Milenyum Türküleri/Nüfus

Yerkabuğuna yakın toprak ve havada mebzul miktarda azot, hidrojen, oksijen, karbon, efendime söyleyim demir, kalsiyum ney bulunur.. Öyle de olur ki, bunlardan bir kısmı uygun şekillerde birleşerek bu bizim...

Yerkabuğuna yakın toprak ve havada mebzul miktarda azot, hidrojen, oksijen, karbon, efendime söyleyim demir, kalsiyum ney bulunur.. Öyle de olur ki, bunlardan bir kısmı uygun şekillerde birleşerek bu bizim ıspanak, keçi, yabandikeni, gergedan, buğday, insan, amiba dediğimiz suretlere bürünürler.. Muhtelif ahval ve şeraitte bu suretlerin oranları dinamik olarak ve fakat belli sınırlar içinde kalarak değişir ki, işte biz buna ekosistem diyoruz..

Ekosistem

Yine olur ki, ahval ve şerait değişir ve buna bağlı olarak bu oranların belli sınırları da değişir.. Ne bileyim, buzul çağı başlar değişir.. Ama öyle lap diye de değişmez, dünya yüzlerce kez güneşin etrafını turalar, anca öyle değişir.. Bir istisna ile ki, bu benim de mensubu olduğum insan türü n’apıp edip kendi oranını artırmaya ehil kılınmıştır..

Ekosistemin kasıtlı veya kasıtsız olarak insan lehine değiştirilmesine, yani mevcut azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumdan daha fazla insan imal edilmesine medeniyet diyoruz..

***

Efendim biliyosunuz, artık siyasi tarih revaçta değil, medeniyet tarihi yazılıyor.. Yazarken de işte fransız devrimi, rus devrimi pek bi az devrim oluyor.. Tamam o da devrim, ama biraz az devrim.. Asıl heybetli devrimlerimiz başka.. Mesela tarım devrimi..

Genel kabule göre insan toplulukları dünyanın çeşitli yerlerinde birbirine benzer evrelerden geçtiler.. Bu nuh tufanı da dediğimiz son buzul çağının dibine kadar yaşamış ben diyeyim onbin, siz deyin yüzbin nesil insan (hatta pasifik’in ücra okyanuslarında içinde bulunduğumuz çağlara değin sarkarak) avcı-toplayıcı olarak yaşadılar.. Bu uzuun devre boyunca doğanın ancak çakal kadar erdemli ve yaşama şansı çakaldan fazla olmayan naciz birer parçasıydılar.. Diğer büyük memelilerden hızlı bir nüfus artışı sağlamamız için makul bi sebep görünmüyor.. Yani olsa olsa buzul erir, yaşama alanı artar, yayılırsın.. Ama onu bizon da yapar, antilop da yapar..

Uzak desem uzak da değil, yaklaşık dörtyüzüncü kuşaktan atalarımızın, ki konyalı varsa aramızda onun sahici atası olma ihtimali bi nebze yüksektir, karacahöyük civarında yağmura dayalı tarım yaptıkları söyleniyor.. Yüzelli kuşak kadar beri gelince de mezopotamya’da ilk kez sulamaya dayalı tarım yapılmış.. Aynı tarihlerde avrupa’da başka insan toplulukları açmacılığa dayalı tarım yaparak kuzeye doğru ilerliyorlardı..

Tarım en yalın anlamıyla buğday ve ıspanağın ekosistemdeki oranını yabandikeni aleyhine artırmak demektir.. İşinize yarayacak nebatatin rüzgarda kimbilir nereye savrulacak tohumunu özel olarak toplar, daha evvelden işinize yaramayan nebatatı özenle söktüğünüz yere dikersiniz.. Yetinmez bi de iyi dölleri kötüleri aleyhine seçersiniz, ki buna tahılsa tohum seçimi diyoruz, meyveyse aşı diyoruz, yani o canlı türünü kendi içinde de dönüştürürsünüz, daha doğrusu yapay seçim yoluyla evirirsiniz.. Neticede bunun müşterisi olan karga ve insanın da başka bitakım türler aleyhine azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumdan payları artmış olur..

Açmacılığa dayalı tarım her ne kadar balta girmemiş ormana balta girmek ve alttan çıkan bitek topraktan yararlanmak suretiyle yapılsa da nisbeten az dönüştürücüdür.. Yani nedir ki, o ahali orayı üçbeş sene yontuyor, tüketip basıp ötey yana geçiyor.. Orman da bi daha büyüyor.. Mezopotamya’daki hadisenin asıl dehşetli tarafı, ki dehşeti avrupa’dakinden farklı olarak buradaki nüfus patlamasından belli, sulamadır.. Bi yere yerleşiyorsun, yakında bi yerde suyu kontrol altına alıyorsun, ordan ver allah ver suyu, artık sittin sene ordasın.. Çeşitli kavimlerin köyleri üstüste yığılıp höyük olacak kadar..

***

Denk çağlarda dünyanın başka yerlerindeki başka atalarımız da, ki çekikgözlü varsa aramızda onun sahici atası olma ihtimali bi nebze yüksektir, hayvanları evcilleştirdiler.. Bu da azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumun daha fazla keçi ve dolayısıyla insan haline getirilmesi demekti.. Bu insanlara da yarı-göçebe toplumlar diyoruz.. Bunun tarıma kıyasla daha güdük bi dönüştürme olduğu, sözkonusu hayvancılık devriminin yapıldığı memleketlerin insan nüfusunun bitürlü kemale ermemesinden anlaşılabiliyor.. Nüfus hiç dalgalanmamış değil.. İö.1700, is.300 ve is.1200 civarındaki taşmalar tarım toplumlarının kayıtlarında hakettikleri yeri bulmuş.. Taşmış da ne olmuş.. Geldiği ülkeyi hayvancı mı yapmış.. Bilakis, o bilginin bi miktarı bulunanla sentezlenmiş, ve fakat adamlar neticede memleketlerini bastıkları adamlardan olmuşlar.. Bu üç büyük göçün dışında da geçici nüfus artışları olduğunu, bunların mevcut keçilere ve keçi otlaklarına sahip olma uğruna birbirlerini kestiklerini düşünebiliriz.. Demek ki neymiş.. Tek başına hayvancı-göçebelik herkese yetecek miktarda azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumu insana dönüştüremiyormuş..

Tarım toplumunun yarı göçebe istilacılardan edindiği tek fayda hayvan ehlileştirmenin öğrenilmesi değildir.. Son büyük istilayı müteakip pax-mongolika devresinde çin-ortadoğu ticaret yollarının yeniden açılmasının orta vadede nüfusu artırıcı etkisi olduğu biliniyor.. Gerçi dolaylı bi etki bu: baharat.. Ben bu baharatın niye bu kadar önemli bi nesne olduğunu pek merak ederdim.. Öyle ya, herşey bitti nanesi kekiği kaldı, o kadar yol azıcık damak tadı için niye depilsin.. Zaten de öyle değilmiş.. Efendim, o vakit malum, bu bizim elektrikle çalışan buzdolapları yok, bu baharat başta et olmak üzere muhtelif gıdanın bozulmadan saklanabilmesini temin edermiş.. Salam sucuk devrimi yani..

Baharatın bu bahis konusu elementlerin randımanını ne kadar artırdığını, yani insan nüfusunu belirgin bir şekilde değiştirip değiştirmediğini kesin olarak bilmiyorum.. Ama onaltıncı yüzyılda avrupa ve ortadoğu’da ciddi bir nüfus artışı gözlüyoruz.. Bu ya baharat olmalı, ya yine çin’den gelen pirinç, daha da büyük ölçüde yeni dünya’dan devşirilen patates (patates ve hele de pirincin birim hektar başına besleyebileceği insan nüfusu buğdayınkine oranla daha yüksek, maalesef sayı mayı veremeyecem).. Ya da bunların ve ticaret devriminin başka sonuçlarının bi bileşimi.. Tarım tekniği konusunda muhtelif toplulukların bilgi alışverişi aryan göçleri sırasında veya helenistik devirde de belirgin nüfus artışına sebep olmuş olsa gerek..

***

Nüfusumuzu artırmak konusunda son önemli hünerimiz de bu endüstri devrimiydi.. Yani ne olabilir mesela.. Farklı kategorilerden bikaç tane sallayalım..

İlkin bu yukarıda da bahsettiğimiz gıdanın regülasyonu meselesı.. Yani buzdolabı.. Şu veya bu mevsimde pirzola, yumurta, salatalık şekline dönüştürülmüş azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumun daha uzun süre saklanabilmesi, dolayısıyla ani kıtlıkların önüne geçilmesi.. Zaman sınırlamasının yani sıra mekan sınırlaması da azalıyor haliyle, antep’te üret, uygun sıcaklık altında moskova’ya kadar gönder, daha ekonomiği yoksa tabii.. Regülasyonu sağlayacak ikinci bi gelişme daha var.. Kontrol altında yeterince enerji varsa mevsimden bağımsız olarak ürün yelpazesini geniş tutabilirsiniz, ki buna sera diyoruz.. Ve hatta hayvansal gıdalar konusunda daha iyisi var.. Doğal üreme koşullarının simüle edildiği hayvan üretme çiftlikleri.. Sayıyı daha kısa dönemlerde kontrol altında tutarak eldeki hammaddeden sığır yap, tavuk yap, alabalık yap.. Hem elin tezeğe de daha az değerek..

İkincisi yine bu hammaddenin daha verimli kullanımı.. Yaşı kemale ermiş olanlar derler ki, bu şimdiki tavuklar pek lezzetsizmiş.. Ah o elli sene evvelki tavuklar.. Yani hepsi der mi bilmiyorum, belki de demezler.. Babam der mesela.. Sebebini de söyler.. Hazır yem.. İlgililerin verdiği adla ‘premis’, bozulmuş biraz ama çaktınız: önceden karılmış demek.. Yani şimdi azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyum kendi keyiflerine bırakırsan, evet bi kısmı protein olur.. E bi kısmı da olmaz.. Olmayanları oldurma hadisesine premis diyoruz.. Veya hayvanatla değil nebatatla ilgileniyosak gübre diyoruz..

Üç.. Yerkabuğunun daha derinindeki azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumun kullanıma açılması.. Buna da pulluk diyoruz.. Traktör diyoruz, efendime söyleyim, biçerdöver diyoruz.. Ki bu şekilde sadece hammadde artmıyor, bu işleri yapması gereken kelle sayısı da azalıyor.. Traktör fabrikasında vida sıkan işçiyi falan bile katsak, birim adam başına birim gıda üretimi, yani gelecek nesle yönelik üreme katsayısı artıyor..

Son.. Belki daha vardır da ben bu kadar sallayabildim.. Gökkabuğunun daha yükseğindeki azot, hidrojen, oksijen ve karbonun da kullanıma açılması.. Efendim bunu da şu şekilde yapıyoruz.. Mesela bu hidrojen ve oksijeni öyle sap gibi tek tek avlamıyoruz.. Zaten o şekilde biraz da zor olur.. Ama bunlar bitişti miydi ne oluyor, su oluyor.. Bu su kendi kendine bitakım işler yapıyor, buhar olup ağıyor, yağmur olup yağıyor, fakat akıp gidiyor.. Biz de bu su akıp gitmesin diye, bi de giderken bizim arpayı yulafı da katıp gitmesin diye önüne set çekiyoruz.. Bunu taa mezopotamyalılar da yapıyordu, fakat bu endüstri medeniyetimiz betonu icad etti edeli, biz pek daha güzel yapıyoruz.. Buna da baraj diyoruz.. Baraj oldu muydu, zaptettiğin suyu azar azar gerekli noktaya gönder orada önce buğday, bilahare de insan olsun..

Ayrıca suyu da öyle usturuplu salarsın ki, bu işi ve daha bisürü işi daha kolayca yapacak enerji de yanına kar kalır.. Yetmezse de bikaç milyon yıldır yaşamış canlılardan artan karbonları yakarız.. Enerjinin zaptının ne şekillerde dönüp dolaşıp insan nüfusunu zıplattığı da şimdilik yazı dışı kalsın..

***

Tarım devrimi yaklaşık onbinyıl sürmüş ve onbin sene içinde bile tüm dünyaya yayılamamıştı.. Endüstri devrimi denen hadise epitopu ikiyüz yaşında.. Az zamanda büyük işler başardı.. Geçen yüzyılda batı avrupa ve kuzey amerika’da, bu yüzyılda da dünyanın diğer yerlerinde insana dönüşen azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyum oranında dramatik artışlar görüldü.. Toplam insan nüfusu yaklaşık sekiz katına çıktı.. Şu anda dünya karalarının herhangi bir noktasında, üçyüz kilometre yol tepmeyi göze alarak, nüfusu geçen yüzyıldakinin beş katına çıkmış en az bir merkeze ulaşmak mümkün olmalı..

Bu dramatik artışta sağlık devriminin rolünü kasten atladım.. Çünkü böyle bir rolü olduğunu sanmıyorum.. Tıbba saygısızlık olarak algılanmaması için hemen açayım.. Bu konuda ciddi bi gelişme olduğunu inkar edilecek gibi değil tabii, sadece nüfus artışında belirleyici etken olmadığını söylüyorum.. Tıp, üretim artışındaki gelişmelere paralel düştüğü için nüfusun artışını ‘katalize’ etti.. Çocuk ölüm oranını düşürdü, ortalama ömrü artırdı, ve böylece sekiz katlık artışın dörtyüz senede değil, ikiyüz senede olmasını sağladı.. Üretimdeki artış olmaksızın bi tıp devrimi muhtemelen geçici bi nüfus artışı ve müteakiben maltusyen dalgalanmalarla sonuçlanacaktı.. Nitekim fransız sömürgecilerin endüstriyel üretimden önce modern tıpla tanıştırdığı kamboçlar, bundan yirmi sene evvel sekiz milyona ulaşan nüfuslarının iki milyonunu bi yolunu bulup ‘gayb’ ettiler.. Geçtiğimiz yıllardaki tutsi-hutu kapışmasını, daha yakınlarda doğu timor’daki boğazlaşmayı başka herşeyden çok bu etkenin açıkladığını düşünüyorum..

***

Ne olacak.. Acaba daha ne kadar azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumu insana dönüştürebiliriz.. Veya dönüştürmeye devam edecek miyiz.. Avcı-toplayıcı atalarımız, bulundukları coğrafyaya göre değişir elbet, koyun, portakal, yabandikeni, gergedan ve başka bir alay canlıyla bir arada yaşıyorlardı.. Tarım yapmayı öğrenen atalarımız eleye eleye ıspanak, koyun ve portakalı bıraktılar, gergedan ve yabandıkeni yavaş yavaş azaldı.. Endüstiyel uygarlığımız bizi bambaşka bir yere, metropollere çağırıyor.. Batı avrupa ve kuzey amerika’da (‘kısmetse’ gelecek nesle biz de onlardan olacağız), nüfusun onda birinden daha azı tarımla uğraşıyor, bi yandan da portakalı sadece portakal olan seralara, koyunu da sadece koyun bulunan mezbaha-çiftliklere zaptetmiş durumdalar..

Kentte yalnızız.. Hemen hemen yalnızız, sadece kedi ve köpekler var bizden başka, biraz çimen, biraz kuş.. Kedi ve köpekler de bi zahmet birer insan nezaretinde birer eve girerler mi ki lütfen.. Birer insanın mülkiyetinde.. Ne kadar hayvanseveriz.. Ne kadar doğaseveriz.. Baksanıza londra’da bir safari parkı himmet eylemişler ‘vahşi’ hayvanlara.. Daha birçok büyük şehirde kentin ortayerinde ‘büyücek’ bir alanı koru olarak ‘ayırdıkları’ gibi..

Ve giderek daha fazla alanı kent yapıyoruz..

