MİSAFİR YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, “Cumhuriyet Ege” gazetesine yazdı…

Mustafa Kemal Atatürk, “Sanatsız bir milletin can damarından birini kesmek demektir” demişti.

“Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz. Ama sanatçı olamazsın.”

Türk Dil Kurumu “sanat”; “Duygu, tasarım, güzellik veya bu ifadeden doğan üstün yaratıcılığın ifadesinde kullanılan tüm yöntemler” olarak tanımlıyor.

*

Güzel bir müzik eseri, bir şiir, bir roman, bir resim, bir piyes, bir heykel, bir film, insan eliyle yapılmış her güzel eser bir sanat eseridir.

“Güzel”, duyuları memnun eden, zevk veren, coşku yayan bir şeydir.

Bu güzellik anlamlı bir söz, ses, şekil olabilir. Bazen olmayabilir. Kendi anlamını yaratır.

Yüzyıllar önce Orta Asya’daki Türkistan’da ortaya çıkan “ebru” sanatı, “kaotik” bir ortamdan güzelliğin nasıl çıkabileceğinin bir örneğidir.

Güzellik algısı sanatçının yapıtlarında somutlaşmıştır.

Sanat; karşısına çıkan, seyirci; Tarih, toplum, kendisi hakkında bir soru sorup düşündürür ve aynı zamanda yükselir, “ideal” kavramının yükselmesi için koşullar yaratır.

Temizler. Eski zamanlarda buna “katarsis” deniyordu.

*

Sanatçılar, yüksek yaratıcılığa ve derin hayal gücüne sahip kişilerdir.

Herkesin hissetmediğini hissederler, görürler, duyarlar, düşünürler.

Ve bunu yetenekleriyle ifade ederler.

Nesneleri oldukları gibi yansıtarak dünyayı yeniden şekillendirirler ve yeniden şekillendirirler.

Anlayışlarına göre duygu ve ifadeleri çekici hale getirirler.

Günümüzde sanat eserleri, figüratif veya figüratif olmayan formlarda veya iktidar figürlerinde yaşıyor, gelişiyor ve değişiyor.

Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanların Doğayı, Dünyayı ve Evreni anlama yeteneği artar; Yeni toplumsal sorunlar ve değerlendirmeler ortaya çıktıkça sanatın kapsamı ve sanatçının ilgisi sürekli değişmekte ve genişlemektedir.

Sanatın ne olup ne olmadığı konusunda tartışmalar ve farklı görüşler olsa da; Tarihsel sürece, doğal çevreye ve toplumsal koşullara bağlı olmadığı düşünülmemelidir.

Elbette sanatçının yaratıcılığı da bu doğrultuda gelişiyor.

Bu koşullar, yaratıcılığını ifade ettiğinde onu kuşatır.

Sanat etkinliklerini izlemek, katılmak, parçası olmak kişisel gelişimin en önemli unsurlarından biridir.

Sosyal gelişim, bireysel gelişimle el ele gittiğinde anlamlıdır.

*

Geçmişini Doğu’dan alıp yüzünü Batı’ya çevirmiş olan İzmir şehri, sanatıyla da fark edilmeli.

İzmir halkının böyle bir alt yapısı var.

Homeros, Aristides, Bergama heykeltıraşları, dilbilimci Gadri Efendi, Ahmet Adnan Saygun, Yusuf Nalkasan ve Nejati Cumali’nin tahsis ettiği bu topraklar elbette daha yüksek sanatsal ürünler vermeli.

Osmanlı döneminde özellikle Avrupalı tüccarların yerleşik temsilcileri olan Levantenler’in etkisiyle “Batı” tipi müzik İzmir’e girmiş ve Kordon boyunca uzanan görkemli mekanlarda kendine yer bulmuştur.

Paris Opera Binası’nın küçük ölçekli bir örneği olan ve 1860’larda inşa edilen İzmir Theatre-Teatr de Smyrne de böyle bir sanat eviydi.

21 Ocak 1917’de İtalyan besteci Verdi’nin ölümsüz operası “Rigoletto”nun bu tiyatrodaki performansı Avrupa’da bile efsane olmuştur.

(1917 İzmir Teatrı)

Dünyanın gelmiş geçmiş en etkili ve “olağanüstü” ses tenor/ses sanatçısı kabul edilen Enrico Caruso’nun seslendirdiği “La Donna Mobile” şarkısı, İzmir Körfezi’nin yumuşak sularına neşe katmış olsa gerek.

1912 yılında mimar Tahsin Sarmat bey tarafından neo-klasik Türk mimarisi tarzında tasarlanan “Milli Kütüphane” binası ve ek “Elhamra sineması” 1926 yılında faaliyete geçmiş, 1980 yılında İzmir’in tiyatrosu olmuştur. Devlet Opera ve Balesi.

Cumhuriyetle birlikte İzmir’de “Batı” anlamında sanat gelişmeye devam etti. İlk zamanlarda Türk Ocakları ve Halkevleri bu yönde kültür merkezleri olmuştur.

Daha sonra Konservatuvarlar, Devlet Tiyatroları, Opera ve Bale Kurumları, son olarak D.Ü. Sanat Akademisi, seçkin sanatçılar yetiştirerek evrensel ve ulusal kültürü yansıtan performanslar sergiledi.

Yerel yönetimlerin de desteğiyle Türk Sanat ve Halk Müziği, Tiyatro ve Folklor Grupları çalışmalarını geniş kitlelere ulaştırmayı başardı.

Heykel ve resimde de önemli gelişme işaretleri gözlemlendi.

Tüm bu etkinlikler, İzmirlilerin evrensel sanatla tanışmasını, tanışmasını ve izlemesini sağlamış, kentin kültür dünyasını ve duyarlılığını zenginleştirmiştir.

*

Cesaret verici olan, son zamanlarda tarihi, doğal ve sosyal ifadeleri yansıtan seçkin sanat eserlerinin ve yapıların artmasıdır.

Devlet Opera ve Balesi’nde uzun yıllar prima donna olarak görev yapan Selmin Öney Günöz’ün emekli olduktan sonra hayata geçirdiği “Barış Çocukları Senfoni Orkestrası” projesi tüm ülkeye örnek olabilecek bir girişimdir.

Zor şartlar altında yaşayan yetenekli çocukları bir araya getirerek sıfırdan bir orkestra yaratan Selmin Günöz, hayırseverlerin yardımıyla sivil toplumun neler yapabileceğinin çok önemli bir simgesi.

“Kırsal Enstitü”de iş tecrübesi var; Her öğrenciye ve öğretmene bir müzik aleti çalma geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, ailesiyle birlikte müzikle iç içe olan Selmin Günöz gibi liderlerin yarattığı sanatsal ortamın yaygınlaşması yönünde adımlar atması beklenmelidir.

Bu, sanatın hayatın her kesimine ulaşabileceği anlamına gelir!

*

İzmir’deki bir diğer farklı ve çok önemli müzikal adım ise İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi’nde icra edilen “Mehrabın Gözyaşları” oratoryosu.

libretto metni Emel Akçay’a ait) Gülümden Alev Karaman’ın yazdığı, müziği ve orkestrası Tolga Taviş’e ait olan eser, Suat Çağlayan’ın şiirinden esinlenmiştir.

Müthiş müziğiyle dünyaya çok önemli bir mesaj veriyor.

19. yüzyılın sonlarında Bergama’dan Berlin’e kaçırılan Zeus sunağının iadesiyle ilgili eser, “Anadolu tarihi geçmişinin korunduğu”nun dikkate değer bir göstergesiydi.

Bu, sanatın güncel sorunları yerel ve küresel ölçekte keşfetme yeteneğine sahip olduğu anlamına gelir.

Dünya prömiyerini Bergama Asklepion’da yapan eserin yakın gelecekte Berlin, Paris ve Londra’da tekrarlanması bekleniyor.

*

İzmir toplumunda müziğin yanı sıra gündelik geçim sıkıntısı ve ekonomik sıkıntılar çerçevesinde farklı tiyatro anlayışları da memnuniyetle karşılanmaktadır.

Elbette sanat sadece bir sergileme aracı değildir: bir anlamı açıklar, aynı zamanda ondan anlam çıkarmaya da olanak tanır.

Kolektif hafızada iyileştirilemeyen derin yaralar da sanat aracılığıyla hatırlanabilir.

Kendilerine “Digar Beriki Tiyatro Topluluğu” adını veren Yılmaz ve Yasemin Şimsek Tüzün ve arkadaşları, pek çok kişinin hatırlamadığı konuları sahneye taşıyor. Elenika”.

Yılmaz ve Yasemin Şimşek, mültecilerin çaresizliğini, kadınların iç dünyasını, Atatürk gibi büyük bir şahsiyete olan aşkın sonsuzluğu ve 6-7 Eylül olaylarının utancını düşünürler.

Elbette modern İzmir bu konularda söyleyecek sözü olan bir şehir.

Bu, sanatın aynı zamanda toplumsal olayların özünün bir aynası olabileceği anlamına gelir.

*

Varlığı bağlamında barış, ekmek ve su kadar gereklidir.

İnsanlar savaşta ölür, barış içinde yaşarlar.

Selmin Günöz, o pırıl pırıl çocukların orkestrasına “Sert” şarkısını çoktan seslendirmişti.

