George Clooney’yi Aşmak Zor

Yakışıklı kumarbaz, paranoyak asker, depresif pazarlamacı, obsesif bürokrat, hırslı futbolcu… Liste uzun mu uzun. Her rolün adamı, her filmin aktörü, şimdi de başkan adayı. Elbette yine baş döndürüyor. Hem...

Yakışıklı kumarbaz, paranoyak asker, depresif pazarlamacı, obsesif bürokrat, hırslı futbolcu…

Liste uzun mu uzun. Her rolün adamı, her filmin aktörü, şimdi de başkan adayı. Elbette yine baş döndürüyor. Hem de her anlamda. Clooney, senaryosundan yapımcılığına, yönetmenliğinden başrolüne her noktasında yer aldığı ‘Zirveye Giden Yol’ filmiyle kendi sınırlarını zorluyor.

The Ides of March

‘Zirveye giden yol’ (The Ides of March – 2011) nasıl ortaya çıktı?
Film, beş yıllık bir süreçte tamamlandı. Senaryoyu ve yapımcılığını birlikte üstlendiğim Grant Heslov ile uzun zamandır üzerinde çalıştığımız bir projeydi. Aktör olarak iyi bir senaryo bulup, sahneye çıkmaya benzemiyor. Yazdığınız, finansmanı için uğraştığınız bir şey bu. Biz çalışırken, Başkan Obama seçimi kazandı. Herkes öylesine umut doluydu ki, filmi beklettik; çünkü eleştirel, alaycı bir tavır almak için iyi bir zaman değildi. Bu süreç bir yıl kadar devam etti. Sonra baktık ki, yeniden alaycı olabiliriz.

Peki, filmi nasıl tanımlıyorsunuz?
Dram ya da gerilim denebilir sanırım. Siyaset dünyasında geçiyor ama herhangi başka bir alana da kolaylıkla uyarlayabilirsiniz. Karakterler gerçekten söyledikleri gibi değiller. Menfaatleri çok yükseğe taşıdığı için, politikanın, karakterleri yerleştirmek açısından çok ilginç bir yer olduğunu hissettim.

Politikacı olmak, ne kadar zor olabilir ki?

Filmde başkan adaylığı için çetin bir mücadele veren Vali MorrIs’i oynuyorsunuz. Karakteriniz görünüşte politika için ideal bir portreye sahip; iyi görünümlü, akıllı, karizmatik, hoş bir politikacı.

U.S. Premiere Of Hulu’s “Catch-22” – Red Carpet

HOLLYWOOD, CALIFORNIA – MAY 07: George Clooney attends the U.S. premiere of Hulu’s “Catch-22” at TCL Chinese Theatre on May 07, 2019 in Hollywood, California. (Photo by Kevin Winter/Getty Images)


Oynadığım karakter, aslında senaryoyu uyarladığımız orijinal oyun ‘Farragut North’da yok. Böyle bir politikacıyı hikâyeye dâhil etmenin çok ilginç olacağını düşündüm. Belki birkaç defo dışında, kesinlikle ideal bir Demokrat Parti adayı olurdu. Onu ideal aday yapan çok şey var. Ama bildiğimiz gibi ideal bir aday olmak ile ideal yönetici olmak arasında çok fark var. İkisini birden olabilmek çok zor. Ve özellikle güçler ayrımı olan bir sistemde, yönetmek çok çok zor.

Bu karakteri nasıl canlandırmak istedinizOnu anlamanın ve hem inandırıcı hem de karmaşık kılmanın anahtarı neydi?
Babam, 2004 Kongre seçimlerine girdi ve sonuçta bu deneyimden hiç hoşlanmadı. O zamanlar, ‘K-street’ adında bir televizyon şovunda çalışıyordum. Zamanımın önemli bir bölümünü Mary Mattalin ve James Carville gibi çok iyi tanınan politika danışmanlarıyla geçiriyordum. Bu deneyim, çok yardımcı oldu. Kaldı ki bir görev için adaylığını koyabileceğine inanabileceğiniz birini oynamaya çalışmanın, benim için de iyi bir fırsat olacağını biliyordum. Bu rolü oynamak hiç de kolay değildi. Dürüst olmak gerekirse, filmde gördüğünüz poster çekimlerini yapmak bile zordu. Çeneni havaya kaldıracaksın, dik duracaksın, uzakta bir yere bakacaksın, yani çok zor. Politikacı olmak ya da oynamak için, düşündüğümden çok daha fazla egoya sahip olmak lazımmış. Bu rolün gerçek bir meydan okuma olacağını ve bunun da bana iyi geleceğini düşündüm, çünkü kendimi aşmak için çalışmayı seviyorum.

Ryan GoslIng’in oynadığı, valinin genç medya stratejisti Stephen Meyers karakterine ilişkin ne düşünüyorsunuzİktidar ve intikam alma ihtiyacını siz nasıl görüyorsunuz?
Hikâyeyi onun aracılığıyla anlattığımız için, bana göre bu filmin yıldızı, filmi sürükleyen o. Özünde ahlaki bir öykü. Tam olarak olabileceğini umduğumuz her şeyi olmanın sözünü veren birinin, bu sözünü tutmasıyla ilgili. Karakteri, bedeli kendi düşüşü olan bir başarıyı sağlamaya zorluyoruz.

Filmin adı, M.Ö. 44’te Roma Senatosu’nda Sezar’ın BrUTUs ve CassIus tarafından ihanete uğrayıp öldürüldüğü o güne mi gönderme yapıyor?
Orijinal konu, ocak ayının başındaki Iowa parti komitesinden, yarışın en önemli önseçimi olan Ohio’daki seçimin yapıldığı 15 Mart’a kadar geçen dönemi kapsıyor. Bu nedenle Mart’ın 15’ine denk geldi. Sonra filme iyi bir isim bulmaya çalışırken, tesadüf eseri o gün, 15 Mart idi. Bunun ilginç olduğunu düşündük ve böyle başka Shakespeare’yen temalar aramaya başladık. En iyi arkadaşın ve ölümcül düşmanının seni öldürmek için beraber komplo kurmasının, bu hikâyeye çok aykırı olmadığını hissettim. Ryan Gosling’i elde etmeye çalışan rakip kampanya yöneticisi Paul Giamatti ve Philip Seymour Hoffman’ın oynadıkları karakterler de buna çok uzak değil. Ama insanların farklı yorumlamasından da hoşnudum. Bazıları Ryan’ı, bazıları benim oynadığım karakteri Sezar olarak düşünüyor. İşin keyifli yanı da bu zaten.

“İktidar tehlikelidir”

Size ilham veren filmler var mı?
‘Aday’ (The Candidate) filmini daima sevmişimdir. Her şeyi doğru yapan, sonra bir şekilde yolunu kaybeden ama tekrar bulan bir adayın hikâyesini anlatan bu filmde, farklı bir şey var. Sonra ‘Başkanın Bütün Adamları’ (All The President’s Men) ve ‘Ağ’ (Network) filmlerinden de etkilenmiştim. Bu filmi böyle şaheserlerle karşılaştırmıyorum, ama inanıyorum ki, bu üç filmin sahip olduğu ortak unsur bizim hikâyemizde de var: İzleyicilere bütün soruların yanıtını veremeyeceğimiz gerçeği. İzleyiciler kendi başlarına düşünmeli, dikkat etmeli ve bunun bir parçası olmaktan keyif almalılar. 1970’lerin o çok kaliteli filmlerinin yaptığının da bu olduğunu düşünüyorum. Biz de bunu sürdürmeye çalışıyoruz.

filmde özellikle iktidar tutkusunu işliyorsunuz. bunu nasıl betimlediniz?
Filmin temalarından biri bu: Ayartma ve iktidar saplantısı, bunların insanları nasıl etkilediği, iktidara bir kez sahip olduğunuzda, bütün bedeline rağmen onu elde tutma gereksinimi. Kaypak bir zemin. Hemen karşılığını vermeye zorlandığınız bağışlar aracılığıyla iktidara katılmasına izin verilen siyaset dışı pek çok güç var. İktidar bu haliyle çok daha hilekâr bir şey haline geliyor. Çok da tehlikeli bir yer. Her şey konjonktürel. İktidarın, bir süredir güçsüz kalan halkın elinde olacağı noktaya yeniden geleceğiz. Ama şimdi değil. Şu anda en çok paraya sahip olanların elinde. Filmin sonlarına doğru, kampanyadaki işinden kovulan ve eski patronunu mahvedecek bir sırrı öğrenen Stephen ile Morris arasında keskin bir yüzleşme yaşanıyor. Stephen değerlerine bağlı kalmakla, kazanmak istedikleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor. Sahneyi görmeden hangisinin üstün geldiğini tahmin edemezsiniz. Bu sahneyi Grant ile birlikte yazdık ve en gurur duyduğum sahne oldu.

Ustaların sırrı

Bu filmi çekmek zor muydu?
Grant de, ben de, kendi paramızı koymuştuk. Ama sürecin bir parçası olarak, geçen yılın kasım ayında Santa Monica’daki yabancı film pazarı için AFM (American Film Market)’ye gitmek zorunda kaldık ve filmi sattık. Yabancı ülkelerden bir oda dolusu potansiyel alıcıyla oturup, neden bu filmin yalnızca Amerikan politikasıyla ilgili bir film olmadığını anlatmak zorunda kaldım. Bunun için genellikle E.R. örneğini kullanırım. Dünya çapında bir televizyon şovudur ve kimse orada konuşulan tıbbi dile hâkim değildir. Yalnızca karakterler ve hikâye umursanır. Filmimiz de böyle. Delege hesaplarını, önseçim sürecini bilmemeniz bir şey değiştirmez. Karakterlere inanırsanız, severseniz, izlersiniz.

‘zirveye giden yol’, yönetmen ve senaryo yazarı olarak sizin dördüncü filminiz. Kamera arkasının üstesinden gelmekte yeni bir olgunluk kazanmış görünüyorsunuz.
Hiçbir zaman kolay değildir. Çalışmaya başlamadan önce daima çok iyi hazırlanırım, ev ödevimi iyi yaparım. Çekim sırasında yalnızca haftada beş gün, günde 8-9 saat çalışabiliyoruz. O nedenle çok hızlı çalışırım. Oyuncuların da en iyi işlerini bu koşullarda çıkardıklarını anladım. Yönetmen olarak nasıl değiştiğimi anlatmanın en iyi yolu şu anekdot: Harika bir şarkıcı olan halam Rosemary’ye kariyerinin sonunda, “Şimdi notalara bakmıyorsun ama çok daha iyi şarkı söylüyorsun. Nasıl yapıyorsun?” diye sordum. Şöyle yanıtladı: “Çünkü artık şarkı söyleyebildiğimi kanıtlamak zorunda değilim.” Zaten her zaman “Malzeme iyiyse, yalnızca onu servis ederim” derdi. Ben de bu filmde aynı şeyi hissettim. Malzemeyle ilgili içim çok rahattı. Gerçekten çok iyi aktörler ve sinemacılarla çalıştık. Nasıl çekmem gerektiğine ilişkin bakış açısına da sahiptim. Steven Soderbergh, Alexander Payne ve Coen kardeşler gibi hayran olduğum yönetmenler de belli bir bakış açısıyla ve basit tutarak çekiyorlar.

Zaman zaman usta film yapımcılarından tavsiye ve görüş alıyor musunuz?
Elbette. Filmin ilk kopyalarını Steven Soderbergh’e gösterdim ve ne düşündüğünü sordum. İyi fikir verir. Norman Lear’e ve pek çok başka insana, dostlarıma da gösterdim. Çünkü hepsi de akıllı ve bilgili kimseler. Size ne yapabileceğinizi söyleyebilecek gerçekten zeki kişilerin etrafınızda olması çok güzel. Alexander Payne’e de gidip, “Hikâyemde nereyi kaçırmışım?” diye sorabiliyorum. Bana kolaylıkla, “Pekâlâ, böyle yaptıysan, böyle yapmak zorunda kalmışsın demektir” diye yanıt verebiliyor. Bunu seviyorum; çok yardımcı oluyor.

“Tek bir tarzla anılmak istemiyorum”

Sinemada neler yapıldığını sürekli izleme gereksinimi duyuyor musunuz?
Kullanılan merceklere, film stoklarına, böyle belli şeylere dikkatimi veriyorum. Ama kendimi 3D bir film yönetirken canlandıramıyorum. Bu, parlayacağım bir alan değilmiş gibi geliyor. Benim işim karakter çalışması denemek ve maalesef bu tür çalışmaları 3D’de göremiyoruz. 3D tek bir film çektim. Büyük keyifti, çünkü yönetmen Alfonso Cuaron ve Sandra (Bullock) ile birlikteydim. ‘Zirveye Giden Yol’u ilk gösterdiğim yönetmenlerden biri de Alfonso idi bu arada.

Ama çok film izleme ihtiyacı duymuyor musunuz?
Daha çok eski film seyrediyorum. Geçen yıl Noel için arkadaşlarıma 1964 ile 1976 arasında çekilmiş en sevdiğim 100 filmden oluşan bir DVD seti armağan ettim. Bu seti, 1965 ile 1975 arasıyla sınırlayabilirdim ama o zaman ‘Doctor Strangelove’ ve ‘Fail Safe’ ile ‘Soğuktan Gelen Casus (The Spy Who Came from the Cold)’u kapsayamayacaktı. Ve biliyorsunuz ‘Başkanın Bütün Adamları’ (All the President’s Men) ile ‘Taksi Şoförü’ (Taxi Driver) filmleri de 1976 tarihli. Bu ikisini dışarıda bırakamazdım. Anlayacağınız gibi, çok fazla eski film seyrediyorum, onları da çok seyrediyorum. Her gün en azından birini. Ses tasarımının nasıl yapıldığını, kamera kullanımını görmek gibi farklı nedenlerle izliyorum onları.

Yönetmen olarak Şimdi kimliğinizin oturduğunu hissediyor musunuz?
Ayaklarımı basacak sağlam bir zemin bulduğumun farkındayım. İlk filmim ‘Tehlikeli Aklın İtirafları’ (Confessions of a Dangerous Mind), bir adamın zihnindeki derinlikle ilgiliydi. Temel olarak televizyonun içinde yaşıyordu, o dünyada var oluyordu ve bu nedenle filmde kamera da bir karakter gibi kullanılıyordu. ‘İyi Geceler ve İyi Şanslar’ı (Good Night and Good Luck) yaptığımda ise, kameranın var olmaması gerektiğini hissettim. Ve ‘Leatherheads’i çektiğimde her şeyin hareket ettiğini hissetmek istedim. 1925 yılında geçiyordu. Bu tür filmler, bazen çok fazla belgesel havasında olabiliyor. Böyle olsun istemedim.

Yönettiğiniz dört film arasında bağlantılar var mı?
Bilmiyorum. Görebildiğim tek bağ, farklı tarzda filmler yapmaya çalışmam. En hayran olduğum yönetmenler ve onlarla ilgili en fazla hayranlık duyduğum şey, tek bir tarzda film yapmaya saplanıp kalmamaları. Biliyorsunuz ‘Leatherheads’ ile ilgili epey hırpalandık, pek çok kişi hoşlanmadı ama ben onunla çok gurur duyuyorum. Biraz tuhaf, yapması zor bir komedi denemiştik. ‘İyi Geceler ve İyi Şanslar’ filminden hemen sonra ‘Zirveye Giden Yol’u yapsaydık, hep siyasal hikâyeler anlatan biri olacaktım. Tek bir tarzla anılmak istemiyorum.

Bir süre yönetmenlik yapmadığınız zaman özlüyor musunuz?
Evet, hem de çok. Mesele, hoşlanacağınız malzemeyi bulmak. Bir de ‘Zirveye Giden Yol’ gibi bir film yapıyorsanız süreç çok uzuyor. Moral bozucu ama hızla yaşlandığım için (gülüyor) yavaş yavaş daha fazla yönetmeye ve daha az kamera karşısına geçmeye doğru kayıyorum.

Filmlerinizden anı eşyaları saklıyor musunuz?
Her filmin çekim tahtasını mutlaka saklıyorum. Ama başka şeyler de oluyor tabii. Genellikle gardıroptan bir şey, çünkü giysiyi her zaman kullanabiliyorum (gülüyor).

“Hollywood’un parçası olmaktan gurur duyuyorum”

Bugün kendinizi Hollywood’da nerede görüyorsunuz?
Oyuncak sandığının anahtarlarını her zaman siz kazanamazsınız, çok uzun süre elinizde de tutamazsınız. Meseleye şöyle bakıyorum: İstediğim gibi filmler yapabilmeme izin verdikleri sürece, bunu yapmayı sürdüreceğim. Sona erdiğinde, başka bir şey yapmaya başlamam gerekecek. Ama şu anda hâlâ bana izin veriyorlar. Yapmazsam, hiç yapılmayacağını düşündüğüm filmler çekmeyi denemek için inanılmaz bir sorumluluk ve aciliyet hissediyorum. Küçük filmleri kimse yapmıyor, çünkü onları yapmak zor. Kendi adıma mümkün olduğu kadar çok filmi yapılmış görmeyi arzuluyorum. Böylece anahtarları aldıklarında, “Pekâlâ bir kısmını kaçırmayı başardım” diyebileceğim.

Hollywood sizin için ne ifade ediyor?
Benim için çok farklı anlamları var. Aklıma gelen ilk şey, Clark Gable ve Katherine Hepburn. Eski Hollywood, gerçekten en parlak devrini yaşadı. Sonra stüdyoların prodüktörler tarafından yönetildiği zaman, yani 1960’ların ortalarından 1970’lerin ortalarına kadar epey isyankÓAr bir dönem geldi. Yapımcılar büyük filmler yapıyorlardı; daha önemlisi onları yapmak için yarışıyorlardı. Bilirsiniz Hollywood’un ismi kötüye çıkmıştır. Herkes bizi karalamaya çalışır ama basit bir gerçek var. Amerikan yapımı pek az üründen biriyiz ve milyarlarca dolarlık ihracat yapıyoruz. Bu endüstrinin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum.

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
RöportajSinemaÜnlüler
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular