Fahişeliğin nesnel bir yaklaşımla ele alınıp incelenmesi, sosyoloji ve psikoloji alanlarının özel önem ve ilgi kazandığı II. Dünya Savaşı sonrasına rastlar. Bu dönemden itibaren yalnızca bilimsel araştırmalar yapılmakla kalınmamış hem bu çalışmalar hem de yaşanmış gerçek mülakatlar tüm kamuoyu tarafından okunmaya başlamıştır. Ancak bu gelişmeler sonucunda, fahişelik ve toplum ilişkisi açıkça ortaya çıkarılabilmiştir. Fuhuş sorunu üzerine özellikle eğilen ve duyarlı olan hareket, feminizm olmuştur. Kadının cinsel ve toplumsal özgürleşmesini savunan feministler, fahişelik konusunda pek çok araştırma ve çalışma yapmışlardır.
197l’deki ünlü Feminizm Kongresinde cinsel etkinliğin baskı altına alındığı kürtaj eşcinsellik ve fahişelik olmak üzere üç alan tesbit edilmiş, bunlardan fahişelik ile ilgili olarak düzenlenen toplantılara fahişeler de katılmışlardır.
İnsanlığın tarihi kadar eski bir meslek olduğu söylenen fahişelik, aslında bugünkü anlamıyla tarihin başından beri varolmamıştır. Fuhuş bir alışveriş olayıdır. Oysa ilkel kadın bu alışverişte akit yapan taraf olmamış ve bu alışverişin bedelini de kendisi tasarruf edememiştir. Başlangıçta kadın kendisini satmamış, satılmıştır. Bu anlamda fuhuş tarihi kadının bedeni üzerinde egemenliğini yitirmesinin tarihidir. Aynı zamanda da muhabbet tellallığının ve cinsel etkinliğin kiralanmasının tarihini oluşturur.
Ataerkil toplum düzeniyle birlikte ortaya çıkan fuhuş, konukseverlikle bağlantılı yürütülmüştür. Çok yakın zamanlara kadar bu gelenek Eskimolar arasında yaşamaktaydı. Konuklarla fuhuş yapmanın ilk izlerine Kalde’de rastlamaktayız. Kaldeliler bunu bir toplumsal hizmet anlayışı ile gerçekleştirmişlerdir. Uzaklardan gelen denizciler, yolcular, yorgunluklarını gidermişler, cinsel açlıklarını doyurmuşlardır. Bu geleneğe Hindistan ve Mısır’da da rastlanılmaktadır. Eski tarihçi Herodot’a göre krallar da konukseverlik uyarınca kızlarını isteyene sunmuşlardır. Mısır kralı Keops, büyük piramitin yapımındaki her taşa karşılık kızını bir bedel olarak sunmuştur.
Bazı dönemlerde bu alışverişten kadının kendisine bir parça tasarruf hakkı verilmiştir. Bu alışverişin sağladığı gelirin bir kısmını kadın çeyiz olarak, ileride efendisi olacak erkeğe vermek üzere saklamak hakkına sahip olabilmiştir. Bunu Herodot, Lidya ülkesi için belirtmiştir. Lidya’lı genç kızlar fuhuşu, evleninceye dek çeyizlerini hazırlamak için sürekli uygulamışlardır. Bu duruma Japonya’nın ilkel bazı yörelerinde halen rastlanmaktadır. Afrika’da da bu fuhuş biçimi ortadan kalkmamıştır. Sahra ‘nın kuzeyinde yaşayan Uled-Nail’lerde varlığını sürdürmektedir.
Konuklarla yapılan fuhuşun kökeninde, kadının toplumsal konumundaki değişme yatmaktadır. Kadın saygın bir toplumsal konumdan, nesne haline geldiği tarihsel bir süreç yaşamıştır. İlkel toplumsal yaşamda kadın yerleşim noktasının çevresinde sürekliliği olan bir üretimde bulunmakta yani tarımla uğraşmaktaydı. Toplumsal konumu gereği, saygı gören bir ilişkiler bütünü içindeydi. Erkek ise avcılık gibi süreklilik arz etmeyen bir üretimde bulunuyordu. Topluluğun günlük gereksiniminin çoğunu kadının karşıladığı bu anaerkil toplumsal yapıda, doğurduğu yavrusunun beslenip yetiştirilmesinden de yine kadın sorumluydu. Anaerkil yapıda yerleşim noktasının çevresindeki yerleşik üretimde kadınlar ortaklaşa çalışmakta, işler ortaklaşa görülmekteydi. Bu, toplumların ilk örgütlenme tarzıdır. Bu sosyal biçimlenişte kadın, işi ağır olmakla birlikte saygı gördüğü bir toplumsal konumdaydı.
Anaerkil yapıdan ataerkil yapıya geçişte, toprak mülkiyetiyle birlikte erkeğin toplumsal üretimde oynadığı rolde değişiklikler gözlenir. Ataerkil aile yapısında kadın, ortaklaşa üretimden ev içi emeğin ağır bastığı bir üretim biçimine geçer. Bu durumda kadının işi hafiflerken bununla ters orantılı olarak saygınlığı azalır. Kadınların ortaklaşa üretimi yerini her kadının kendi ailesi için çalışmasına bırakır. Bu tekilleşmeyle birlikte kadının bir ev aracı haline dönüşmesi ve giderek ezilmesi belirginlik kazanır. Artık tarih sahnesinde kadın nesne, erkek ise özne konumunu benimser ve sürdürür. İlkel toplumlarda konukseverliğe, artık bir eşya gibi görülen kadının gelen yolculara sunulması da dahil edilmiştir. Böylece kadının etkin olmadığı bir ortamda, cinselliği satılmakta, ancak bazı şartlarda bunun gelirinin tasarruf hakkına sahip olabilmektedir. Konuklarla yapılan fuhuş sonraları dinsel zorunlulukla birleşmiş ve “Kutsal” nitelikteki fuhuş haline gelmiştir. Kutsal nitelikteki fuhuş olayına Mısır’da rastlamaktayız. Keops’un kızlarını sunmasında konukseverlik ve dinsel öğeler içiçe girmiştir.
Bazı ilkel toplumlarda fahişelik babalara, kocalara tanrılara bir gelir kaynağı sayılmıştır. Kadının bu topluluklarda bir meta haline gelmesinden sonra baba veya koca, kadının cinsel etkinliğini kiralayarak kar elde etmeye başlamıştır. Tanrıların hakları yerine kocaların haklarının ikame edilmesiyle, dinsel fuhuşun boyutları belirginleşir. Bu dönemde rahibelerle de cinsel ilişkide bulunulmuştur. Bu bir anlamda Tanrı ile birleşmek olduğundan toplumsal suçlamalar oluşmamıştır. Rahip ya da rahibelerle kurulan cinsel ilişki (dinsel fahişelik), Yahudi’lerle çekişme halinde bulunan ve Doğu Akdeniz yöresinde yaşayan Samilere özgü bir özelliktir. Dinsel fuhuş rahipler tarafından kendi yararlarına kullanılmıştır. Bu tür fahişeliğin Babil’e göre Hindistan’da daha yaygın olduğunu görüyoruz. Tanrıların çok sayıda olduğu bu toplumda eğitilmeyen kadınları kandırmak, sömürmek oldukça kolaydı. Tapınak fahişeliği gittikçe yaygınlaşmış, rahiplerin işlettikleri bu evlere gelen erkeklerin sayısı hızla artmıştır. Bu dönem Hindistan’ında üreme organı olan lingam’a tapınışın yaygınlaştığı görülür. Bu fetişin çeşitli şekillerde hazırlanmış türleri ve herbirine özgü karmaşık tapınma yöntemleri vardır.
