Siyasetten üstün bir sanat temennisini dile getiren Sokak Sanatı Atölyesi Baş Sanat Yönetmeni Erdal Çoban, “Biz her yönetimin rakibiyiz. Siyasetin üzerinde sanat istiyoruz. İnsan sıkıntısı olan yerde üretmeye devam edeceğiz” diyen sanatçı, eseri hak sahiplerine teslim ettiklerini söyledi.

İzmir’de dolaşırken bazen bir asker ya da madenci heykeli görebilirsiniz. Dün orada olmayan heykelin aslında bir insan olduğunu anlıyoruz. Orada saatlerce gözünü kırpmadan nasıl durduğunu merak ediyorum.

Gezi Parkı etkinliklerinde ‘Duran Efe’ ile 24,5 saat dünya rekoru kıran ve toplumun sesi olma mücadelesi veren sanatçılardan Sokak Sanatı Atölyesi Baş Sanat Yönetmeni Erdal Çoban, sokak sanatlarını keşfedecek. İzmir’de canlı heykel gösterileri, sokak ve performans sanatları sahneleri.. Başkenti konuştuk.

(Yusuf Körükmez – Erdal Çoban)

Sokak Sanatları Atölyesi’nin öyküsünü anlatır mısınız?

2008 yılında “Sokak Sanatları Atölyesi”ni düzenlemenin temel amacı kapalı alanlardan sanatı halkın nabzının attığı sokaklara taşımaktı. Sanat aracılığıyla her gelir seviyesinden herkese ulaşmak. Güzellik kavramını değil, estetik kavramını öğretmek, aslında seyirciye sahne ve salonlardaki kültürel etkinlikleri öğretmek. Sokak insanlarıyla oyun oynayabilmek, onlarla proje hazırlayabilmek. Toplumsal görevlerle ilgili etkinliklerde sanatsal destek sağlamak. Atölye mantığında her zaman toplumla, halkla bir şeyler üretme fikri vardır. Parayla sanat alıp satma mantığına bağımlıyız. Atölyeyi oluşturmamızın sebebi, insanların sanat deyince ‘Bu kadar para’ demeleri. Buranın faaliyet alanı olarak metrolara giden caddeler, gemiler, otobüsler olsun dedik. Hayallerimize böyle başladık.

Şu anda İzmir Türkiye’nin en özgür, sokak ve performans başkenti. İstanbul’dan Ankara’dan daha özgürüz. Trende, metroda, otobüste müzik çalınıyorsa, kırmızı ışık gösterileri yapılabiliyorsa Sokak Sanatları Atölyesi’nin buna dayalı çok emeği var. Çok çaba sarf ettik. Şimdi yine bir sorun olduğunda ilk giden biz oluyoruz. Çünkü biz vurucu gücüz. Bizimle baş edemezler. Yani yaşayan bir heykel, bir kanguru veya tahta bir bacak yaptınız ve 5 pankartınız oldu. Bunu engelleyecek bir kolluk kuvveti yok. Çünkü o müdahale fotoğrafı çok çirkin bir fotoğraf. 50 bin kişi kaz dağlarında altın madenine karşı yürüyor, biz cephedeyiz. Tavşan kostümü giyiyordum. ‘Tavşan provokatörü’ birkaç yanlısı kanalı hedef aldı. O zamanlar bütün çalışmalarımızı “Yıkıcı Tavşan” olarak yapıyorduk. Reklam iyi ya da kötü değildir…

Hazırladığımız projelerin daha kaliteli ve dünya çapında ses getiren projelere dönüşmesiyle İzmir merkez olmaya başladı. İzmir’in merkez olması tüm Türkiye’nin dikkatini çekti. İzmir sokak ve sahne sanatlarının başkenti oldu. Almanya için İzmir, İspanya için Barselona’dır. Şu anda ürettiğimiz sanatı İstanbul, Ankara ve yurt dışına satıyoruz. Satıştan kazandığımız parayla hemen yeni bir proje oluşturuyoruz. Burada ücretsiz eğitim veriyoruz. Hiçbir projemize para ödemedik, kimseden para istemedik. Sadece küçük kutular açıyoruz ve insanlar isterlerse içine para atabiliyorlar. Yurt dışında dört ülkeye gittik, bu bağlamda bize destek olan kurum ve belediyeler oldu ama kimsenin “evet sokak sanatı atölyesiyle yaptık” demesine izin vermedik. Sponsorumuz halk…

Yurt dışında düzenlenen festivallere de katıldınız. Tepki nasıldı? Sizce sanata ve sanatçıya bakış açısından ülkemiz ile ülkemiz arasındaki fark nedir?

