Bir dehayım. Bunu belirtmek zorundayım. İşlerimin Amerika’da büyük sükse yapmışlığı vardır. Bu yüzden hepsini termosifonda yaktım. New Jersey’de bir loftta çalışıyordum. Ne günlerdi. Aşk ve yengi. Ceza ve ruhsal derinlik. Sevi. Duru bir zafer. Tanrısal bir yetenek. İşte ben buyum. Ve bu göz sizler için 10 tane klasik tablo üzerinden resmi anlatıyor. İki de romanım var. Yayımlatmıyorum. Şimdi resimlere geçelim. Kafanız karışabilir. Bilgim yakıcıdır.
Gustav Klimt- Öpücük
Avusturyalı Klimt’in İstanbul seyahatinden kalan bir iz. Tarihi Yarımada ve Suriçi’nin 1890’daki kuşbakışı görünüşü. Sol altta Haliç bostanları, sahil şeridindeki virane yapılar ve denizin foseptik kirliliği açıkça görülüyor. Klimt’in tipik zaafıdır; renkler biraz yanlış, fırça darbeleri korkakça. “Yaaaani” bir çalışma.
Pablo Picasso – Guernica
🙂 Picasso’ya hep gülmüşümdür. İspanyol İç Savaşı’ndan bir kareyi resmettiği bu parçada, matem halindeki insanların boğaya dönüştüğü iç yolculuk anlatılıyor. Kapalı kompozisyon, amorf şekiller, insana benzemeyen insanlar. Kolaycılığın adı her zamanki gibi sanat oluyor. Cılız bir yapıt.
Pieter Bruegel – Babil Kulesi
Bruegel, hep büyük ölçekte küçük figürler çizerek kolaya kaçar. Hollandalıların genel zaafıdır. Burada da böyle. Babil Kulesi, Rotterdam’da açılan ilk AVM’yi anlatıyor. Altı katlı AVM’de çok sayıda mağaza, yemek katı ve bir tiyatro salonu bulunuyor. Resimde açılış gününü izliyoruz. Rotterdamlılar mutlu. Sanatçı mutlu. Zayıf bir eser. Ama, eh.
Sandro Botticelli – Venüs’ün Doğuşu
Güzellik ve aşk tanrıçası Venüs’ün sembolik doğumu. İdare eder bir iş. Boyalar iyi. Tipler olmamış. Overrated. Zaten Botticelli zamanının en overrated adamlarından biri. Resimde Venüs’ün arkadaşı Lilian, konuştuğu çocuğu Venüs’le tanıştırmaya getiriyor. Şaka 🙂 Kidding 🙂 Öyle bir şey olabilir mi ya! Yandaki basma fistanlı da koca tanrıçaya “Giyin giyin” yapıyor. Ya ne saçma, bu Rönesans baştan ayağa zırvalık deryası. Denizle karanın birleştiği yer yanlış çizilmiş.
Jan van Eyck – Arnolfini’nin Düğünü
Tabii ki ilk dikkat çeken şey gelinin BOYNUZLARI. Ahahah yani damat baştan kabullenmiş. Zaten kendi de blok flüt gibi bir adam. Soluk, yitik. Yerde bir köpek. Yani nedir bu Allah aşkına? Sanat böyle bir şey mi? Köpeği de koyduk, sağlıksız tiplerin reklamını da yaptık. Düğünmüş. İki kişi düğün mü olur? Hadi bir de papaz, üç. Garip ve vasat. Beğenmiyorum. Ama millet şak diye 20 milyon doları basar buna.
Hans Holbein – Georg Gisze’nin Portresi
Holbein’in zamanın ünlü moda dergisi Zollergehersenkrunk için çizdiği bir moda resmi. Model Georg Gisze o dönemin Kıvanç Tatlıtuğ’u. Hiç utanmamışlar o lostra fırçası gibi saçlarla gezmeye, o kıyafetle Erzurum semaveri gibi dolaşmaya. Masadaki çiçek gereksiz. Yavan bir resim. Durağan ve ikircil. Herif saten nevresim giymiş üstüne resmen ya. Geç.
Salvador Dali- Bebek Dünya Haritası
İspanyol bisküvi devi Joquarilla tarafından verilmiş bir sipariş. Tarihteki ilk bebe bisküvisi ambalajı. Tabii ki sonuç hüsran. “Dünyanın bir numaralı lezzeti” sloganı için bebenin yüzüne dünya haritası yapmış. Kendini dâhi zanneden bir şarlatan. Altta da mürekkep hokkası. Hokkabaz. Madrabaz. Madrafakır.
Eril Kantincioğlu- Uyanışın Solgun Kanatlarına Dökülen Buz İzleri
Bir tane de kendi işimi koyuyorum. Kusursuz. Bir duygu pendulumu. Oradan oraya salınan marjları daha iyi anlatmak herhalde mümkün değil. Vahşi. Brütal. Ama bir o kadar da yunik. Renklere dikkat edin. Bir nokta dahi boşuna değil. Kızıldan maviye akan ritm. Daha fazla söze gerek var mı? Bir milyon fiyatı.
Eril Kantincioğlu kimdir?
1972’de Lüleburgaz’da doğdu. İstanbul’un çok köklü ailelerinden birine mensuptur. Amerika’da ziraat ve modern dans tahsili yaptı. 38 yaşında resim yapmaya başladı. Şile Belediyesi Nar Festivali Karma Sergisi’nde iki işi sergilendi. Beykoz sırtlarındaki atölyesinde halen karakalem, yağlı boya, su bazlı mat boya, taş baskı, boyama kitabı ve pilot kalem tekniklerinde çalışmayı sürdürmektedir. Evinde bir midilli ve bir çift tavus kuşu beslemektedir.