Korkunun Anatomisi

Hemen her sinema çıkışında aynı homurtular. Tatminsizlik. Hayal kırıklığı. Yine iddialı korku filminden zerre kadar korkulmadan eve dönüşler. Karanlık sokakta ardına bile bakacak kadar tedirgin olamama hali. Yeni dönem...

Hemen her sinema çıkışında aynı homurtular. Tatminsizlik. Hayal kırıklığı.

Yine iddialı korku filminden zerre kadar korkulmadan eve dönüşler. Karanlık sokakta ardına bile bakacak kadar tedirgin olamama hali. Yeni dönem korku filmleri bir türlü korkutmayı başaramıyor. Sebep?

Korkunun anatomisi

Korku Nokta Com, Jeepers Creepers, Hayalet Gemi, Düş Kapanı ve daha onlarcası. Bunlar son yılların korku filmleri. Sinemaya geliş sıklıklarına ve gişedeki hasılatlarına bakıldığında bir korku filmi furyası yaşandığı düşünülebilir. Ancak bu doğru değil. Korku filmlerinin bir eksiklikleri var. Korkutmuyor. Korkutamıyor. “Diğerleri” ve “Halka” dışında kalanlar hakkındaki ortak görüş seyircinin sinemadan doymadan çıktığı yönünde. Neden hiç kimse korkmuyor? Sorun izleyenler de mi yoksa filmlerde mi? Sorunun cevabı korkuyu tanımakta ve korkutmayı bilmekte yatıyor.
Psikoloji algılamayı, özellikle anılara bağlı olarak duyuları uyaran bir tanıma ve yorumlama olarak açıklıyor. “Algılamak sabitlemektir. Algılarken anlamlandırıyoruz, bu edim algının kendisini bile geride bırakıyor,” diyor Fransız filozof Henri Bergson. İnsan, duygularını uyaran dış bilgiyi büyük oranda hafızasıyla anlamlandırıyor. Carl Jung kuramında diyor ki, “İnsanın yaşamı boyunca bastırılmış duyguları ve düşünceleri kişisel bilinçaltında yer ediniyor. Ortak bilinçaltı ise kalıtımla edinilmiş duygular, düşünceler ve tüm insanlığın anılarından oluşuyor.” Jung bu birikimi “arketip” olarak adlandırıyor. İlkel zamanlardan kalma görüntüler, kendilerini din, mitler, masallar ve fantezilerde simgeleştiriyor.

Bir sinema filmi insanoğlunu atalarından kalma anılarıyla ta derinden yakalayabiliyor. Bu simgeler ve kodlar etkileme ya da rahatsız edebilme gücüne sahip olabiliyor. Korkuyu tanıyan birinin başkasını korkutması bu nedenle mümkün. Çünkü benlik gerçeğin büyüsüne olduğu kadar büyünün gerçeğine de açık. İçine girip girip çıkılan sanal dünya ya da hiper gerçeklik insanların yaşamlarında alışkanlık edindiği bir yer halini aldı. Eski teknoloji maddi kaynaklar üretip dağıtırken, yeni teknoloji bilgi üretip dağıtıyor. İleri teknoloji maddeden çok zihne bağlı artık.

Oysaki insanlar gördüklerinden ve bildiklerinden korkmuyor. Belirsizlik çok daha korku verici. Teknoloji yardımıyla yaratıklar, canavarlar, hayaletler yaratmak sorun değil. “Jeepers Creepers” filmiyle ilgili çıkan bir eleştiriye göre şeytani kötü yaratık gün yüzüne çıkana kadar film, korkutabilmek adına gayet başarılıydı. Ancak o andan itibaren, yani tehlike görünür ve sindirilebilir olduktan sonra seyircinin korkacak bir şeyi kalmadı. Belki teknolojinin yarattığı bir yabancılaşma, belki de sadece film seyrediyor olmanın verdiği bir rahatlık insanın korkmasını engelliyor. Asıl mesele seyircinin izlediğiyle gerçek hayatı arasında sıkı bir bağ kurulması. Bir hayalet filminde gerçek korkuyu kanlı dişleri olan bir ucubeyle sağlamaya çalışmak yerine, çocukluktan gelen huzursuzları deşmek yetişkin ve modern bir insanı sarsmak için daha iyi bir yöntem. İşin sırrı Amenabar”ın “Diğerleri”ni yapmaya karar vermesini anlattığı satırlarda yatıyor olsa gerek. “Uzun, karanlık koridorlarla dolu bir film yapmak istedim. Çocukluk kabuslarımın koridorlarını arşınlamış ve hiçbir zaman açığa çıkmamış o varlıklara bir tür saygı duruşu olmalıydı.”

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Sinema
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular