Hıfzı Topuz’un ilginc kitabı “Meyyale” üzerine söylenecek çok şey var. Bu yazıda, ayrı bir araştırmayı gerektirmesinden ötürü, kitabın tarihsel gerçekliği dikkate alınmadı. Bu, daha çok, tarihçilerin ilgi alanına giriyor.

Hıfzı Topuz
Bu yazi, sözkonusu kitabın yazınsal dokusu üzerine kurgulandı.
I.
Meyyale, Hıfzı Topuz‘un annesinin anneannesi. 1857 yilinda Ruslar’in Kafkasya seferleri sirasinda, daha kirk gunlukken babasi tarafindan annesiyle beraber Anadolu’ya gonderilen bir Ubih… Pertevniyal Kadinefendi’nin daha sonra Tophane’deki Nusretiye Camii onunde torunu Yusuf Izzet icin satin almak istedigi bir kiz cocugu…
Meyyale’nin kocasi Hasan Hilmi’yi eksen olarak alan yazar, bu eksen cevresinde Osmanli Imparatorlugu’nun son donemine bakiyor. Belgesel bir calisma degil Topuz‘un yapiti; daha cok, bir “ani” dokusu tasidigi soylenebilir. “Hatiralarini” anlatan dedenin tatli diliyle ve fakat yer yer kotu bir kurgunun sabotaji ve golgesi altinda, sozkonusu doneme bir acilim kazandirmaya calisiyor. Calisiyor, diyorum, cunku basarip basaramadigina, basta da belirttigim gibi, tarihciler karar verecek…
Kitabın adı “Meyyale” olarak konmus; ancak, neden “Hasan Hilmi” olmadigi sorulabilir. Çünkü, kitabın kilit kisiligi olarak Hasan Hilmi’yi goruyoruz. Meyyale, kitabın konu mankenlerinden biri sadece…
Bir baska acidan, Hasan Hilmi’nin Meyyale ile onemli bir kisilik haline geldigi ve bir anlamda tarihsel anlaminin “olmazsa olmaz” kosulu olarak goruldugu de soylenebilir. Hasan Hilmi’nin Meyyale ile evliligi kendisini saraya daha da yaklastirmistir. Ancak Hasan Hilmi’nin, sudan da olsa bir nazirlik makamina gelmis babasi (Pertevniyal Sultan’in kayirmasiyla Sultan’in kahvecibasiligindan Su Nazirligi’na terfi etmistir) dikkate alindiginda, boyle bir degerlendirme kendi kendini imha eder.
Bir de, Topuz‘un duygusal nedenlerle (buyukanneannesine incelik olsun diye) kitabına onun adini vermis oldugu dusunulebilir. Bu turden spekulatif bir degerlendirme de, Topuz‘un, kitabıni Cesmidil Sakine’ye ithafi karsisinda geri adim atmak zorunda kalir.
II.
“Meyyale”nin sunulus bicimi dikkate alindiginda bu bir “tarihsel roman”:
“Hıfzı Topuz’un, cesitli belgelerden, sandiklarda saklanan aile mektuplarindan ve Pertevniyal Valide Sultan’in 1880’lerde dikte ederek yazdirdigi ‘Serguzestnamesi’nden’ yola cikarak kaleme aldigi bu tarihsel romanda, on dokuzuncu yuzyilin ikinci yarisinda Osmanli Imparatorlugu’nun cokusu sirasinda yasanmis olan bazi olaylar anlatiliyor.” (Arka kapak)
II/1
Bir yapiti roman yapan veya bir romandan ayiran unsurlar nelerdir? Ve bir romani bir tarihsel romandan?
Romanin ana problematigi, yazarin imgelem gucunu kurgulayis bicimidir. Bu, salt soz sanatlarinin degil, tum sanatlarin da kaygisidir. Bir siiri bir hikayeden, bir hikayeyi bir romandan, bir romani bir tarihsel romandan ayiran noktalar, sozkonusu kurgulayis biciminden kaynaklanir. Siir, yazildigi dilin muzigini, armonisini icerir. Hikayede ise bir siirde aranan muzik aranmaz. Muzik, hikayenin kaygisi degildir; ama bir siir armonisine de sahip olabilir. Ayni sekilde, bir siir de bir hikaye suretinde gorunebilir. Bir romani bir hikayeden ayiran ise, hacminin yanisira -ki bu hacmin belirlenebilir bir olcusu pek yoktur ve bir uzun hikaye ile bir kisa roman arasindaki farkin tesbitinde oldugu uzere her somut calismada ayri ayri degerlendirilir- olaylarin kurgusunun karmasikligidir… Sozkonusu hacme gereksinim duyan da bu karmasikligin ifadesidir…
Iste bu unsur bir kitabı, ani, biyografi, otobiyografi ya da belgesel bir calisma olmaktan cikartir ve roman yapar. Bu unsurdaki basari ise sozkonusu romanin basarisiyla dogru orantilidir.
II/2
Imgelemi kurgulayis bicimi, bir tarihsel romanda ozellikle “bosluklarin-boyutlarin doldurulmasi”nda onem kazanir. Tarihsel bir romanda romanin kurgusunun, ozellikle art-alaninin / fonunun tarihsel karsiliklarinin olmasi beklenir. Ancak, bu, siki sikiya bir karsiliklilik degil esnek bir karsilikliktir. Ozellikle tarihlerde, kronolojik siralamada ve olaylarin gercekliginde bu karsilikliliga dikkat edilir. Ornegin, bu nedenle Ahmet Altan‘in “Kilic Yarasi Gibi” adli kitabı bir tarihsel roman degildir. Cunku sozkonusu karsiliklilik, yazari tarafindan daha romanin baslarinda bertaraf edilmis, “tarihsel” nitelemesi onemsizlestirilmistir.
Yazar, tarihsel boyutuyla dokumaya basladigi kumasinin herhangi bir sekilde bilemedigi/miz bosluklarini – boyutlarini kurgular. Bu, roman kisiliklerinin psikolojileri olabilecegi gibi, bir takim olaylarin perde arkalarina iliskin yorumlarin yeniden kurgulanmasi, yazarin kisisel dusuncesini romanin kahramanlarina soylettirmesi yahut da yarattigi ‘gercekle baglantisi kesilmis iliskiler yumagi’ biciminde de ortaya cikabilir.
Tarihsel romanlarda sozkonusu olan, daha cok kumasin tarihsel dokusuna zarar vermeyen, deforme etmeyen kurgulardir. Ancak uzerinde resmi tarihin golgesi olan konular resmi tarihin disladigi bakis acilarindan okunabilir ve bu, sozkonusu tarihsel dokuya zarar vermek degil, sozkonusu tartismada resmi tarihten farkli bir goruse taraf olmaktir. Bu, ornegin Oliver Stone‘un tarihsel sinemasinda da gorulur. Resmi ideolojiye bir tur meydan okumadir Stone’un yaptigi. Amerikan hukumetinin Latin Amerika’daki politikasinin veya Vietnam Savasi’nin yahut da Keneddy cinayetinin yeniden ve farkli bir goz(luk)le okunmasidir. 1985 tarihli Salvador, 1986 tarihli Platoon, 1989 tarihli Dogum Gunu 4 Temmuz, 1991 tarihli JFK ve 1995 tarihli Nixon, bu “okumanin” basarili ornekleridir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yeniden okunan olayin okundugu sanat aracinin odaginda bulunmasidir.
“Meyyale”ye baktigimizda boyle bir “bosluk-boyut doldurma” kaygisi hemen hemen hic olmadigi gibi kitabın temelini teskil eden bir olayda taraf olmak da sozkonusu degildir. Abdulaziz’in intihar edip etmedigine iliskin olay kitabın odaginda degil fonundadir.
II/3
Refik Durbas, 9 haziran 1998 tarihli Yeni Yuzyil gazetesindeki “Tarih, Romana Sigmiyor” baslikli ve Topuz‘la yaptigi bir gorusmeye dayali makalesinde:
“‘Meyyale’ belgelere dayanan, ama belgesel bir roman degil. Topuz, gerci belgesel olarak yazmayi tasarliyor ‘Meyyale’yi. Ama soz yaziya dokulunce, ‘belgesellik’ sigmiyor anlatmak istediklerinin cercevesine.
Bu yuzden de Meyyale’nin evlenmeleri sirasinda Valide Sultan ile konusmalari, sonra Musa Pasa ile Lalufer’in aralarinda gecenler, Cesmidil ile Kemal’in sevismeleri, Hasan Pasa’nin kardesleriyle tartismasi, Suhucihan hanimin olurken kafasindan gecirdikleri, Omer ile Azmidil’in ilk asklari Topuz’un ‘kurgu’su olarak yansiyor sayfalara” demektedir.
Yani Topuz‘a gore, “belgesellige” bir turlu sigdiramadigi “anlatmak istedigi seyler” vardir; ama Topuz‘un doldurdugu bosluklar – boyutlar, ne Meyyale’nin evlenmesi sirasinda Valide Sultan ile yaptigi konusma, ne Musa Pasa ile Lalufer’in aralarinda gecenler, ne Cesmidil ile Kemal’in sevismeleri, ne Suhucihan Hanimin olurken kafasindan gecirdikleri, ne de Omer ile Azmidil’in ilk asklaridir. Bunlar, “Meyyale”nin banliyolerine dusen konulardir.
Topuz‘un “anlatmak istedigi ve bir turlu belgesellige sigmayan seyler”, Hasan Hilmi’nin kardesleriyle yaptigi tartisma konularidir. Burada Topuz, “icerden” ve “disardan” gorunenleri ya da daha dogru bir ifadeyle “Imparatorlugun dili” ile “halkin dili”ni, “‘aktuel’ resmi tarih” ile “‘aktuel’ gayriresmi tarih”i karsilastirmaktadir. Bunlar, ayni zamanda ve bir anlamda Topuz‘un dusundukleri ya da kuskularidir…
Kardesler arasindaki -ki asil olarak uc kardes arasinda gecmektedir konusmalar: Salim Bey, Kadri Bey ve Omer Bey- ilk gorusme, Hasan Hilmi’nin Nisantasi’ndaki konaginda gecmektedir (s.74-90). Sene 1876’dir. Hasan Hilmi, Mabeyin’de padisahin huzuruna rahatlikla girip cikma hakkina sahip kisiler arasindadir:
“Uc kardes bir cuma gunu aralarinda sozleserek Hasan Hilmi Bey’i gormeye gittiler. Amaclari Memaliki Osmaniye, yani Osmanli ulkesi ve Devlet-i Aliyye’nin durumu uzerine biraz bilgi edinmekti. Cunku hepsi karamsarlik icindeydi. Hasan Hilmi’nin genis bir Saray ve Babiali cevresi vardi, kulagi delikti, cok seyler biliyordu.” (s.73)
Topuz, ilk konusmada rusvet (s.74-75), Genc Osmanlilar (75-76, 79-83), dunyadaki politik ve felsefi satir baslari (76-77), guzel sanatlar (s.78), halkin hurafelerle Padisaha sadakatlarinin guclendirilmeye calisilmasi (s.78-79), devletin mali durumu (s.83-85), Imparatorluk’taki degisiklikler / yenilikler, yabancilasma / somurgelesme (s.85-87) konularina deginmektedir.
Ikinci konusma, gene 1876 yilinda, Abdulaziz’in intihar ettigi gunun aksami gecer (s.108-111). Hasan Hilmi henuz gelmemistir. Aile fertleri Aziz’in hallinden beri tedirgindirler.
Bu konusmada Aziz’in halli sebepleri (s.109-110) konusulur (s.110-111). Hasan Hilmi, Aziz’in intiharini anlatir (ki, cesedini gorenlerden birisidir ayni zamanda).
Ucuncu konusma ise, 1881 yilinda, Nisantasi’ndaki konakta gecer. Hasan Hilmi, Abdulaziz’le yakin iliskiler kurmus olmasina karsin II. Abdulhamit doneminde de bes sene boyunca Mabeyin’deki gorevini surdurmeyi basarmistir (s.156-171).