Komşu ada Mythos’un eski valisi ve Yunanistan’ın eski parlamento üyelerinden biri olan Paulos Boyazis (Boyacı), Mythos’taki evinde her sabah Anadolu’nun (Yunanca Anadolu anlamına gelir) muhteşem gün doğumlarını ve manzaralarını fotoğraflıyor. . “doğu” için). Sosyal medyada paylaşın.

Ege Denizi’nin derinliği, Anadolu dağlarının karanlığı, bulutların ağırlığı, pırıl pırıl ışık bir renk karmaşası içinde fotoğraflara yansımış.

Bunlardan biri, adanın kıyısından karşı dağlara uzanan hacimde mavi ve pembenin farklı tonlarının olduğu bir fotoğraf, aynı zamanda İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Urla üyesi İzmirli sanatçı Seda Öztüren’in de ilgisini çekti. belediye. Konsey.

Bu eşsiz görüntü, tuvaldeki bir fotoğraftan Seda Öztüre’nin usta fırçasıyla tabloya dönüşüyor.

Birbirini tanımayan iki sanatçı aynı güzelliği görüp o anı farklı malzemelerle ölümsüzleştiriyor.

Doğanın eşsiz görüntüleri barıştan başka neyi çağrıştırabilir?

Elbette her iki tarafta da ara sıra savaş ve çatışma havası olsa da barış ve dostluk her zaman mümkündür.

Bu, sanatın, Doğanın biricikliğine tutkun ve güzelliği somutlaştırmakla meşgul insanların elinde “o anı” ölümsüzleştirebileceği anlamına gelir.

*

Aslında Doğa, sağ gözle bakıldığında insanlara büyük güzellikler sunar.

Ya da biz öyle sanıyoruz.

Belki de doğanın milyonlarca yıldır defalarca tekrarlanan düzeni bizde bir hoşluk ve güzellik duygusu yaratıyor.

Belki de doğanın mükemmel dediğimiz dengeli parçaları güzelliğin kaynağıdır.

Fibonacci sayıları dediğimiz matematiksel diziden oluşur; Kozalakların, salyangoz ve midye kabuklarının, ayçiçeklerinin ve dikenli yaprakların oluşumu, doğanın mükemmel, ideal/sanatsal eserleri gibidir.

Belki de ideal arayan insan bilinci, Doğa tarafından kontrol ediliyor.

Yeter ki insan kirletmesin, bozmasın!

Belki de en eski zamanlarda insanlık iradesini ve eylemlerini Doğa ile soyutlayarak sanata yönelmiştir.

Bu nedenle, Doğa’ya bakmak ve Doğa’yı taklit etmek sanatı aramanın bir yoludur.

Tabii ki, doğanın bir parçası olan insanlar ve insanlardan oluşan toplum!

*

Öğretmen ve sendika üyesi Fikret Doğan’ın İzmir-Mordoğan sahilinde kıyıya vuran “ardıç ağacı”nın köklerinden yaptığı formlar, adeta Doğa’nın yarattığı heykeller gibi birer sanat eserine dönüşüyor.

Sanatçı doğaya baktığında ardıç ağacının köklerinde gördüğü ve keşfettiği şekillerin, yıllardır insan zihninde oluşan somut form kavramıyla paralelliği/benzerliği hayret vericidir.

Sınırları aşan görünüşte şekilsiz formlar bile bazen güzellik değerine sahip olabilir.

Sanatın amaçlarından biri de hoşgörülü biçimlerde sunulan çelişkiler/farklılıklar bağlamında insanları gerçekleri sorgulamaya zorlamak değil midir?

Fikret Doğan, eserlerinin tanıtımında; Anadolu’nun kadim bir bitkisi olan “ardıç ağacının kültürümüzdeki yerinin hatırlanmasını” ve aynı zamanda “doğaya saygı duymayı ve kaynakları verimli kullanmayı” diliyor.

Böylece sanat, çevremize daha dikkatli bakmamız gerektiğini ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda Doğayı daha derinden anlamamızı da sağlar!

*

Günlük ekonomik güçlükler, “yaşam mücadelesi”, toplumsal ve kişisel aşılmaz ya da aşılamaz sorunlar ortamında, bireyin “sanat eserlerindeki” varlığı bir “vaha”dır.

İnsanlara kendilerini yenileme ve geliştirme fırsatı verir.

Sanat ise toplum için geçmişi/deneyimi anlamak, bugünü/deneyimi anlamak, geleceği/geleceği inşa etmek/yaratmak için bir kılavuzdur.

İzmir, fark yaratan sanatçıları ve topluma değer katan eserleriyle geleceğe daha güvenle ilerleyebilir.


Sefa Taşkın

16.12.2022

Karşıyaka/İzmir