Mesut Yeğen’in Son Kürt İsyanı ve Cenk Saraçoğlu’nun Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler başlıklı kitapları, Kürt sorununun bugünü üzerine kafa yormak isteyenler için yeni kanallar açıyor.
İletişim Yayınları, bu yılın ilk iki ayı içinde, Kürt sorunu ekseninde iki kitap yayımladı. İlki, Cenk Saraçoğlu’nun, 2009’da BDP konvoyuna taşlı saldırı eylemiyle gündeme gelen İzmir’de meskûn orta sınıfın Kürt algısını konu alan Şehir, Orta Sınıf ve Kürtler başlıklı çalışması. Saraçoğlu’nun, İzmir’deki orta sınıfın Kürtleri tanıyarak dışlama tavrı üzerine fikirlerini kitap yayımlanmadan çok önce, çeşitli röportajlar vesilesiyle okumuş olabilirsiniz. Lakin söz konusu fikirlerin nasıl oluşturulduğunu görmek ve derli toplu tartışılarak ifade edilmiş biçimlerini anlamak açısından kitabı okumakta fayda var. Saraçoğlu, 2006-2007 yılları arasında İzmir’de 90 kişiyle yaptığı derinlemesine görüşmeleri baz alan analizlerinde, Kürtlerin ayrı bir halk olarak tanınmakla birlikte cahillik, haksız kazanç elde etmek, bölücülük, şehir hayatına ayak uyduramamak gibi nitelendirmeler aracılığıyla dışlandığını ileri sürüyor. Kültürel ırkçılığın farklı veçheleriyle ilişkilendirilebilecek bu ‘tanıyarak dışlama’ jestinin, devletin resmi inkâr politikasından bir kopuşa işaret ettiğini ve söz konusu jestin en çok orta sınıflar için anlamlı olduğunu belirtiyor. Çünkü, alt sınıflardan çok daha iyi yaşam koşullarına sahip görülen orta sınıfların, diğer yandan da Kürtlerin mevcut olduğu mahallerden (pazar, işporta tezgâhı, otobüs, mahalle vs.) kaçınmayı başaran üst-orta sınıfların yaşam koşullarından yoksun olmaları, Kürt göçmenler ile ortak mekânları kullanmaları, onlarla temas halinde kalmaları sonucunu doğurur . Üst-orta sınıf kentin dışına kaçmışken, kent merkezinin yeni sakinlerini orta sınıflar ve yoksul Kürt göçmenler oluşturmaktadır. Orta sınıf mensuplarının kent mekânında karşılaştıkları Kürtleri tanıyarak dışlama jestinin izahı için Türkiye’nin son 20 yılda geçirdiği neo-liberal dönüşümlerin ve 90’larda başlayan zorunlu göç süreçlerinin hesaba katılması gerektiğinin vurgulandığı kitapta, düşünceyi çoğunlukla bir tür kolaycılığa teslim eden kavramların (milliyetçilik, ırkçılık, resmi ideoloji vs.) Kürt sorununu açıklama potansiyelleri sorgulanıyor. Öne sürdüğü izahat biçiminin ne kadar güçlü olduğu tartışılır, ancak cevabını tatmin edici bulmasanız bile, Saraçoğlu’nun 2000’lerle birlikte toplumsal alandaki Kürt algısının dönüşümüne ilişkin olarak sorduğu sorular, üzerine düşünmeye değer.
İkinci kitap ise, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu (İletişim Yay.,1999) ve Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa (İletişim Yay., 2006) başlıklı çalışmalarından tanıdığımız Mesut Yeğen’in, 2008’den günümüze kadar çeşitli gazetelerde yayımlanan yazılarından derlenen Son Kürt İsyanı. Yeğen’in okuyucuyu yoracak akademik ve teknik detaylardan olabildiğince uzak duran ancak Kürt sorununun talep ettiği düşünsel yoğunluğun hakkını vermeye çalışan yazıları, okumaya alıştığımız türden gazete yazılarına pek benzemiyor. Bunlar daha çok kendi meselesini ısrarla anlatmaya çalışan, ve bu uğraş içerisinde yüzeysel ve genel geçer ifadelere yaslanmaktan çekinen metinler. Kürt sorununun tarihsel uğraklarından 2007 sonrası yaşanan gelişmelere, sorunun ne mene bir sorun olduğundan hâlihazırdaki çözüm önerilerine, çeşitli konuların tartışıldığı yazılar, okuru hem içerik hem biçim açısından farklı bir tartışma zeminine davet ediyor. Hakkaniyetli ve düşünülmüş ifade biçimlerini, genel geçer büyük cümlelerin yerine geçiren Yeğen, öğretmekten ziyade anlatmayı, akıl vermek yerine sesli bir şekilde iç çekmeyi tercih ediyor. Yazılarının tematik biçimde tasnif edilmesiyle, Kürt sorununun gündelik dilde tartışıldığı, dil bariyerine takılmadan incelikli bir tartışmaya vâkıf olmak isteyenlerin başvurabileceği, derli toplu bir kitap çıkmış ortaya. Zihin bariyerlerinden kurtulmak istemeyenler için ise söylenebilecek bir şey yok…
Velhasıl, her iki kitabın da, hem kapsamları, hem de içinden geçtiğimiz döneme müdahil olmaya çalışmaları açısından, Kürt sorunu üzerine son dönemde yayımlanmış en mühim ve değerli eserlerden olduklarını söylemek mübalağa olmaz.