Yaşamın günlük akışı içinde gördüğümüz, karşılaştığımız insanların sıradan bir yaşamları olduğunu düşünürüz.
Onları biraz yakından tanımaya başladığımızda ise yanıldığımızı anlarız. Öyle ki, her insanın yaşamı gerçekten bir romana ya da bir filme konu olabilecek kadar ilginçtir. Herkesin bir şiiri değilse de bir hikâyesi vardır. Kimimiz hikâyesini abartır, kimimiz de sıradanlaştırmaya çalışır.
Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” romanının erkek kahramanı Raif, ilk bakışta silik bir kişilik sergileyen, ama neredeyse tek bir yaşama sığamayacak ölçüde derin acılar yaşamış biridir. Muhtemelen Sabahattin Ali’nin kendi öz yaşamından parçalar içeren bu romanın Raif Efendisi, bir şirkette Almanca tercümeler yapan, hiç arkadaşı olmayan, karısının akrabalarıyla aynı evde yaşayan, az konuşan, hiç bir renge, hiç bir eğilime sahip olmayan, ‘lüzumsuz adam’ olarak nitelenen biri. Aslında kendi seçmiştir böyle görünmeyi: Bir adada sürgün cezasını bitirmeye çalışan bir mahkumun umarsızlığı ve kıstırılmışlığı içinde.
Oysa Raif Efendi, Havranlı bir zeytin tüccarının oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Babası onu teknoloji alanında bilgi edinsin diye I. Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya, Berlin’e göndermiştir. Ama yaşamını hiç bir zaman amaçlandıramayan Genç Raif için Havran’da, İstanbul’da ya da Berlin’de yaşamak arasında hiç bir fark yoktur. Berlin’de, yaşamın sanki kendi dışında aktığı, geçip giden günlerin birinde bir resim sergisinde gördüğü “Kürk Mantolu Madonna” tablosuna aşık olur. İşte o andan itibaren kendisini ilk kez ‘lüzümlu’ hissetmeye başlar. “Kürk Mantolu Madonna” da (yani, Maria Puder) Raif’e aşık olur. Gelgelelim, dünyaya yürekleri büyük bir boşluk duygusuyla gelmiş bu iki insanın yaşamları gibi beraberlikleri de çok sancılı olacaktır. Birbirlerine tutunmaya çalışırlar. Ancak Berlin’de yaşanan bu aşk, yüreklerindeki boşluğu doldurmaya yetmez. Tam yaşamları anlam kazanmaya başlamışken, Türkiye’den Raif’in babasının ölüm haberi gelir. Kısa süreliğine ayrılırlar. Ama bir daha hiç görüşemezler.
Genç Raif’in bir süre sonra Raif Efendi oluşu, bu ayrılığın onu bir daha ayağa kalkamayacak kadar yıkıma uğratmasındandır; Maria Puder’e gönderdiği mektupların açılmadan geriye gelmesindendir: Tek sevdiği insanın da ona ihanet ettiğini düşünmesindendir. Raif Efendi için artık yaşam bütünüyle anlamını yitirmiştir. ‘Ölmeye bile değmeyecek’ hayatta akışla birlikte sürüklenip gidecektir.
Raif Efendi onbeşyıl bu hayal kırıklığıyla, Maria Puder’e öfkelenerek yaşar, ta ki onbeş yaşlarında bir Alman kızıyla karşılaşıncaya değin. Bir an, açılmadan geri gönderilmiş mektuplara, cevapsız sorularına, onbeş yılın tüm acılarına karşılık gelir. Yıllardır sadece nefes alıp vermeden ibaret olan yaşamının boşunalığı daha çok gözler önüne serilir.
Raif Efendi yalnızca Maria Puder’le geçirdiği o tek bir yılı ‘gerçekten’ yaşamıştır. Hayatının geri kalan kısmını ise anılarını düşleyerek, o bir yılı özleyerek geçirmiştir. Raif Efendi, Tiergarten Ormanı’nda, kanal kıyılarında, Wannsee’de Kleist’ın sevgilisi ile intihar ettiği ağaçların altında, ‘Gamsız Sarayı’nın parkında, Anhalter İstasyonu’nda, Ku’damm’da ‘Atlantik Gazinosu’nda, sadece Maria Puder’i dinlerken yaşadığını hissedebilmiştir.
Sabahattin Ali’nin de yaşadığı mekânlardır yukarda sıralanan mekânlar. “Kürk Mantolu Madonna”, hiç bitmeyecek gibi görünen yaşamın kısalığının; yitirilmiş olanın, tüm yaşamı etkileyecek kadar güçlü sanılmasının; görünenin, yalnızca aslını gizleyen bir yüz olduğunun ve daha pek çok şeyin romanı…
Tadına doyulmayan bir çok öykü yazmış olan Sabahatin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı, okurda bir bitmemişlik (romanın bittiği yerde başladığı) duygusu uyandıran ilginç bir çalışma.
Deniz IŞIK