Hayallerimizi gerçekleştireceğini, yurt dışındaki festivallerde ülkemizi temsil edecek düzeye yükselteceğini beklemiyorduk. 2010 yılında Barselona La Rambla’da düzenlenen “Cumhuriyet ve Devrimler Canlı Heykel” sergisinde ilk yurt dışı deneyimimizi gerçekleştirdik ve cumhuriyeti konuştuk. La Rambla yaşayan heykellerin başkentidir. 40 yıldır Barselona’daki o sokakta yüzlerce canlı heykel sergileniyor. Onlara hikayemizi onların diliyle, sanatıyla anlattık. Ama bunları uygulayan kişiler maddi sıkıntı yaşayan kişilerdir. Onlara göre daha eğlenceli ve alt hikayesi olmayan performanslar sergilediler. “Cumhuriyetlerin ve Devrimlerin Yaşayan Heykeli” sergisiyle gittiğimizde bunun bir örneği yoktu. Canlı heykel yapanlar vardı ama 15-20 kişilik bir konuyu performans olarak araştırıp insanlara bir şeyler anlatmaktan oluşan canlı heykeller yoktu. La Rambla’da sokak kapatıldı, polis geldi, izin istediler. Çünkü performansımıza 4 saat devam ettik. Orada sanatçılar 10 dakika duruyor, 5 dakika mola veriyor ve bu bir bağış toplama etkinliğine dönüşüyor. Ama kaliteli bir performans gördüklerinde insanlar toplanıyor. Önümüze İspanya Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimlerini anlatan pankartlar astık ve bir gösteri sunduk. Şaşırmışlardı. Ardından iki yıl üst üste Atina’daki Sokak Sanatı Festivali’ne davet edildi. Orada ülkemizi temsil ettik. Çok iyi geri dönüşler aldık. Türk olduğumuza inanmadılar, Türkiye’de bize öğretecek kimse olmadığı için ‘Bunu nereden öğrendin’ diye sordular. Bizi entelektüel ve teknik olarak desteklediler. Çok yakın arkadaşlar edindik.

Yurtdışında performans sergilerken kazandıklarımızı karşılaştırdığımızda burada ne kadar canla başla çalıştığımızı anladık. Kiramızı, elektriğimizi, suyumuzu zar zor ödüyoruz. Orada devlet ve belediyeler daha çok destek veriyor. Biz yapmasaydık kimse bize “sen neden yapmıyorsun” demezdi. Bizdeki sanatçı kavramı ölünceye kadar değer verilen bir şey değil. Belediyelerin bize ayırdığı bütçe 5 kat artsın, ben de ekibimle birlikte tüm İzmir’i bir sanat sokağına çevireceğim. 50 kişilik bir ekibimiz var ve en az 300 kişi çağrı ile gelebiliyor. Bir konser için bütçe verseler bir aylığına İzmir’in çehresini değiştiririz. Şehrin en fakir mahallesinden en zengin mahallesine kadar her yerde farklı oyunlar oynuyoruz. Biz hazırız ve donanımlıyız. Türkiye’de yapılmayan bir Yaşayan Heykel Festivali projemiz var. 100 kişiye ek olarak, üç gün boyunca şehrin sokaklarında 300 kişilik bir performans planlıyoruz. Bununla ilgili tartışmalar sürüyor. Türkiye’de olmadığını bildiğimiz bir proje için de finansal destek arıyoruz. Türkiye’de benzeri olmayan projelerimiz var, her şey hazır…

“Evrensel bir şey ürettiğinizde, tüm dünya sizi tanıyor. Dünya Canlı Heykel Festivali davetiyesi geldi. Gezi olaylarında 24,5 saat ‘Ayakta Efe’ olarak çalıştım ve dünya rekoru denedim. Ancak Guinness’ten gözlemciler ve hakemler tarafından kontrol edilmelidir. Rekorlar kırılmadı. Daha sonra Hollanda ve Belçika’dan bu dünya rekoru ile ilgili davetler aldım. Pandemi dönemi olmasaydı rekoru 35 saate çıkarırdım. Çok zor performans. Çünkü yemek, su, tuvalet gibi temel ihtiyaçlar yok. Bu projeyi gelecekte gerçekleştireceğim. Yurt dışından görüşmelerimiz devam ediyor ve bu konuda İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden destek bekliyoruz.”