“Hasan Hilmi Bey Abdulaziz’in devrilmesinden sonra butun arkadaslari gibi Mabeyin’de kuskulu gunler yasadi. (…) O Mabeyin’de, ‘serkurena’ denen ust bir duzeye yukselmis ve Abdulaziz’le yakin iliskiler kurmustu. Bu yakinlik belki de Pertevniyal Sultan’in kendisini tutmasindan ve Meyyale’yle evlenmesinden kaynaklaniyordu. Ama Hasan Hilmi’nin Namik Kemal ve Ziya Pasa’yla yakinligi vardi. Bu bakimdan basina belalar gelebilirdi. Buna ragmen kendisine dokunan olmadi. Hasan Hilmi Bey Abdulhamit tahta ciktiktan sonra da esen ruzgarlara gore teknesinin yelkenini yonlendirerek firtinalara dayanmasini bildi ve Mabeyin’deki gorevini bes yil daha surdurdu.” (s.155)
Bu konusmada -ki bes senenin ardindan Hasan Hilmi Icel Mutasarrifligi’na atanmistir-, Icel mutasarrifligina atanmasinin nedenleri ve sonuclari (s.156-157), Sadrazam Sait Pasa ve onun kisiliginde sadrazamlarin II. Abdulhamit karsisindaki konumlari (s.157-159), II. Abdulhamit’in kisiligi (s.159-160), Ahmet Midhat Pasa’nin yargilanmasi (Yildiz Mahkemesi), Taif’e surulmesi, Sultan Abdulaziz’in olumu uzerindeki sis perdesi (ki Ahmet Midhat Pasa, Sultan Abdulaziz’in oldurulmesi gerekcesiyle yargilanmisti), Pehlivan Mustafa Cavus’un Abdulaziz’i iki arkadasiyla birlikte oldurduklerini iskence ile itiraf etmesi, II. Abdulhamit’in kurdugu hafiye sebekesi ve doneme hakim olan ‘korku’, rusvetin kurumsallasmasi, Ali Suavi olayi konusulur…
II/4
Topuz‘un, ozellikle kardesleriyle yaptigi konusmalardaki kurgusunun roman teknigi acisindan oldukca zayif ve hatta acemice oldugu rahatlikla soylenebilir.
Herseyden once, sozkonusu kurgunun Hasan Hilmi’nin Saray’da calisiyor olmasina endekslenmis oldugunun alti cizilmelidir:
“Hasan Hilmi’nin genis bir Saray ve Babiali cevresi vardi, kulagi delikti, cok seyler biliyordu.” (Birinci konusma, s.73)
“Sultan Aziz tahttan indirildiginden beri her gun Rumelihisari’ndaki yali dolup bosaliyordu. Hasan Bey’in butun kardesleri bir seyler ogrenebilmek icin yalinin kapisini asindiriyorlardi. Salim agabey, kucuk kardesleri Kadri, Omer, Abdurrezzak, Abidin ve Husnu beyler de (ki son uc kardes Musa Pasa’nin, ikinci esi Lalufer’den olma cocuklaridir) yaliya akin ediyorlar, gece donmek kolay olmadigi icin bazilari yalida sabahliyordu.” (Ikinci konusma, s.108)
“Hepsi neler olup bittigini, en iyi haber kaynagi olarak bildikleri Hasan Hilmi’den ogrenmek istiyorlardi.” (Ucuncu konusma, s.156)
Konusmalara baslayis ile konular arasindaki baglanti noktalarinin, konu zenginliklerinin aksine okuyucuyu rahatsiz edecek olcude yapay oldugu goze carpmaktadir:
A. Birinci konusma:
Baslangic noktasi:
“Kardesler koltuklara yerlestiler, hal hatir sorulduktan sonra sira gundemdeki konulara geldi. Ilk icini doken Salim agabey oldu ve soze soyle basladi: Abdulmecit doneminde rusvet once bir hatti humayun’la, sonra da bir fetva ile yasak edilmisti, ne oldu? Sadrazam Ali ve Fuat Pasa’larin rusvete tenezzul ettikleri anlatildi, bunlar yalan mi? Mahmut Nedim Pasa’nin Rus elcisi Ignatiev’den hediyeler aldigi soylendi. O da mi yalan? …” (s.74-75)
