ayrılmaz bitiyor. Acısını her yerde, her durumda konuşarak çıkarıyorlar. İnternetle doğan Beş Yıldız Hareketi, şimdi bu yaygarayı parlamentoya taşıyor; hatta orayı lejyoner kampına dönüştürüyor.
Bu köşenin, ‘içeriden bilgilendirme’ köşesine dönüşmemesi için, Eugenio Scalfari(1) ile sürekli bir diyaloğun merkezi olmasını istemem. Ancak bir süre önce başlayan görüş alışverişine son bir dipnot koymalıyım. Scalfari son yazısında, her ne kadar yazının icadıyla sessiz kültürün öğeleri baş göstermiş olsa da, antik çağlarda iletişimin esas olarak sözlü gerçekleştiğini hatırlatıyor ama gerçekten sessiz bir kültüre ulaşmak için Rönesans’ı ve basının icadını beklemek gerektiğini belirtiyordu. Aklıma, geceleri soylu giysilerini kuşanıp, sessizce geçmişin büyükleri ile konuşan Machiavelli geldi. Ve, online enformasyon ile ilişkisinin ana hatlarını ortaya çıkardığı sessiz kültürlerin gelişimi başladı (artık sadece TV ve sinema konuşuyor).
Sessizliğin daha önce başladığını belirtmek isterim; Aziz Agostino’nun, ‘okurken gözleri bir sayfadan diğerine geçen… Bu esnada sesi ve dili istirahat eden’ Aziz Ambrogio’nun ne müthiş bir insan olduğunu fark ettiği an. Bu, o zamana kadar yüksek sesle hecelendiği anlamına geliyor (kısaltmalarla dolu yazıtlar için bu çok doğal ve kötü bir el yazısıyla kaleme alınmış mektubu okurken, biz de aynısını yaparız). Yani Agostino döneminden beri sessizce okuyan kültürlü bir sınıf olgusu başlıyor. Ne sessizce ne de yüksek sesle okuyabilen halk sınıfları için (İncil’i okuyan çoğu Protestan ve kitap dostu Yahudiler hariç) durum farklı tabii ki.
Ve okuması olmayanlar için hâlâ vaizlerin ve âşıkların anlatımları geçerliydi; tefrika romanların sükse yaptığı 1800’lerde bir binanın sakinleri, kapıcıyı veya okuması olan ve öyküyü anlatan başka birini dinlemek için toplanırlardı.
Bilgisayarın icadıyla herkes sessizce okumaya alıştı. Yaşlılar belki hâlâ radyo ve televizyon yaygarasını tercih ediyordur, ama gençler sessizce ekranla diyalog kuruyor. Scalfari’nin köşe yazısında anlattığı yalnızlığın kaynağı bu işte.
Neler oluyor peki? Sessizliğe mahkum (ama Machiavelli gibi onun güzelliklerinden yararlanmasını bilmeyen) bu büyük kitle konuşma ve ses duyma ihtiyacı hissediyor. Ve ekran başında olmadıkları zamanlar, sokakta, trende, tuvalette (kontrol etme şansım olmadığı için tahmin ediyorum), obsesif bir şekilde, özellikle önemsiz konularda, cep telefonu ile konuşuyor. Kaybolan yaygara, başka bir yerden giriyor.
Yaygara siyaseti
Bil bakalım Grillo. “Bu sağır ve gri salonu, bir lejyoner kampına dönüştürebilirdim.” Kim söylemişti? Mussolini; Roma Yürüyüşü’nün ardından Meclis’e yerleşirken 16 Kasım 1922 tarihinde yaptığı konuşmasında. Belki o salona saygısından, Mussolini orayı lejyoner kampına dönüştürmedi. Sadece kapattı. Daha iyi değildi ama daha temizdi. Sonraki yıllarda parlamentonun haklarına karşı çıkan tek bir hareket oldu: Parlamento dışı grupların hareketi. Devrim yapma kararıyla üniversiteleri, fabrikaları, meydanları işgal etmeyi tercih ettiler; seçimlere katılmak ve o salona girmek istemediler. Belli ki, yok etmek istedikleri ve yasallığını inkâr ettikleri bir parlamentoya girmeyi aptalca ve gereksiz buluyorlardı.
Şimdi Beş Yıldız Hareketi’nin son olayları, bizi görülmemiş bir uygulamayla karşı karşıya bırakıyor. Parlamento dışı olmak istemeyen, seçimlere katılan, seçim konsensusuna katılan, ama sonra girdiği o parlamentoyu yok sayıp bir lejyoner kampına dönüştüren bir hareket. Belli ki, ortada bir çelişki var, çünkü lejyoner kampına dönüşen bir parlamento, onun üyesi olmak isteyen lejyonerlerin de yasallığını yok eder. Karısına nispet için hadım olan adam misali.
(1) Eugenio Scalfari; La Repubblica gazetesinin kurucusu, gazeteci, yazar, siyasetçi