Mevcut azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumdan daha fazla insan imal edilmesine medeniyet diyoruz.. Malum bu medeniyet kelimesi medine’den türemedir, bedeviyetin karşısında kentin mağrur tanımı.. Frenkler ‘civilization’ kelimesini kullanıyorlar.. Barajları ve daha fazla insanın daha dar alanda ‘kompakt’ bir halde yaşaması için gereken katlı binaları dikenlere de ‘civil’ mühendis diyorlar..

***

Antik yunan toplumu ürüyor ve yayılıyordu.. İber’den fars’a, kırım’dan mısır’a kadar birçok kent grekçeden bozma isimler taşır.. Romalıların ikibin sene evvel kurduğu kent mesela: köln, yani kolonia.. Geç roma ve bizans devresinde akdeniz havzasında nüfusun kah içsel (az üreme), kah dışsal (kapışma) suretiyle sabitlendiği ve/ya dalgalandığı görülüyor.. Ta ki bi sonraki üretim devrimine kadar..

Batı avrupa ve kuzey amerika toplumlarında nüfus artışının son iki-üç nesildir düştüğü, düşe düşe sıfıra indiği biliniyor.. Çin aynı amaç için başarılı bi devlet propagandası yürütüyor.. Aynısını hind, çinhindi, acemi, arabi, türki için, afrika ve latin amerika için bekleyebilir miyiz.. Beklesek onlar da keserler mi bu canhıraş üremeyi..

Bi sonraki devrim, genetik devrimi olacak.. Mesela günde yüzelli kilo süt veren inekler istemez misiniz.. Organik süt makinesi.. Veya yüzde kırküç şeker veren pancar.. Veya vücuduna giren proteinin yüzde doksandördünü işleyebilen bi ‘üst-insan’.. Ah tabi, dokuz ay karında taşımak zor.. Evet, ama işin başındayız daha, unutmayın ki bundan bir nesil evvelki atalarımız gamet oluşturmak için ille jenital organlarına ihtiyaç olduğunu sanıyorlardı.. Tüp bebek birse, ikincisi neden suni rahim plantasyonları olmasın.. Eller bi daha karılsın bi daha görelim bakalım nüfustaki sabitlenmeyi..

Azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyum.. Artık kimseyle paylaşmak zorunda olmayabiliriz.. Sığır ve arpayla bile.. Yaşasın insan ırkı!

Yaşasın insan ırkının dünyadaki yalnızlığı!

 

Özgür ÇEVİK

 

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Çevre - Ekoloji
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular

  • Buzullar nasıl hareket eder?

      Tüm buzulların Buz Devri’nde ortaya çıktığı söylenemez. Bugün hala yaygındırlar. Alp buzulları örnek olarak gösterilebilir. Adlarını Avrupa’nın ortasındaki Alpler’den alıyorlar. Bu dağlarda 1200’den fazla buzul var. Alaska Yarımadası’nın...
  • Doğanın Geri Kazandığı Terk Edilmiş Yerler

    Bitkilerin insan yaşam alanlarına meydan okuduğu beş muhteşem yer. Herhangi bir bahçıvanın bildiği gibi, doğanın gelişmesi için çok fazla alana ihtiyacı yoktur – ona bir inç verin, bir mil...
  • Çarpıcı sualtı dünyaları

    Sualtı dünyalarımız pek çok tuhaf ve güzel bitkiye ev sahipliği yapıyor. Ancak bu çeşitli ve bazen değişken ortamlarda hayat her zaman kolay değildir. Kolombiya’nın Gökkuşağı Nehri’nin güçlü akıntılarında hayatta...
  • Aydın halkı yıllardır jeotermal santrallere karşı mücadele ediyor.

    Aydın halkı yıllardır jeotermal santrallere karşı mücadele ediyor.

    Aydın’ın verimli toprakları her geçen gün eklenen jeotermal santraller tarafından işgal ediliyor. Yöre halkı yıllardır bu yıkıma karşı mücadele ediyor. Türkiye’de birçok tarım ürününün üretiminde ilklerden biri olan Aydın’ın...