1. Baglanti noktalari?
a) Topuz‘un Kadri Bey’i konusmaya baslatmasi ve gene onun araciligiyla konuyu guzel sanatlara getirmesi:
“Salim agabey, ‘Kadri, sen de bir seyler soyle, icini dok bakalim,’ dedi” (s.77)
“Kadri Bey sozu donup dolastirip guzel sanatlara getirdi ve soyle dedi …” (s.78)
b) Guzel sanatlar konusundan, birdenbire hurafelerle halkin uyutulmasi konusuna gecis:
“Bir de su var, hukumet birtakim hurafelerle hakli uyutmaya calisiyor, dikkatleri baska yonlere cekiyor. Siz de hatirlarsiniz, dort yil once “Hakayik-ul Vakayi gazetesinde bir nalin olayi duymustuk, kisaca anlatayim. …” (s.78)
c) Genc Osmanlilar’in Sadrazam Ali Pasa’yi devirerek yerine Mahmut Nedim Pasa’yi getirmek istemeleri olayinda:
” ‘(…) Ama, ne yazik ki aralarinda Ali Pasa’nin casuslari vardi. Sadrazam bunlari ogrenince kuruculari yakalatmaya kalkti, kacan kurtuldu.’ ‘Peki, sonra ne oldu?’ “ (s.80)
d) Genc Osmanlilar’in Paris calismalarini ve Mustafa Fazil Pasa’nin destegini anlattiktan sonra Saray’in bunu nasil ogrendigi konusunda:
” ‘(…) Mustafa Fazil Pasa da Genc Osmanlilari tuttu. Simdi anliyor musunuz duzenlenen tezgahlari?’ ‘Peki Mustafa Pasa’nin bu tutumunu nasil ogrendiniz?’ ‘Anlatayim: (…)’ ” (s.80)
e) Genc Osmanlilarin ne istedikleri konusunda:
“‘Su Genc Osmanlilarin neler istediklerini bize acik secik anlatabilir misiniz?’ ‘Elbette, anlatayim. (…)'” (s.82)
f) Genc Osmanlilarin ummet anlayislarini aciklamak icin:
“‘Agabey, bu ummet sozcugu bana gore pek acik degil. Ben ummet’ten Muslumanliga inanan insanlari anliyorum. Ama burada karmasik bir anlam ortaya cikiyor.'” (s.82)
g) Genc Osmanlilar konusundan devletin mali durumuna gecis yaptigi yer:
“Salim Bey kardesini bir sure sessiz sessiz dinledikten sonra soyle dedi: ‘Bak Hasan,’ dedi, ‘sen hic devletin mali durumundan soz etmedin kardesim, herkes biliyor, biz iflas ettik, sen de bunu bilirsin elbette. Hatirla bakalim, Cevdet Pasa neler demisti: (…)'” (s.83)
B) Ikinci konusma:
1. Baslangic noktasi:
“(…) Yine boyle bir aksam Hasan Hilmi’nin gelmesi gecikince Sultan Aziz’in devrilmesine yol acan olaylardan soz acildi. (…) Kimse artik Devlete guvenmiyordu. Butun Istanbul icin icin kayniyor ve herkes hukumetin beceriksizliginden soz ediyordu. Bu hosnutsuzluklar nelere yol acabilirdi? Salim Bey soyle dedi: (…)” (s.108-109)
2. Baglanti noktalari:
“(…) Kardeslerden Kadri, ‘Agabey, medrese ogrencileri oyle politikaya filan bulasmazlar, nasil yaptilar bu isi?’ diye sordu.” (s.109)
“(…) Omer, ‘Evet, agabey,’ dedi, ‘sonrasini ben anlatayim. (…)'” (s.109)
C) Ucuncu konusma:
1. Baslangic noktasi:
“(…) Uclu cezvelerle kopuklu kahveler geldi. Musa Pasa’nin olumunden sonra kardesler ilk kez bir araya geliyorlardi. Aileyle ilgili konular konusulduktan sonra sira geldi Mabeyin ve Babiali’de olup bitenlere. Salim agabey, ‘Hasan, anlat bakalim neler oluyor sizin taraflarda,’ diye soze basladi.”
2. Baglanti noktalari:
a) Hasan Hilmi’nin Icel mutasarrifligina atanmasi konusundan Sadrazam Sait Pasa konusuna geciste:
“‘Su Sadrazam Sait Pasa’yi bize biraz anlatir misiniz?’ ‘Anlatayim… (…)'” (s.157)
b) Sadrazam Sait Pasa konusundan II. Abdulhamit konusuna geciste:
“Hasan Hilmi Bey Saray’da Hunkar’in bircok konusmasina tanik oluyordu. Bunlardan birini de soyle anlatti: Kulaklarimla duydum, birgun Zatisahane soyle dedi: ‘Sadrazam Sait Pasa olmus, Kadri Pasa olmus, ne cikar? Gercek Sadrazam benim.’ Omer bu sozleri duyunca agabeyine hemen su soruyu yoneltti: ‘Agabey, bize biraz da Sultan Hamit’in kisiligini anlatsaniza, bes yildir yanindasiniz.'” (s.159)
c) Yildiz Mahkemesi’nin duzmeceligi sorunundan Pehlivan Mustafa’ya yapilan iskenceler konusuna geciste:
“‘(…) Aman Omer, neler soyluyorsun? Bir duyan olur, yerin kulagi var.’ ‘Benim kimseden korkum yok. Bir gun bunlarin hesabi sorulacak.’ ‘Duymamis olayim. Baska seyler konusalim.’ ‘Peki agabey, ama baska konulara gecmeden once Yildiz Mahkemesinde yargilanan Pehlivan Mustafa’nin iskenceler sonucu nasil oyuna geldigini de konusalim.'” (s.162)
d) Pehlivan Mustafa’ya yapilan iskencelerden rusvet konusuna geciste:
“Toplantinin basindan beri hic konusmayan kardeslerden biri de Musa Pasa’nin ikinci esi Lalufer Hanimdan olan oglu Abdurrezzak’ti. Omer’den kucuk olan Abdurrezzak butun bu konusmalari can kulagiyla dinlemis, ama Hasan agabeysini kiracak bir sey soylemekten cekinerek hep susmustu. Konusmalar bu duzeye gelince o da dayanamayarak, ‘Hasan agabey’, dedi, ‘madem ki her seyi bugun acik acik konusuyoruz bir de su rusvet olayindan soz edelim, musaade buyurulur mu?’ ‘Aman Rezzak’cigim, musaade ne kelime, konusalim.'” (s.167)
e) Rusvet olayindan Ali Suavi olayina geciste:
“Butun kardesler Abdurrezzak’i baslarini sallayarak onayliyorlardi. Kisa bir sessizlikten sonra Omer baska bir konuya gecerek, ‘Hasan agabey,’ dedi, ‘bize biraz da Ali Suavi olayini anlatsaniza. Ali Suavi’yi ben de tanidim. Mektebi Sultanî’de mudur oldugu aylarda gidip kendisiyle konustuk. Hepimizi etkileyen bir davranisi oldu. Siz olayi bizden iyi bilirsiniz. Bizi biraz aydinlatir misiniz?’ Hasan Hilmi, ‘Evet,’ dedi, ‘memnuniyetle. (…)'” (s.169)
II/Son
Sozkonusu imgelemin kurgusunun onemli olcude ayrintilara indirgenmis olmasi ve kurgulandigi dusunulen konularin baslangic ve baglanti noktalarinin zayifligi, “Meyyale”yi bir yazin yapiti niteliginden uzaklastirmaktadir.
“Meyyale”, bir roman olamadigi icin, kitabın arka kapaginda iddia edildigi gibi “tarihsel bir roman” da olamamaktadir.
III.
“Meyyale”yi, Topuz‘un referans verdigi belgeler ve belge gostermek gereksinimi duydugu olaylar acisindan inceledigimizde sunlari goruyoruz:
1) Belgeler:
a) Pertevniyal Sultan‘in “Serguzestname”si (s.114),
‘Serguzestname‘nin kitabın dokusunu hangi oranda belirledigi tam olarak anlasilamamakla birlikte kendisine referans verilen yer acisindan:
Sultan Abdulaziz’in olumunden sonra Pertevniyal Sultan’in, oglunun cesedinin goturuldugu karakolda asagilanmasi:
“Hasan Hilmi’nin kardeslerine anlattiklarini Pertevniyal Sultan’in ‘Serguzestname’ adli anilari da dogruluyor: Ortalik durulduktan bir sure sonra Valide Sultan vakanuvis Ahmet Lutfi Efendi’yi dairesine cagirtarak basindan gecenleri ve tanik oldugu olaylari bir bir anlatiyor. O tarihlerde Surayi Devlet uyesi olan Ahmet Lutfi Efendi de bunlari not ederek ‘Valide Sultan’in takrir ederek tahrir ettirdigi risale’ basligi altinda derliyor ve bunu Abdulhamit’e sunuyor. Sultan Hamit’in buna ne tepki gosterdigi bilinmiyor. Bilinen tek sey Serguzestname’nin Yildiz Sarayi arsivine kaldirilmis olmasi. Aradan kirk alti yil gectikten sonra Seyit Ahmet Tevfik Bey adinda bir kisi Serguzestname’yi Yildiz Saray evraki arasinda bulup bir ozetini cikartiyor ve bunu dostu tarihci Mahmut Kemal Bey’e veriyor. Onun olumunden sonra da bu belge kutuphanenin El Yazmalari Bolumune kaldiriliyor(…)” (s.114)
Demek ki, Topuz‘un yararlandigi kaynak, ‘Serguzestname‘nin bizzat kendisi degil, Seyit Ahmet Tevfik Bey tarafindan cikartilarak tarihci Mahmut Kemal Bey’e verilen ozetidir.
Burada bir parantez acarak Fatih Cekirge‘nin 10 Mayis 1998 tarihli Sabah gazetesinde yayinlanan “Meyyale” baslikli makalesinden sozetmek istiyorum: Cekirge, makalesinde Namik Kemal, Ziya Pasa ve Ahmed Mithat Pasa arasindaki Kanuni Esasi’nin 113’uncu maddesine iliskin bir konusmayi aktararak ‘Serguzestname‘yi referans olarak veriyor:
“Kemal Bey, yeni Anayasa’nin 113’ncu maddesinde, padisaha istedigi kisiyi sinir disi etme yetkisinin verilmesine buyuk bir hararetle karsi cikiyordu. Mithat Pasa’nin yuzu asik, Kemal Bey’e hak veriyor ancak bir sey soylemiyordu. Ardindan Ziya Pasa konustu: ‘Kemal Bey cok hakli. Eger, bu maddeyi kabul edersek, bu millet bizi affetmez. Biz, ozgurluk mucadelesi verirken, bu yasayla kendi kendimizi hapsediyoruz. Bir dusunsenize, Sultan Mecit’in Gulhane’de okudugu ‘Hatti Humayun’da bile, mahkeme karari olmaksizin, hic kimsenin suphe uzerine, keyfi bir bicimde ceza goremeyecegi ilan edilmistir. 37 yildan beri nereden nereye geldik. Yuh olsun bize…’
Bu satirlar, Pertevniyal Valide Sultan’in ‘Serguzestname’sinden…”
Herhalde Cekirge ‘Serguzestname‘yi gormus olmali! Yahut da Topuz‘un satirlari Cekirge‘nin kaleminde Pertevniyal Valide Sultan’in kalemine donusuyor…
b) Abdulhamit’in kizi Ayse Sultan‘in “Babam Sultan Abdulhamit” baslikli anilari (s.213),
Rebia’nin, babasi Hasan Hilmi’ye yazdigi ve 1901 yilinin kurban bayraminda meydana gelen yer sarsintisini anlattigi mektubunu desteklerken kullaniliyor bu belge:
“Bu mektuptaki deprem olayi o zaman Istanbullulari cok etkilemis. Abdulhamit’in kizi Ayse Sultan da bu deprem olayini, ‘Babam Sultan Abdulhamit’ adli anilarinda soyle anlatiyor: (…)” (s.213)
c) Semih Mumtaz‘in “Tarihimizde Hayal Olmus Hakikatler“i (s.214),
Sozkonusu belge de deprem olayini desteklemek amacli kullanilmis:
“Deprem olayinin bir tanigi daha var. O da, o donemde Sehremini Resit Mumtaz Pasa’nin oglu Semih Mumtaz. (…)” (s.214)
d) Sair Leyla Hanim‘in “Saray ve Harem Hatiralari” (s.30)
e) Atif Bey‘in “Hatirat-i Atif“i (s.46)
f) Bunlarin disinda, Durbas‘in makalesine gore, Topuz‘un, bibliyografyasina su kitaplari da ekledigi gorulmektedir:
f1) Prof. Bekir Sitki Baykal’in “Ibretnuma” adli kitabından Mabeyinci Fahri Bey’in anilarina iliskin bolumu,
f2) Cagatay Ulucay‘in arastirmalari,
f3) Prof. Enver Ziya Karal‘in “Osmanli Tarihi“,
f4) Resat Ekrem Kocu‘nun “Osmanli Padisahlari”,
f5) vb.
f6) Sozkonusu kitaba iliskin olarak cok fazla bir belgesel degeri olmamakla birlikte birkac aile mektubu.
2) Anilar, anilar, anilar:
a) Refik Durbas‘in sozkonusu makalesinde, Topuz:
“Ornegin Haremagasi Hayrettin Efendi’yi cocuklugumda tanimistim. Gazeteci oldugum zaman notlar aldim, yazmami istemedi, sakladim, sonra ‘Kara Afrika’ adli kitabımda kullandim. Fetanet Baci evde buyuk anne gibi sevdigim bir kisiydi, ondan cok seyler dinledim. Konaga Tirnigar Kalfa ve Zerafet Baci gelirdi, onlarin anlattiklari da masal gibiydi. Ama en buyuk ani kaynagim anneannem Rebia hanimdi. Iyi ki onun anlattiklarini not edip saklamisim. Annemin anlattiklarini da banda almisim. Hepsinden yararlandim.” seklinde acikliyor kitabın dokusundaki o anlatiyi isleyen ani yogunlugunu.
b) Kusaktan kusaga hikaye edilirken yiten anilar:
“Pertevniyal Sultan’in anlattiklarini ne yazik ki yalida o zaman kimse not etmedi. Anilar belleklerde, kusaktan kusaga hikaye edildi ve cogu yok olup gitti.” (s.130)
c) Bellekte yiten anilar:
“Pertevniyal Sultan’in anlattiklarindan Rebia (ki dort yasindadir) hicbir sey anlamiyor, ama dikkatle kendisini dinliyordu. Yillar sonra bu son gorusmeyi animsayacak, ama belleginde goruntulerden baska bir sey kalmamis olmasina uzulecektir.” (s.175)
d) “Bir Yakina” birakilan Anilar:
Haremagasi Hadim Aga’nin hayatindan kesitler verildigi “Haremagalarinin Cilesi” baslikli VIII inci bolumde (ki kitabın bir film tadindaki en iyi bolumu) (s.65-72):
“Hayrettin Efendi olumunden bir yil kadar once, Bostanci’da Hatboyu’ndaki evinde bir yakinina yasamoykusunu anlatmisti: (…)” (s.67)
Cekirge‘nin, sozkonusu makalede bir saptamasi var: “Tarih, buyuk olaylarin takvimlerdeki halinden cok, anilarla ve tek tek insanlarin yasadiklariyla degerleniyor. Belki de, anlamli hale geliyor.”
Ancak, Cekirge’den farkli olarak, Vahdettin filmi yerine aklima ilk olarak Hayrettin Aga’nin yahut da Fetanet Baci’nin filmi, oykusu, romani, siiri geliyor…
IV.
“Meyyale”de goze carpan mantik kirilmalari da dikkat cekicidir:
a) Galatasaray’li Omer’in Ali Suavi olayindaki mantik kirilmasi:
“‘(…) Ali Suavi’nin maksadi Sultan Murat’i hemen oradan bir Ingiliz gemisiyle Ingiltere’ye kacirmak, sonra da, ‘Bakin bu adam deli filan degildir,’ diye Ingilizlerin yardimiyla yeniden tahta oturtmakmis. Buyuk macera degil mi? Iste Ali Suavi olayinin icyuzu budur.’ Omer, ‘Hayret,’ dedi. ‘Boyle derme catma olanaklarla, basibozuk gocmenlerle devrim mi yapilir? Nerede devrimin kadrosu? Nerede yoneticiler? Nerede yeralti orgutu? Nerede kislalari, karakollari basacak, Babiali’yi kusatacak, vezir-vuzerayi tutuklayacak devrim mufrezeleri? Nerede halk kitleleri? Nerede devrim plani? Nerede devrimcilerin isbasina gelince yapacaklari siyasal, ekonomik ve sosyal calismalarin programi? Demek ki muhterem mudurumuz bunlari hic dusunmemis. Buna devrim degil, bilincsiz ve romantik bir darbe girisimi denir. (…)” (s.170-171)
Eger burada Topuz‘un Omer’le hafiften dalga gecmesi sozkonusu degilse, sunu soylemek gerekir: Ya Omer hizini alamamis, ya Topuz… Cunku, Ali Suavi, bir devrim yapmaktan cok alisilageldigi uzere bir Padisah darbesi yapmak istiyor. Tek farki bu darbeyi Ingilizlerin eliyle yapmak istemesi. Yani, Seyhulislam’dan fetva almadan ve bir kisim “muktedir” devlet adami ile bir kisim yeniceriyi ikna etmeden…
b) Hasan Hilmi’nin kisiligindeki mantik kirilmasi:
Topuz‘un cizdigi iki Hasan Hilmi var. Bunlardan bir tanesi Genc Osmanlilar’in yakin arkadasi, aydin… Ikincisi ise “gemisini yuruten kaptan”, korkak ve bilgisiz… Boylesine aydin bir cevrede bulundugu iddia edilen birisinin bu derecede bilgisiz olmasinin mantikli bir aciklamasini bulmak ise oldukca guc:
1.
–“Meyyale ile evlenmesi, ona Mabeyin’de daha buyuk bir guc kazandiracakti. Ama kendi arkadaslari bunu nasil karsilayacaklardi? Kimlerdi onun arkadaslari? Onlarin basinda Menapirzade Nuri Bey geliyordu. Nuri Bey Hasan Hilmi’den uc yas buyuktu. Onun da Saray’la yakin iliskileri vardi. Meclis-i Vala denen Yuce Meclis’in Tercume Kalemi’nde calisiyordu, sairdi, besteleri vardi. Yine Meclis-i Vala’da calisan Resat Bey, Suphi Pasazade Ayetullah Bey, Ebuzziya Tevfik Bey de yakin arkadaslari arasida yer aliyordu. Onlar Yeni Osmanlilar Cemiyeti’ni kurmuslar, ama Hasan Hilmi onlara katilmaktan cekinmisti. Hepsinin Saray’la, Mabeyin’le ve Meclis-i Vala ile uzaktan yakindan iliskileri vardi. Hicbirinin Hasan Hilmi’ye, ‘Neden Saray’dan kiz aliyorsun?’ diyecek durumlari yoktu.” (s.52-53)
–“‘Yeni Osmanlilar icinde benim yakin arkadaslarim var. Bircogunu cok iyi tanidim, birlikte olduk, oturduk, tartistik. Coguna hak veriyorum. Ramak kaldiben de belki onlarla birlikte kacacaktim. Beni de ihbar ettiklerini biliyorum, ama kurtuldum. Aramizda uzun uzun sunu konustuk: Kacmak mi, yoksa burada kalip etkili olmak mi? Inan bana onlar da keyiflerinden kacmadilar, ama tutuklanip iskence goreceklerini anladiklari zaman disari gitmek zorunda kaldilar.'” (s.76) sozlerinden Hasan Hilmi’nin ulkede kalip “etkili oldugu” gibi bir sonuc cikiyor. Tuhaf ve “izaha muhtac”!
Topuz, Hasan Hilmi’yi surgun konusunda soyle konusturuyor:
–“‘Mabeyin baska, Icel Mutasarrifligi baska. Maasimda da azalma oluyor. 6.500 kurus maas aliyorum. Orada elime 5.000 kurus gececek. Hic boyle terfi olur mu? Bu bir bakima surgun sayilir. Ama kim Istanbul’dan uzaklastirilmadi ki? Namik Kemal, Ziya Pasa, Hamdi Pasa, Ahmet Vefik Pasa, Halil Rifat Pasa… Daha kimler yok ki? Padisah sivrilen kisileri once Istanbul’dan uzaklastirir, sonra bakar ki, isler yurumuyor, onlari nazir ya da Sadrazam yapar. Yani, bence valilik devlet islerinde basamak sayilir.'” (s.157)
–“(…) Neden Icel’den alindigini hic anlayamadi. Olsa olsa jurnalcilige kurban gitmisti. Gercekten de iki aydin devlet adaminin (Abidin Pasa) sik sik bir araya gelip memleket sorunlarini tartismalari Saray’a jurnal edilmis ve Abdulhamit bu yuzden Icel mutasarrifini Yozgat’a gondermisti.” (s.176)
2.
–“Hasan Hilmi Bey Abdulaziz’in devrilmesinden sonra butun arkadaslari gibi Mabeyin’de kuskulu gunler yasadi. (…) O Mabeyin’de, ‘serkurena’ denen ust bir duzeye yukselmis ve Abdulaziz’le yakin iliskiler kurmustu. Bu yakinlik belki de Pertevniyal Sultan’in kendisini tutmasindan ve Meyyale’yle evlenmesinden kaynaklaniyordu. Ama Hasan Hilmi’nin Namik Kemal ve Ziya Pasa’yla yakinligi vardi. Bu bakimdan basina belalar gelebilirdi. Buna ragmen kendisine dokunan olmadi. Hasan Hilmi Bey, Abdulhamit tahta ciktiktan sonra da esen ruzgarlara gore teknesinin yelkenini yonlendirerek firtinalara dayanmasini bildi ve Mabeyin’deki gorevini bes yil daha surdurdu.”
Bir ust duzey yonetici oldugunun israrla alti ciziliyor. “Serkurena” (bas mabeyinci) olunca ulkede ve dunyada esen ruzgarlari bilmemesi imkansiz gorunuyor. Ancak, sonraki sayfalarda, Hasan Hilmi kimileyin biliyor, kimileyin bilmiyor:
-Galatasarayli Omer’in dunyada yasanan politik ve felsefi gelismelerden bahsetmesinin ardindan Hasan Hilmi Bey’in degerlendirmesi:
“Dogru valla Omer, dunyada neler olmus da Memalik’i Osmaniye’de biz hic duymamisiz.” (s.77)
–“Benim iskencelerden hic haberim olmadi. Bildigim kadariyla (…)” (s.163)
–“‘Bak Omercigim,’ dedi, ‘anlattiklarin dogrudur herhalde. Ben insanlara bu derece baski yapildigini ve iskence edildigini bilmiyordum. Bu soylediklerin cok korkunc. Bazi insanlar Hamit’i yonlendirmeye calisiyor. Kafasinda bir korku yarattilar, o da bu korkunun etkisiyle baskiyi artiriyor. (…)'” (s.166)
–“Hasan Hilmi’nin bildigi cok sey vardi, ama kardesleriyle bile bunlari konusmaktan cekiniyordu. (…)” (s.167)
c) Ahmet Midhat Pasa’nin kisiligindeki kirilma:
kitabın “Abdulhamit” baslikli XVI nci bolumunde Mithat Pasa’nin Namik Kemal ve Ziya Pasa ile olan fikir ayriligi sirasinda Mithat Pasa gozunu iktidar hirsi burumus birisi olarak ciziliyor:
“‘(…) Hunkar benim ne istedigimi biliyor, ama bana karsi gelemiyor. Onu tahta biz oturttuk. Bize uyum saglayamazsa onu da Aziz gibi, Murat gibi deviririz. Gucumuzu anlamis olmasi ve bizden korkmasi gerekir. Benim arkamda koca millet var, onun arkasinda ne var? Kokusmus bir Imparatorluk duzeni, ulkeyi soyan, somuren bir yigin mutegallibe, Saray’i kusatmis bir suru dalkavuk, jurnalciler ve cikarcilar. Ben buradan gidecek olursam alimallah memleket biter, Imparatorlugun disarda da, icerde de teminati benim. Bu yuzden de Padisah beni azledemez. Ben istifa etmem. Padisah beni azlederse etsin, goruruz bakalim. Benim kimseden korkum yok. Bu ulkede tek care benim. Hodri meydan!’ Ziya Pasa ve Namik Kemal bu sozlerden irkilmislerdi. Mithat Pasa cok iddiali konusuyor ve her seyi tek basina basaracagini saniyordu. Yetkilerini bolusmeye, yonetimi paylasmaya hic de niyetli gorunmeyen bir tutumu vardi. Butun yetkileri ve yonetimi kendinde toplamaya yonelmis gibiydi. Ilerde Padisah devrilirse butun yonetimi kendisi ele alacakti. Yonetimin temelleri neye dayanacakti o zaman? Bu tehlikeli bir gidis degil miydi? (…)” (s.144-145)
Bir sonraki bolumde, Topuz, Ahmet Midhat Pasa’yi ozgurluk kahramani yapiyor:
“Mesrutiyeti hazirlayan bu uc buyuk ozgurluk kahramani Osmanli Imparatorlugu’nda ulasilmasini istedikleri ortamda ancak birkac ay yasayabildiler. 1877’den sonra yasamlari ya surgunde gecti ya da zindanda. En buyuk ihaneti kendilerine her turlu baglilik sozunu vererek tahta cikan Abdulhamit’ten gorduler. Ucu de mutlu olamadan oldu, ama attiklari tohumlar sonradan yesillendi, filiz oldu, fidan oldu, dal oldu, agac oldu, bayrak oldu. Onlarin actigi bayragi da Mustafa Kemal’lerin kusagi dalgalandirdi.” (s.153)
Mithat Pasa, Topuz‘un gozunde bir ozgurluk kahramani midir, yoksa gozunu iktidar hirsi burumus birisi mi? Bu ikisinin bir tek karakterde birlesmesi, psikanalizin “cok kisiliklilik sendromu”na denk dusuyor…
Eger ucu de (Mithat Pasa, Namik Kemal, Ziya Pasa) yasamis ve herhangi bir sekilde iktidari ele gecirmis olsalardi, Topuz‘un birinci Mithat Pasasi ile, Mithat Pasa’nin ya da digerlerinin (Namik Kemal, Ziya Pasa) baslatacagi bir ic savastan bahsedilebilecekti. Iktidarin ele gecirilmesinden sonra, 1789 Fransa’sinda ornegi goruldugu uzere, “devrim” once kendi cocuklarini yiyecekti…
“(…) Ne Namik Kemal’in ne de Ziya Pasa’nin karakterleri Mithat Pasa’ya odun verecek capta degildi. Yollari mutlaka ilerde ayrilacakti, ama bugun birlikte davranmalari, Anayasa’yi elbirligiyle hazirlamalari ve Meclisi Mebusan’i toplamalari gerekiyordu. Yeni bir rejimin kurulmasi asamasinda dagilmalari ve cozulmeleri cok zararli olmaz miydi? Gorus birliginde olmadiklari kesindi, ama her ikisi de bu asamada kavga cikarmamayi yeglediler.” (s.145)
Burada, ozenle cizilmis Namik Kemal ve Ziya Pasa profilleri goruluyor. Hafif siddette bir yer sarsintisinin gercekligini bile belgelerle gostermeye calisan Topuz‘un, ayni ozeni Mithat Pasa’nin kisiligini cizerken de gostermesi beklenirdi…
d) Topuz‘un, Hasan Hilmi’ye buldurulmaya calisilan cerkez kizlar meselesindeki mantik kirilmasi:
“Hasan Hilmi Bey bu isi basindan atmak icin bu kez de Konya’da istenilen nitelikte kiz bulunmadigini, ama Sivas’ta, Adana’da ve Bursa’da daha guzel kizlar bulunabilecegini Baskatibe yazdi. Ne var ki, Saray, kizlarin Konya’da bulunmasinda dayatiyordu. Sonunda Vali soyle bir cozum onerdi: Miralay Mehmet Bey adinda bir subay Cerkezce biliyor ve Cerkezleri iyi taniyordu. Bu Mehmet Bey’e aranilan nitelikte iki kiz resmi verilecek, o da Kafkasya’ya giderek Saray’a kiz arayacakti. Eger istenilen nitelikte kizlar bulunursa Mehmet Bey’in rutbesi miralayliktan mirlivaliga yukseltilecekti. Sonuc ne oldu, kizlar bulundu mu, Mehmet Bey’in rutbesi bu yuksek pezevenklik hizmetleri sonucu yukseldi mi? Bilmiyoruz.” (s.179)
Topuz‘un kurdugu mantik nasil bir mantiktir ki, emri altindaki birisini bu konuda gorevlendirip daha sonra da onu bir sekilde odullendirme cozumunu buluyor ve daha sonra da bu cozumun emir erini bir sekilde pezevenklikle sucluyor?
Halbuki Pertevniyal Sultan, oglu icin kiz bulurken satirlar soyle dokuluyor Topuz‘un dudaklarindan:
“Pertevniyal Sultan oglunu mutlu etmek icin elinden geleni yapiyor ve zaman zaman ona kiz buluyordu.” (s.30)
Bir baska yerde de, Rebia’nin dugununde gelen bir hediyeyi:
“Gelen hediyelerin en tatlisi da, ‘Ceyiz halayigi’ adi altinda gonderilen bes-alti yaslarinda bir habes kiziydi. Cocuk anadilinden baska hicbir dil bilmiyordu. Kole tuccarlari onu Habesistan’dan kacirip satmislardi. Sipsirin bu zenci cocuguna Fetanet adi verildi” biciminde betimlemektedir Topuz. (s.186)
Ayni sekilde, Sultan, kendisine hediye edilen bir cariyeden de “hediyelerin en tatlisi” olarak bahsedecektir.
Nitekim Pertevniyal Sultan da, Suhucihan Hanim da, Meyyale de bu sekilde aranan cerkez kizlari gibi girmislerdir Saray’a. Bu ne onlari bulanlari pezevenk yapmistir, ne de bulunanlari “kotu yola dusmus kizlar”… Bir donemi bir baska donemin kavramlariyla, boylesine koseli cumlelerle ve “isine geldigi sekilde” yargilamamak gerekir. Kavramlar zaman ve mekana gore degisir. Buna dikkat edilmediginde ise bir bumerang etkisi gosterebilirler…
Son Soz:
Romanlasmaya calismak bir numara buyuk gelmistir “Meyyale“ye… Belgesel bir calisma demek ise bir numara kucuk gelir… Topuz‘un aslinda kitaba hakim olan zengin anlati tadini yukarida belirttigim nedenlerle acemice kurgulardan ve mantik kirilmalarindan uzak tutmasi, ayni sekilde gereksiz yerlerde referans vermekten kacinarak belki de kisa bir girisle kullandigi kaynaklardan genel olarak sozetmesi beklenirdi…
“Meyyale” eger roman denilecekse kotu bir roman, bir belgesel calisma denecekse yetersiz bir calisma, bir anlati denilecekse kendisine ihanet edilmis bir anlatidir…
Reha YÜNLÜEL