Züppeliğimizi en iyi yansıtan meslek grubu, kuşkusuz, gazeteciler. Gazetecilik henüz bir meslek değil Türkiye’de; ekmek kapısı…
“Basın dördüncü kuvvettir!” levhalarının altında göbek şişiriyorlar. Demokrasi görgüleri yok. Birinci kuvvet olmaya oynuyorlar. Dengelerini yitirmiş bu toplumun sansarları… Kamuoyunun dalgakıranlarına saldıran duygu dalgaları, duygu simsarları… Amansızlar, acımasızlar, benciller, görgüsüzler… Günlük anarşiyle besleniyorlar: yarattıkları anarşi 24 saat içinde ölüyor ve kesekâğıdı oluyor ve onlar yenisini yaratıyorlar ve yarattıkları her şeyi koyunlara yedirmeyi başarıyorlar.
Kardak’ı yarattılar. Unuttular.
Koyunlar unutmadı.
Kardak kayalıkları, Koyunya literatüründe “Kardak Adası” oldu. Muş’ta yaşayan bir aşiret şeyhi, Dışişleri Bakanlığı’na (Evet: Dışişleri Bakanlığı’na) bir dilekçeyle başvurarak “aşiretiyle birlikte Kardak Adası’na yerleşmek ve memleketimizin bu ücra köşesini güzide bir ilçeye çevirmek” için izin istiyor! Medya yalakaları aynı gün canlı telefon bağlantılarıyla Muşlu dedeyi programlarına konuk ediyorlar. Frenkeştayn’ın yüzü dikişli, Muşlu dedenin dili dikişli… Muşlu dede, medya iğnesiyle dikilmiş dilini Türkiye’nin oturma odalarına yayıyor…
Muşlu dede anlatıyor, yalaka susturamıyor. Yalaka, bayrak dikerken Atlantis büyüklüğünde gördüğü (gösterdiği) 95 metrekarelik kaya parçasının nasıl olup da yollu, belli, bahçeli bir ilçe haline geleceğini Muşlu dedeye soruyor. Dede, imar dersleri veriyor. Lâf lafı açıyor, lâf cigara paketini açıyor. Yalaka, gülüyor.
Yalaka, kendine değil Muşlu dedeye gülüyor.
Kedi, bokuyla oynuyor…
Zeynep EGE