Dünyanın pillerini her an şarj etmekte olan ışık, biz insanların hücrelerini de aydınlatmakta. Öyle ki, özel hazırlanmış bir ortamda, hepimiz birer ışın kılıcı gibi parlamaktayız…
Güneş, dünyadan yaklaşık 330.000 kere daha büyük bir yıldız. Bizim ölçülerimize göre bu kadar büyük olmazı, onu gezegen çapında bir “süper star” yapmaya yetmiyor ama. Gezegenimizde kendisinden çok daha büyük bir çok yıldız var.
Hepimiz doğuyor, gelişiyor ve bilim adamlarına göre, ışık saçıyoruz. Hem içimizden hem de dışarıdan yansıyan ışık ile, düşündüğünüzden daha yakın bir ilişki yaşamaktayız. Gökteki yıldız kümelerinden tek bir fotona kadar, ışık gece gündüz içimizde ve yolumuzu aydınlatmakta. O bizsiz yapabilir ama biz onsuz asla, işte sadece dünyaya değil, üzerinde yaşayan her bir canlıya hayat veren ışığın kısa bir özeti.
Bir varmış, bir yokmuş…
Pire berber, deve tellal iken’den bile önce, ışık varmış. Ve kozmolojideki son düşünceye göre her şey, ışığın kaybolmasıyla son bulacakmış… Fizikçiler, şimdiden bizlerin kafasını yormayı gerektirmeyecek kadar uzun bir zaman sonra, evrenin enerjisinin biteceğini ve böylece de “son”un geleceğini söylüyorlar. Başka bir deyişle, ışık sönecek ve perde kapanacak….
Eğer fizikçilerin lafına inanıyorsak, geçmişteki her şey ışıkla başladı ve gelecekteki her şey ışık sönünce sona erecek… Kozmik ölçekte tabii.
O zaman bir düşünelim, ışık nedir? Işık, insan gözünün son derece hassas olduğu bir elektromanyetik radyasyon alanıdır. Ancak gözümüzün hassaslığı sınırlı, öyle ki yaygın ışık spektrumunun çoğunu göremiyoruz. Peki ışık dediğimiz bu enteresan şey nereden geliyor? Bariz ve doğru cevap şu ki, ışığın kaynağı eski dostumuz şişko Güneş.
İşte size Güneş’le ilgili bir kaç ayrıntı: Güneş, dünyadan yaklaşık 330.000 kere daha büyük bir yıldız.
Bizim ölçülerimize göre bu kadar büyük olması, onu gezegen çapında bir “süper star” yapmaya yetmiyor ama. Gezegenimizde kendisinden çok daha büyük bir çok yıldız var.
Ha bir de kendisi oldukça ağır; hem de dünyadan bir milyon kez daha ağır! Bütün kilosunu ateşli bir yıldız olmasına borçlu. Kütlesi, “plazma” adı verilen yanan gazlardan oluşan güneşin yüzeyi 10.000 derece sıcaklıkta. İşte bu devasa “gök ocağı” (bu FHM yapımı kelimeyi sarhoşken yüksek sesle okumamanızı tavsiye ederiz) sayesindedir ki dünyamız enerji yüklü, üzerinde hayat olan bir gezegen.
Birer ışık parçası olan fotonlar çok hızlı yol alırlar.
Bilim adamlarından oluşan bir jüri, halen fotonun mu, yoksa netronun mu (sub-atomik parçacıklar) daha hızlı yol aldığını tartışmaktalar. Bu nedenle biz, yeni bir haber duyana kadar dergimizde, gezegenimizde en hızlı hareket eden şeyin ışık olduğunu varsayacağız.
Işık, kaynağından ayrıldıktan itibaren – ki bu Güneş, fener, mum ya da bilgisayar ekranı gibi birçok şey olabilir – saniyede tam 186.282 mil hızla göz bebeğimize ulaşıyor. Sizce de hızlı mı? Bir daha elektrikleri yakmak için duvardaki düğmeye dokunduğunuzda, bir mum yaktığınızda ya da güneşli bir günde karanlık bir odayı aydınlatmak için perdeleri açtığınızda, başlattığınız maratonu bir kez daha düşünün. Bu, şapka çıkarılacak, her seferinde başarısı kutlanacak bir hız. Peki ışığın kütlesinin olmadığını biliyor muydunuz?
İşte bu nedenlerdir ki fotonlar bu kadar hızlı ilerleyebiliyorlar. Nasıl oluyor da kütlesi olmayan fotonlar, devinirlik (momentum) sahibi ve enerji yüklü olabiliyor? İşte bu soru, siz sevgili FHM okuyucuları, alanında büyük başarılara imza atmayı başarmış fizikçilerin bile saçlarını yolmalarına neden oluyor. Şimdilik bize düşen, onları oldukları gibi kabul etmek. Hem düşünsenize, eğer bu ışık parçacıklarının kütlesi olsaydı, her perdeyi açtığımızda, hızla (saniyede 186.282 mil) giden bir cisimle kafa kafaya çarpışmış gibi olurduk ki bu da insanlık için pek yaşanılacak bir ortam olmazdı. Kısacası, bizim hayata gelmemizi ve hayatta kalmamızı sağlayan ışıkla çok özel bir ilişkimiz var.
Nasıl mı? Mesela, bizlerin ışık yaydığını biliyor muydunuz? Evet evet, doğru anladınız, insanlar belli koşullar altında karanlıkta parlıyor. Yapılan araştırmalara göre insan vücudu, günün belli saatlerinde, az miktarda bir parlaklık yayar. Japon bilim adamları, son derece hassas kameralar yardımıyla, insanoğlundan sızan parlak ışığı, hatta tek tek fotonları görüntülemeyi başardılar. İşte detaylar:
KARANLIK! DENEY
Önce, yirmili yaşlarındaki beş sağlıklı erkek, belden yukarısı çıplak bir halde, on beş dakika boyunca “ışık sızdırmayan” bir odada tutuldular. Amaç deneklerin vücutlarının tamamen ışıksız ortama adapte olmaları.
Üç gün boyunca, sabah ondan akşam ona kadar yirmişer dakika süren bu seanslar sonucu, sadece vücuttan bir ışık demetinin sızdığı değil, aynı zamanda bu ışığın günün saatlerine göre azalıp çoğaldığı da gözlemlendi. Deney sonucu ortaya çıkan ilginç bulgulardan biri de, en çok ışığı yüzün saçması. Bunun sebebinin, normal şartlarda en çok yüzün Güneş ışığına maruz kalması olduğuna inanılıyor. Buradan da, ışığın sadece gezegenin değil vücudumuzun da bir parçası olduğu sonucu çıkıyor.
Tahmin edersiniz ki tek ışık sızdıran canlı insan değil. Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar belli bir miktarda ışık yaymakta. İşte diğer canlılarla bir ortak yanımız daha.
Hiç görünmez olmak istemiş miydiniz? 60lı yıllarda, Victor Veselago adındaki son derece akıllı bir adamın öne attığı bu teorik fikir ciddi araştırmalara yol açtı. 2006 yılında, North Caroline’da bulunan Durham’daki Duke Üniversitesi’nden David Smith ve ekibi, Harry Potter’ın “görünmezlik pelerinini” aratmayacak bir buluş yaptı. Bu pelerine benzer metamateryalden yapılan nesne sayesinde ışınları bir madde etrafında bükerek, o maddenin görünülürlüğünü engellemeyi başardılar. Tabii yakından incelendiğinde Harry Potter’ın aksesuarı ile daha başarılı sonuçlar elde edilebilir ama birinin tamamen hayal ve film efekti ürünü, diğerinin ise gerçek olduğunu düşününce, gelecekte bizi nelerin beklediğini merak ediyorsunuz değil mi? Açıkçası, biz bilimsel gelişmeleri ve bunların hayatımızda yapacağı potansiyel değişikleri düşününce heyecandan editör koltuğumuzdan düşüyoruz
YAZAN: PAUL DONOVAN
DERLEYEN: GÜLFEM İYBAR WORMALD