Kas gibi hareket eden insan yerleşimleri, ağaç gibi yetiştirilen ya da toprakla bütünleşen evler… Biyoloji temelli bu tasarımların hepsi dünyanın önde gelen mimarlarından Mitchell Joachim’e ait. İstanbul’da Joachim ile buluştuk, bu radikal tasarımların arkasındaki fikre uzandık. “Ütopik, mükemmel tasarımlar yapmak, spor salonunda David Beckham’ın posterine bakmak gibi. Mükemmeli görüp, iyiye ulaşırsınız” diyor.
Geleceğin dünyası nasıl olacak? Gezegenin üzerindeki insan nüfusu 11 milyara ulaştığında kentlerin yoğunluk haritaları nasıl görünecek? Ne tür evlerde yaşayacak, nasıl otomobiller kullanacağız? Bu soruların yanıtlarını, kâr amacı gütmeyen tasarım organizasyonu Terreform ONE ile birbirinden sıra dışı, radikal tasarımlara imza atan ABD’li mimar Mitchell Joachim veriyor. Çalışmalarının hepsi biyoloji temelli mimarlık üzerine. Dünya 11 milyar nüfusa ulaştığında, kent yoğunluklarının alacağı şekli koli basillerinin yayılmasına bakarak öngörüyor; evlerin ağaçlarla birlikte, ağaçların içinde ‘yetiştirilebileceğini’ savunuyor; bir çeşit plastikten yapılan araçlarla trafik kazalarının olmadığı bir yaşam hayal ediyor. Bu fikirleri sayesinde Wired dergisi onu 2008’de ‘Bir sonraki başkanın dinlemesi gereken 15 kişiden biri’, Popüler Bilim Dergisi ‘Çevrenin Geleceği için Vizyoner Kişi’ seçti, onlarca da ödül kazandı. İstanbul’a geldiğinde buluştuğumuz Mitchell Joachim ile onu bu noktaya getiren yolu, başka türlü bir mimarlığın nasıl mümkün olduğunu konuştuk.
“Ekolojik tasarım, organik mimari” denince akla ilk gelen isimlerden birisiniz artık. Siz mimarlığınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Tasarladığım projelerin hayat dolu olmasını, büyümesini, yaşamasını, evrim geçirmesini istiyorum. Bu nedenle de “Sosyo-ekolojik mimarlık” diyorum yaptığım işe. Sosyal tarafta; düzenlemeler, yerleşim politikaları, insan davranışları, insanların doğayla ilişkileri var, ekolojik tarafta da işin bilimsel kısmı. Projelerimin hepsi radikal. Çünkü bu projelerin “Homer Simpson” dediğimiz, çevre sorunlarıyla ilgilenmeyen, bira içip, televizyon seyreden, maça giden sıradan insanların da dikkatini çekmesini istiyorum.
Koli basilleri, ağaçla birlikte büyüyen evler, lastik otomobilleri düşünürsek projeleriniz göz ardı edilecek gibi değil. Bu tür mimariyle ilk ne zaman ilgilenmeye başladınız?
Uzun yıllar önce ekolog bir kızla beraberdim. Onun sayesinde mimarlığın yanı sıra ekolojiyle ilgili pek çok şey okudum. Sonra ayrıldık ama benim çevreye ilgim devam etti. Bir yıl Minnesota‘nın ortasındaki bir ormanda yaşadım. Kışın; duş, bulaşık ve içmek için buzu delip su çıkartıyordum mesela. Doğayla bağ kurduğum iyi bir fiziksel deneyimdi. Bunlar ilk Amerikan entelektüellerine yönelik okumalarımdan kaynaklandı. Henry David Thoreau ‘Walden’ adlı kitabında, mimariyi, insan açısından değil de doğa perspektifinden, rüzgârda uçuşan yapraklar, hareket eden hayvanlar gibi insan dışı öğeler üzerinden anlatır örneğin. Hearshey de ‘Hiroşima’ kitabında insanların yıkıcı zararlar verebileceğini gösterir. Hem Minesota’da yaşadığım deneyim, hem okuduklarım, hem de Fukuşima nükleer santralindeki kaza gibi tanık olduğum çevre felaketleri, bugünkü mimari yaklaşımımı belirledi. Temelde çok basit: Dünyanın kaynakları sınırlı. Daha mantıklı, dünyanın kendi metabolizmasıyla uyumlu, daha makul bir hızla büyümeyi öğrenmemiz gerekiyor.