Kurtar beni Pinokyo…

Antalya, İstanbul, Amsterdam, Şırnak, Lizbon, Burdur, Paris, Eskişehir, Floransa, Bürüksel, Girne, Budapeşte… Oradayım, buradayım… Her yerde iken, hiçbir yerdeyim… Bazen öyle, bazen böyleyim… Yerleşik yabancıyım… Bütün şehirler ve insanlarına...

Antalya, İstanbul, Amsterdam, Şırnak, Lizbon, Burdur, Paris, Eskişehir, Floransa, Bürüksel, Girne, Budapeşte… Oradayım, buradayım… Her yerde iken, hiçbir yerdeyim… Bazen öyle, bazen böyleyim… Yerleşik yabancıyım… Bütün şehirler ve insanlarına çok yakın hissederken bir o kadar da uzağım…
Girne’de yağmur yağıyor…İzmir’de 17 aylık bebeğe tecavüz ediliyor… Irak’ta, Lübnan’da çocuklar ölüyor… Bir doktor İstanbul’da sosyal güvencesi olmadığı için hastaya bakmıyor, bakamıyor… Mudanya müftüsü bayram namazında on camiden halka, eşiniz ve anneniz dışında kimsenin elini tutmayın diye saçmalıyor…Yimpaş hortumcusu utanmadan siyasilerle gazetelere poz veriyor…

Aklı başında bir anne bunca olup biteni çocuğuna nasıl açıklayacağını düşünüyor. Nasıl anlatılabilir bozuk düzenin kuralları… Henüz bozulmamış ve bozulmasını hiç istemediğiniz küçük bir çocuğa…

Antalya’dayım…Yağmur çiseliyor. Bulutların arasından kıpkırmızı bir güneş…Tefik Çimen’i düşünüyorum… Onun müziğini… Belki hiç duymadınız, dinlemediniz. bir klasik gitar şövalyesi… Mekansız… Her yerde… Sistemin dışında, içine giremeyen, girdiğinde bozulacağını düşünen yabancıyı…

Öfkeliyim…Her yerde huzursuz… Dünyanın görülmesi hoş olmayan bütün görüntüleri üzerime üzerime geliyor. Kaçıyorum olmuyor… Anlayamıyorum huzurlu insanları…Böyle bir dünyada ben huzurluyum, hayatımdan memnunum diyebilen insanları…Kendilerine bunu nasıl yedirebiliyorlar, nasıl görmezden gelebiliyorlar bunca çirkefi…

Yine hava kararıyor…Karanlık şehrin pisliğini örterken kendimi yapayalnız ve çaresiz hissediyorum… Yolunu kaybetmiş daha doğrusu ne yöne gittiğinin hiçbir önemi kalmamış bir deli gibiyim…Dünyanın her yerinde, her mekanda aynı ruh hali… Sıkışmışlık ve çaresizlik…

Bir barda oturuyorum… Birkaç bira… Biraz özgürlük müzikleri…Birçok insan için sıkışmışlıktan kurtulmanın, bir şeyler yokmuş gibi yapmanın en kolay yolu…

Saatler saatleri, kadehler kadehleri kovalıyor… Mekanlar ve ruh halleri değişmeye başlıyor… Gerçekle gerçek olmayan birbirine karışıyor… Bir kadın barın kenarından deli gibi öfke ile bağırıyor… ‘Ben sizin bildiğiniz gibi biri değilim, ben devrimcinin en önde gideniyim…’ Sonra kollarını, geçmişte yaptığı intiharların izlerini gösteriyor ve yere yığılıyor…kaybetmiş, çaresiz… Yok olmuş…

Sonra başka bir kadın geliyor yanıma… Birdenbire yanımda beliriveriyor. İlk anda tavırları ürkütüyor beni. ‘Sen kimsin?… Nereden çıktın şimdi sen?…’Ben hiç kimseyim diyor… Her yerde iken hiçbir yerdeyim…

Senin huzursuzluğunun çözümünü ben yıllar önce buldum… Hiçbir şeyi sahiplenmeyeceksin, bir şey olmaya ya da yapmaya çalışmayacaksın, hiçbir yerde olmayacaksın… Duracaksın… Bak nasılda huzuru yakalarsın o zaman… Sen yok olduğunda görmek istemediğin bozuk düzen de yok olur… Kimseye bir şey açıklamak zorunda da kalmazsın. Hiç kimse olmanı tavsiye ederim…

Sonra bir kral yaklaşıyor bize doğru… Tacını barın üzerine koyuyor… Sinirli bir şekilde hiç kimsenin üzerine yürüyor. ‘Neler saçmalıyorsun yine… İnsanların kafasını karıştırma demedim mi ben sana… Bu topraklar benim. Düzenin sürmesi için ne gerekirse onu yaparım. Elbette huzursuz olacaklar, çaresiz ve eksik hissedecekler, güçsüz, aciz ve karşı koyamaz hale gelecekler. Tam da benim istediğim gibi…Benim gözümde iyi vatandaş, çaresiz ve kıstırılmış olandır…Sen de bunun farkındasın… Şimdi kelleni uçurtturmadan, hiçbir yer midir neresidir bir an önce kaybol buradan…Sakın düzenime karışayım deme!…

Kralın bu sözleri karşısında ne yapacağımı şaşırıyorum…Hiç kimsede ortadan kayboldu…
Çaresizlik içinde sıradan bir vatandaş olarak bar taburesinde otururken barın merdivenlerinde bir at kişnemesi duydum…Ne oluyordu acaba… Kralın yüzüne baktım, çok tedirgin görünüyordu. Başına gelecekleri anlamış gibiydi.

Tahta bir ata binmiş, şövalye kıyafetleri içinde uzun burnuyla Pinokyo barın içindeydi… Atı öylesine öfkeliydi ki zor zaptediyordu… Atını kralın üzerine doğru sürdü… Kral sıkışmıştı… Pinokyo kılıcını çıkardı, kralın gözlerinin içine baktı… Ve o da ne? Kralın kellesini uçuracakmış gibi görünürken o uzun burnunu tek hamlede koparıverdi… Artık hayatında yalan olmayacaktı… Pinokyo bu bozuk düzenin içinde adaletten yana, tıpkı Don Kişot gibi gezici bir şövalye olmaya karar vermişti… Bozuk olan her şeye müdahale edecekti…Elindeki kanlı, deliklerinden yalan ve sahtekarlık akan burnu krala hediye etti…

Çok sevindim…En başından bu yana karşıydım zaten küçük bir çocuk olan Pinokyo’nun o yalancı burunla dolaşmasına…
Krallara, politikacılara ve sistemin kölelerine ne kadar da yakışıyor o sümüklü burun…

4.11.2006
Hakan ERKAYA
Dr, Psikiyatrist

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Köşe Yazıları
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular