Ahmet Kardam, 19. yüzyıl Kürt tarihinde dönüm noktası oluşturan bir isyanı mercek altına alırken, günümüzdeki özerklik taleplerinin tarihsel köklerine de ışık tutuyor.
Geçtiğimiz ay, 19. yüzyıl Kürt tarihine ilişkin, önemli bir kitap yayımlandı: Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan: Direniş ve İsyan Yılları. Ahmet Kardam’ın Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan 800 küsur sayfalık belgeyi inceleyerek üç yılda tamamladığı bu çalışmayı, Bedirhan Bey’in Osmanlı’ya karşı başkaldırısı konusundaki diğer çalışmalardan farklı kılan iki temel özelliği var: Diğer araştırmacıların inceleme olanağı bulamadığı kadar çok sayıda arşiv belgesine dayanması, ve bunların değerlendiriliş biçimi.
Arşiv belgelerinde yer alan olayları ve aktörlerin o olaylar karşısındaki tutumlarını ikincil kaynaklardakilerle harmanlayıp kronolojik sıraya sokan yazar, bu çabasını, binlerce küçük parçadan oluşan, ‘hareketli’ bir yapbozu tamamlamaya çalışmaya benzetiyor. Kürdistan tarihinin 1837 ile 1847 arasındaki on yıllık dönemini neredeyse günü güne izlememizi sağlayan bu kronolojiyle, 1840’lar Kürdistanı’na damgasını vurmuş olan Bedirhan Bey’in mücadelesinin belli başlı aşamalarını, kendi liderliğindeki Kürt beyleri ittifakını nasıl kurduğunu, Osmanlı’ya karşı izlediği mücadele yöntemini, yenilgisinin nedenlerini, ve yaşamının en karanlık sayfasını oluşturan iki Nasturi katliamının içyüzünü, ilk kez, söylencelerin içerdiği abartma ve hatalardan arınmış bir biçimde anlama imkânına kavuşuyoruz. Yazar, aktardığı öykünün ve öne sürdüğü savların kontrol edilmesine imkân vermek amacıyla, atıfta bulunduğu 229 belgenin orijinal kopyalarını ve transkripsiyonlarını, kitabın arka kapağına yerleştirilmiş bir CD ile okurlarına sunuyor.
Fetih harekâtına karşı ‘özerklik’ direnişi Bugüne kadar yapılmış çalışmalarda, Bedirhan Bey’in direniş ve isyanının hedefi, niteliği ve tarihine ilişkin tartışmalar esas olarak iki zıt görüş etrafında toplanıyordu. Bunlardan ilki, Bedirhan Bey’in Osmanlı’ya başkaldırmasının nedeninin ‘bağımsız/ özerk bir Kürdistan’ kurmak olduğunu, ikincisi ise, bu direniş ve isyanın böyle bir amaç gütmediğini, “Tanzimat’a karşı feodal (gerici) bir ayaklanmadan ibaret olduğunu” savunan görüştür. İlk görüşü savunanlar savlarını esas olarak söylencelere, ikinci görüşü savunanlar ise 1937 Dersim harekâtında görev yapmış emekli jandarma albayı Nazmi Sevgen’e dayandırır. 1960’lı yıllarda kendisine tanınan çok özel resmi ayrıcalıktan yararlanarak Osmanlı arşiv belgelerini inceleme olanağı bulan Sevgen’in seçtiği birkaç belge ve yaptığı yorumlar, ikinci görüşün savlarının dayanağı haline gelmiştir. Ahmet Kardam, kitapta, ikinci görüşün –bütün ‘bilimsel’ görünümüne rağmen– yanlış olduğunu, kanıtlarıyla ortaya koyuyor. Yazara göre, Bedirhan Bey’i tarih sahnesine çıkaran olgu, Sultan II. Mahmud’un, devleti yeniden yapılandırma ve merkezileştirme hedefiyle 1835’te başlattığı, Kürt beyliklerinin 16. yüzyıldan beri sahip oldukları özerkliğe/bağımsızlığa kesin olarak son verip o coğrafyayı imparatorluğun sıradan bir parçası haline getirmek amaçlı fetih hareketidir. Bedirhan Bey’in 1839’daki Nizip Savaşı sonrasında başlatıp 1847’deki yenilgisine kadar sürdürdüğü direnişin hedefi, Osmanlı’nın Kürdistan’a karşı düzenlediği fetih harekâtını durdurmak, Kürt beyliklerinin özerkliklerini/bağımsızlıklarını koruyup pekiştirmek, kurduğu ittifaklarla beyliklerin birliğini sağlayarak onları ‘federal bir Kürdistan’ halinde devletleştirmek ve bunu bir şekilde Osmanlı’ya kabul ettirmekti.
Yenilginin Bugüne Uzanan Sonuçları
Yazara göre, Bedirhan Bey’in 1847’deki yenilgisi Osmanlı Kürdistanı tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu yenilgiyle birlikte Osmanlı Kürdistanı’ndaki beylik düzenine son verilmiş; Kürdistan’ın Osmanlı tarafından fethi tamamlanmış; günümüzdeki ‘Kürt sorunu’nun temelleri atılmış; çok çeşitli etnik ve dinsel unsurlardan oluşan bu coğrafyanın kendi iç dinamikleriyle gelişme imkânları yok edilmiş; Kürdistan, sınırları bile belli olmayan bir coğrafya, Kürtler de adları, dilleri, kültürleri ve tarihleri bile olmayan bir halk haline getirilmişlerdir – İsmail Beşikçi’nin deyişiyle, “sömürge bile olmayan bir ülke, sömürge bile olmayan bir ulus”… Kardam, ayrıca, bu yenilginin ardından ortaya çıkan iktidar boşluğunun yarattığı yıkım ve kaosun ‘Ermeni sorunu’nun da temellerini atmış olabileceğine işaret ediyor. O tarihe kadar Kürt beylerinin himayesi altında, Kürtlerle barış içinde yaşayan Ermeniler, yoksulluk içine yuvarlanan Kürtlerin, ardından da 1860’larda Osmanlı topraklarına göç eden Çerkeslerin hedefi haline geliyorlar.
Ahmet Kardam, arşiv belgeleri ve ikincil kaynakların sunduğu verilere dayanan bu çalışmada, 1915’ten, günümüzdeki özerklik taleplerine kadar pek çok önemli meselenin tarihsel köklerine de ışık tutuyor. Bedirhan Bey’in beşinci kuşak torunu olan ve bunu ancak 50 yaşından sonra, babaannesinin babası Mihalzade Ali Galip Paşa’nın ölmeden önce kaleme aldığı bir anı defterinin bulunmasıyla öğrenen yazarın, ailesinin, etnik kökenlerini saklayarak onun kuşağını ‘Beyaz Türk’ olarak yetiştirmesinin ardındaki sırrı anlattığı ilk bölümse, kitabı ayrıca ilginç kılıyor.