Kendi Kendini Yiyen Ülke: Cezayir

Terör, bir devletin kaçış noktası olamaz. Ama ne yazık ki sınırları dahilinde olan terör, devletler için bir kaçış noktası. Unutulan bir şey var ki, devlet denilen organizasyon, sınırları dahilinde...

Terör, bir devletin kaçış noktası olamaz. Ama ne yazık ki sınırları dahilinde olan terör, devletler için bir kaçış noktası.

Cezayir Silahlı İslami Grup

Unutulan bir şey var ki, devlet denilen organizasyon, sınırları dahilinde kendisine toplum sözleşmesi de dediğimiz yazılı ya da yazısız o anayasal sistemin sözlesenlerinin hukuklarını temin etmekle yükümlü. Terör, devlet denen o organizasyonu bu sorumluluğundan kurtaran bir haklı sebep de değil. O nedenledir ki, özellikle terör konusunda devletin sorumluluğu kavramı, devletin sorumsuzluğundan kusursuz sorumluluğuna, kusursuz sorumluluğundan da kusur sorumluluğuna doğru genişleme eğiliminde…

Teröre karşı terör, terörün çözüm yolu da değil… Devlet denen organizasyon toplumsal uzlaşmayı, sözünü ettiğimiz o toplum sözleşmesi çerçevesinde sağlamak durumunda.

Elbette ki, teröre karşı “meşru müdafaa” bunun istisnası. Sözlesenlerin, gene kendileri tarafından sözkonusu sözleşme çerçevesinde yetkilendirdikleri kişilerce kendilerini koruması. Yani, devlet denen o organizasyonun kendi kendini müdafaası değil… Meşru müdafaa o noktada terör sayılmıyor.

Yalnız burada çok ince ve hassas bir nokta var: meşru müdafaa – karşı terör noktası.

O nedenle devlet denen organizasyon, sözlesenleri olmadığında kendisinin varlık nedeni de ortadan kalkan o organizasyon, sözkonusu meşru müdafaanin, karşı teröre dönüşmesini engelleyici her türlü tedbirleri de almak yüküm ve zorunda… Gerek kendi iç yapısı içerisinde gerekse yargı organlarınca denetlenmesini sağlayarak… Yoksa o denetimden kaçırarak değil… Yoksa devlet kendi içerisinde kendisinin dahi kontrol edemediği ve “gerektiğinde” ya da “lüzumlu gördüğünde” kendisine de karşı olan bir canavar yaratmış olur. Ister kendisine karşı olsun isterse olmasın o canavarın da sonunun ne olacağını kimse kestiremez…

20121230111052331734_20Cezayir’in problemi de ne yazık ki bu noktada…

Ne teröre engel olabiliyor, ne de kendi terörüne…

Birleşmiş Milletler Insan Hakları Komitesi’nin 4 Ağustos 1998 tarihli, Cezayir’in Ikinci Dönem Raporu’na ilişkin görüş ve gözlemlerini içeren raporunda da bu noktaların altı çizilerek Cezayir devleti gerekli ve yeterli tedbirleri almaya davet ediliyor.

Avrupa Insan Hakları Mahkemesi’nce kararlarında, raporlarına referans verilen Uluslararası Af Örgütü’nun (UAÖ) 1998 yılı Cezayir raporunda, sadece 1998’in ilk altı ayında, silahlı terörist grupların öldürdükleri ile devlet güvenlik güçlerinin “anti-terörist” operasyonlarında “ölü ele geçirdiklerinin” bin kişiyi aştığı belirtiliyor. Tabii öldürülenlerin azımsanmayacak bir kısmı çocuk ve kadınlardan oluşuyor.

Sözkonusu raporda, Cezayir yetkililerinin katliamlarda hep “Silahlı İslami Grup” adıyla bilinen GIA’yi suçladığı fakat nedense bugüne değin yargı önüne getirilmiş hiçbir dava olmadığı; ayriyeten yetkililerin “anti-terörist” operasyonlarda “ölü ele geçirdiklerinin” kimlikleri ile hangi koşullarda “ölü ele geçirdiklerine” dair herhangi bir bilgi vermeyi reddettikleri kaydediliyor.

Cezayir bugün bir kimlik problemi yaşıyor. Gerek cihat açmış silahlı grupların gerekse devletin şunu çok iyi anlaması gerekiyor: Kimliğini arayanları ortadan kaldırarak kimlik problemi çözülemez. Devlet denen organizasyon toplumsal uzlaşmayı sağlamaya çalismadikça ve kendisinin bir araç değil de bir amaç olduğuna inanmaya başladıkça devletin varlık nedeni biter. İktidarı elinde tutan bir avuç insanın varlık nedeni başlar.

Kanada İstihbarat Teşkilatı’nin (KIT) Internet üzerindeki sit’inde yayınlanan ve başına büyük bir itinayla “sözkonusu yorumun yayınlanması, KIT’nin, sözkonusu yorumdaki bilgileri doğruladığı ya da görüşleri paylaştığı anlamına gelmez” diyerek, sonuna da “KIT, sözkonusu sit’te yayınlanan bilgilerin kullanılmasından hiçbir sorumluluk kabul etmez” diyerek bir çift uyarı notu düştüğü, Manitoba Üniversitesi Politika çalışmaları Bölümü Profesörlerinden Prof. Peter St. John imzalı 65 no’lu makalede de bu toplumsal uzlaşma zorunluluğuna parmak basılıyor.

Prof. Peter St. John’un uzmanlık alanları “Kanada’nin Dış Politikası”, “Ortadoğu Politikaları”, “İstihbarat ve Casusluk” ve “Uluslararası Terörizm” gibi hassas konular.

Toplumsal uzlaşma ancak ve ancak tüm bakış acılarının ortaya konduğu ve çözümün arandığı demokratik bir platformda gerçekleşebilir. Aksi takdirde Cezayir; ya islami rejimin Afganistan, Iran ya da Suudi Arabistan örneklerinde olduğu üzere çeşitli yorumlarından birisiyle ya da laik otoriter bir rejimle halkı için halkına rağmen ve halkına karşı yönetilir. Otoriter bir rejimin islami ya da laik olması da neticeyi değiştirmez.

Yahut da ülke kendi kendini uzun bir iç savaşta yer bitirir. Bunun da “saygın” silah ve uyuşturucu tacirlerinden başkasına bir faydası yoktur. Büyük ya da küçük hangi ülkenin silah ve uyuşturucu ticareti ile gayri safi milli hasılası’ni artırdığı ve refah düzeyini yükselttiği, ne yazık ki 20 inci yüzyılın en karanlık noktası.

Sorun, kaptan-gemi-yolcular arasındaki problematigin aynısıdır. Kaptan ve gemi, yolcular içindir. Ne zaman ki kaptan, geminin ve kaptanın yolcular için değil de yolcuların gemi için olduğunu düşünmeye başlar, işte o zaman o geminin, o yolcuların ve o kaptanın akıbeti meçhul olur…

Kaptanın; gemi ve yolcuların kaptan için olduğunu düşünmesi ihtimaline ise hiç girmeyeceğim!

Reha YÜNLÜEL

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
AnalizDünya
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular