Kentsel dönüşüm bazen gereklidir. Dünyada da bunun örneklerini görüyoruz ama neredeyse hiçbiri İstanbul’daki kadar çarpık ve hesapsızca yapılmıyor. Üstelik sonu gelecekmiş gibi de değil.
Yıllar önce Paris’te otururken, bugün dünyaca ünlü bir fotoğrafçı olan arkadaşım Reza, kentin 19’uncu yüzyıl mimarisine sahip evlerinin yoğun olduğu bölgede, eski bir binanın bodrum katını almış; İran mimarisine özgü bir restorasyon ve düzenleme yapmıştı. Ama bunun kendisine ne kadar pahalıya patlayacağından haberi yoktu. O dönem, bir açılış havasındaki kutlamaya Fransa’nın daha sonra cumhurbaşkanı olacak dönemin Paris belediye başkanı Jacques Chirac bile katılmıştı. Chirac, Reza’nın evindeki düzenlemeden etkilenmiş, beğenilerini iletmişti. Oysa bir ay sonra, bu muhteşem çalışma, özel iş makinalarıyla yerle bir edilecekti. Reza harcadığı yüz binlerce frankın boşa gitmesi dışında, binaya yaptığı müdahaleden ötürü ciddi bir cezaya da çarptırılmıştı.
Bir Avrupa kültür başkentinde otururken, kentin ruhu sayılan özgün mimariyi korumanın önemini, kim olursan ol yasalar karşısında herkesin eşitliğini biliyorduk da, bu vesileyle iyice öğrenmiş olduk.
Avrupa’da neden yok?
“Çağın yaşam biçimlerine, ‘akıllı bina’ gibi çağdaşlık göstergesi sayılan şehirleşmelere örnek gösterilen yapılaşmalar, niye Avrupa başkenti Paris’te bir iki istisna dışında yok?” diye kendi kendime sorardım. Bunlardan biri Montparnasse gökdeleni. Bunu, kentte doğup büyümüş arkadaşlarım, La Défense’ı (Paris’te bir iş bölgesi) örnek göstererek açıklarlardı. Paris’in içi olduğu gibi kalmalıydı; çağa uygun son teknoloji ürünü binalar zaten La Défense’ta vardı.
İlerleyen yıllarda kendi ülkemde de büyük kentlerde nüfus artışı, doğal afet riski ve çarpık yapılaşmaya alternatif, kentsel dönüşüm uygulamaları başlatıldı. Ancak ne Paris’te, ne kentsel dönüşümlere örnek gösterilen Hiroşima (Japonya), Potsdam (Almanya), Beyrut (Lübnan) ve Guangzhou’da (Çin) bizdeki kadar hesapsız ve çarpık dönüşüm projeleri hayata geçmedi. Kaldı ki Guangzhou da, dünya örnekleriyle kıyaslandığında pek iyi bir noktada durmuyor.
Tarih gider gökdelen gelir
En son belgesel film festivali nedeniyle ziyaret ettiğim Guangzhou’da kentsel dönüşümün son örneğine tanık oldum. Pearl Nehri deltasında yer alan, yerleşim dışında endüstriyel alanlarda da çok büyüyen kent, ne yazık ki, dünya mimari çevreleri tarafından, bizden çok daha iyi olmasına rağmen, kötü örnekler arasında gösterilmekte.
Kentin eski mahalleleri yerle bir edilirken, çok küçük ölçekte bir bölge, sadece turistlerin gezmesi için korunmuş; binlerce yıllık Guangzhou kentinin yaşam modeli turistik cazibe merkezine dönüştürülmeye çalışılmış.
Lübnan’daki eşsiz dönüşüm
Yaşamımın büyük bir bölümü Lübnan’da geçti. İç savaşın en derin izlerini taşıyan Beyrut’ta, çatışmaların yoğun olarak yaşandığı yeşil hattın limana bakan tarafında, yıllar önce böyle bir kentsel dönüşüm aktivitesi yapıldı. Mayın tarlası içinde yer alan tahrip olmuş binalar yıkıldı. Yapılan yeni binaların inşaatı sırasında ortaya çıkarılan Roma dönemine ilişkin arkeolojik bulgular, uzmanlar tarafından turizme kazandırıldı ve dünyada eşi benzeri az görülür bir kentsel dönüşüm projesi gerçekleştirildi.
Küllerinden doğan Hiroşima
Bazı kentler var ki kentsel dönüşüm bir zaruriyet haline gelmiş. Örneğin Ağustos 1945 Hiroşima’sı. O zamanlar savaşın yerle bir ettiği Alman kentlerinden biri olan Potsdam’da, ABD Başkanı Truman bir deklarasyon yayınlayarak Japonya’nın koşulsuz teslim olmasını istedi. Bir başka deyişle Hiroşima’ya atılacak atom bombasının düğmesine basılmıştı. Dünya, Hiroşima’yı dümdüz edecek atom bombasının atılmasına onay vermişti. Hiroşima, böylesi bir kayıptan sonra küllerinden yeniden doğacak ve bombanın düştüğü bölgeye, savaşı ve atom bombasını unutmamak ve unutturmamak amacıyla park inşa edecekti. Bugün her yıl Hiroşima’da 6 Ağustos günü savaşın kurbanları anılıyor.