Belediyeden bahsetmişken, yerel özyönetim organlarıyla ilişkiniz nedir? Destekliyorlar mı?

Önceleri belediyelere, kültür sanat daire başkanlarına yabancıydı. Yani ‘Bu adamlar ne yapıyor, amaçları ne? Bize sokak tiyatrosu dediğinde 60’ların, 80’lerin siyaset tiyatrosundan çok sıkılmıştı. Ama tiyatronun sadece slogan atan politik üslubunu kabul etmedik. Nokta nokta projeler hazırlamaya çalıştık. Alt hikaye olsun dedik ama göze kurşun olmasın dedik. Yeri geldiğinde hem solcuların hem de sağcıların birleşip ilham alabileceği bir alt anlatı oluşturmaya çalıştık. Her türlü görüşten insanlarımız var, siyasi miting olarak asla ‘Siz varsınız, bize katılamazsınız’ demeyin. Zaten öğretmen, polis, doktor, jandarma, öğrenci gibi her kesimden arkadaşlarımız var. Takım kozmopolit bir takımdır. İşimize din ve siyaseti dahil etmiyoruz, çünkü buradaki amacımız bundan bir şeyler çıkarmak. Belediyeler önce anlamadıkları için direndiler. Çünkü bizi nereye entegre edeceklerini bilmiyorlardı. Devletin de kendi içinde belirli yasaları vardır ve bunlardan sapmak imkansızdır. Ama eğer insanlar istiyorsa, bir şeylerin değişmesi gerekiyor ve insanlar bunu istiyor. Bu dönemde sokak sanatına ilişkin kurallar çıkarılmıştır.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Bey, Kültür Sanat Daire Başkanı Kadir Efe Oruç, Konak Belediyesi Hikmet Altan, Ayvalık Belediyesi Kültür Müdürü Erkan Çılak ve Bursa Büyükşehir Belediyesi bize destek veriyor. Salgın onu çok etkiledi. Kültür sanata ayrılan bütçeler başka yerlere de ayrıldı. Ayrıca bu bütçenin dağıtılacağı birçok alan var. Efe Bey’in İzmir’de yaptıklarını beğendik. Proje isteyenler var, bekleyin, bizi dinleyin. Tunç Bey’in de büyük desteği var ve sokak sanatlarının İzmir’e ait bir değere dönüşmesinde onun da payı var.

Canlı heykel performanslarınızda saatlerce hareketsiz kalmak için yaptığınız özel şeyler nelerdir? Beden eğitimi ve insan ihtiyaçlarında hangi konsantrasyonu sağlıyorsunuz?

Onları eğitiyor ve uzun yıllar eğitim veriyoruz. Örneğin ilk başlangıç eğitimi 6 aydır. Burada haftada iki gün ücretsiz eğitimler yapılıyor. Ancak şubelere ayrıldıklarında, eğitimleri en az üç yıl sürer. Burası biraz akademi gibi. Eğitmenler yurtiçinden ve yurtdışından geliyor. Sokakta oluşabilecek herhangi bir rahatsızlık durumunda konsantrasyon, hareket ve ne yapılması gerektiği konusunda eğitimler veriyoruz. Bunu performanstan önce de yapıyoruz. Oraya gidecek sanatçının iradesi zaten var. Dışarıdaki binlerce insana söyleyecek bir şeyi var ve güçlü olması gerekiyor. Hatta normal hayatlarında kullanabilecekleri özellikler kazanıyorlar. Daha güçlü, kendini daha iyi ifade edebilen, ne istediğini bilen bireyler yetiştirmek için çalışıyoruz. Burada sadece sanat öğretmiyoruz. Ekibimizde kişisel gelişim uzmanlarımız var. Yasmin var, projelerimize katılıyor ve ekibimizdekilere destek oluyor. Bildiğin bir psikoloğumuz var. Her biriyle ayrı ayrı konuşuyor. Hayatıyla ilgili sorunları çözmeye çalışır. Ben zaten psikolojik danışma mezunuyum. Ayrıca psikoloji ve oyunculuğu birlikte öğretiyoruz. Canlı bir heykel yapmak bir saat, icra etmek dört saat ve temizlemek bir saat sürüyor. Toplamda altı saat sürer. Hazırlığının bir gecesi vardır; zihinsel olarak zinde olmalı, iyi beslenmeli, iyi uyumalı, stres altında olmamalıdır. Profesyonel sporcular gibi antrenman yapıyoruz. Örneğin dünya rekoru gibi uzun bir performans yapacaksam 3 ay önceden kendimi kapatmalı, hem bedenimi hem de zihnimi buna odaklamalıyım. Alt hikayeler çok uzun. Oyunculuk eğitimi, performans eğitimi, beyin araştırması… Yıllara yayılan bir egzersiz. Şahsen akış istemediğimizi biliyorum. Bilinirsem sokakta oynayamam.

Doğal afetlere ve sosyal olaylara kayıtsız kalmıyorsunuz. Nasıl oluyor da sessizlik bazen kelimelerden daha yüksek sesle konuşuyor? Toplumsal olayları aktarmada dilden çok bedenin mi etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

Tabii ki. Ancak bunun için doğru smart ve doğru teknikleri bulmanız gerekiyor. Sosyal etkinlikler ana üretim alanlarımızdır. Tepki gösteren bireylerin tepkilerinin gördüklerinde aslında kabul göreceklerini akıllıca sunmayı tercih ediyoruz. Bu yüzden çok tehlikeliyiz. Bir doğal katliamı 80 bin şekilde anlatabilirsiniz ama en doğru şekilde anlatırsanız gören kişinin zihninde bir meşale yakmış olursunuz. İnsan hakları, doğa, hayvan hakları, sağlık, mülteciler ile ilgili birçok sosyal sorumluluk projesini hayata geçirdik. Bu zaten gerçekten üretmek istediğimiz bir alan. Çünkü çok şey hakkında çok konuşmanıza gerek yok. Birçok şeyi çok net bir şekilde anlatabilirsiniz. Masa başında çok zaman geçiriyoruz. Akla gelen ilk şeyi değil, akla gelen son şeyi ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Burada yaratıcılık ön plana çıkıyor. Bize bir dayanak noktası verin, 5 kişi ile çok iyi bir konuyu keşfederiz, rahatsız ederiz, seyirciyi rahatsız ederiz, yöneticileri çok rahatsız ederiz ve sonucu birbirine bağlarız. Bir fotoğraf hikayesi anlatıyoruz ve insanların fikirlerini değiştirebiliyoruz.

Türkiye’de sanatçı olmak bir anlamda ‘et ve süte katılmamak’ demektir. Bu rutini bozup fikirlerini açıkça ifade edenler, bir kesimden gelen tepki dalgasının kurbanı oluyor. Sessizce tepki veriyorsun. Tamamen kuşatılmış bir manifesto mu?

Her gelen yönetimin muhalefetiyiz. Hangi bakış açısıyla olursa olsun biz sanatçılar olarak sisteme, her yöneticiye, sisteme insanların söylemediklerini, söyleyemediklerini, yaşadıklarını anlatmalıyız. Bugün iktidarda olanlar yarın muhalefete yöneliyorsa, biz de iktidardakilere aynısını söylemeliyiz. Çünkü biz sanatçıyız. Sanatçılar, güneşi toplum içinde ilk kez hisseden kişilerdir. Her şeyi biliyor ve görüyoruz. Sokaklar bizim kılcal damarlarımızdır. Biz şehir için çok ciddi bir hatırayız. Atölyemiz bu şehrin 15 yıllık hatırasıdır. Alsancak’ı ve kent bütününü ilgilendiren her türlü sorunu, eylem ve olayları, kültürel ve sanatsal bir bellek olarak elimizde tutuyoruz. Belgesel, gün, gün… Biz muhalefetiz ama muhalefetimiz siyasi değil. Kötü olduğunu düşündüğümüz ve konuşmak istediğimiz her şey hakkında üretiriz. Siyasetin üzerinde sanat istiyoruz. İnsan kıtlığının olduğu yerde üretmeye devam edeceğiz. Sadece özgürce üretebileceğimiz alanlarda yaratıcılığımız için kaynak ararız.