Doğu’da, Mısır ve Yunanistan’da yaygın bir şekilde cinsel organ simgeciliği görülmüştür. Yunanistan’da Fallus mezhebi oluşmuş ve Hindistandakine benzer türden tapınma yöntemleri geliştirilmiştir. Bu simgeler insanlara çekici gelen mistik ayinlerin cinsellik dolu karmaşıklığının da yardımıyla tapınak fahişeliğinin özünde kadının ezilmişliğini gözlerden gizlemiştir.
Fuhuş, sonraları dine ve tapınmaya ilişkin niteliklerini yitirmeye başlamıştır. Musa peygamber fuhuşu yasaklamış, Tevrat’ta İbranilerden fahişe çıkmayacağını, tapınaklarda fahişelere para verilmeyeceği belirtilmiştir. Bu dönemden sonra ailenin
ahlaki yapısının korunmasına gayret edilmiş ve cinselliğin satılması ediminin İbrani toplumunun dışında tutulmasına çalışılmıştır. Artık fahişeler yabancı kadınlardan oluşturulmaya başlanmıştır. Fahişelik dinsel niteliklerini yitirdikten sonra, birçok toplumda bir devlet işi haline gelmiş ve hazinenin sürekli gelir kaynaklarından biri olmaya dönüşmüştür. Eski Asyalı hükümdarlar fuhuşun gelirini bireylere bırakmayarak, bu mesleği devlet kuruluşlarında örgütlemişlerdir.
Tarih boyunca çeşitli dönemlerde yasaklanmış ve cezalandırılmış olmasına karşın varlığını sürdürmüş olması, fuhuşun birçok toplumda denetlenebilir bir kuruma dönüşmesini de sağlamıştır.
Eski Yunan
İlk olarak Solon fuhuşu belirli kurallarla çerçevesi çizilmiş kurumlara yerleştirmiştir. Onun koyduğu ilkeler Fransa’da genelevlerin kapatıldığı tarih olan 1946’ya dek geçerliliğini korumuştur. Atina ve Pire’de adına “dikterion” denilen devlet kuruluşları oluşturulmuş ve fahişeler buralarda yerleştirilmişlerdir. Solon bu kurumları yönetmek, vergilerini tesbit etmek ve fiyatlarını denetlemekle görevli kişileri belirlemiştir. Bu kurumların işlerliğini arttırmak için yabancı köleler satın alınmıştır. Bu özgür kurumlarda çalışan kadınların yanısıra Eski Yunan’da “aulerides” adı verilen ve başlıca görevleri toplumun eğlenmesini sağlamak olan başka bir grup kadın vardı. Bunlar verilen yemeklerde konuklara eşlik ederlerdi. Görevleri salt cinsel etkinliğin sınırları içine hapsolmamıştı. Bugün bile bu tür fahişeliği Hong Kong’da sing-song kızlar, Japonya’da geyşalar, Güney Kore’de kisaing’ler adı altında görmekteyiz.
Hetaera
Eski Yunan’da evlilik Yahudilerdeki gibi kutsallığa erişmemişti. Yunan erkekleri cinsel ve sosyal doyumlarını hetaera (heter) denilen kadın arkadaşları ile sağlıyorlardı. Bunlar eski Yunanda fahişelerin üst sınıfını oluşturuyordu. Toplumda fahişe olarak adlandırılmazlardı. Heterler, toplumsal konumu yüksek, entellektüel ve özellikle iyi konuşan kadınlardı. Bunu özellikle Demosten çok iyi betimlemiştir. “Kafa zevki için heterlerimiz, duyuların zevki için fahişelerimiz, ikisinin arasında da kulakların ve gözlerin zevki için flüt çalan, rakseden kızlarımız vardır”. Yunan erkeklerinin kültürel gereksinimlerini karşılayan heterlerin cinsel yetenekleri bazı vazo resimlerinde anlatılmıştır. Ancak müzik ve dans gösterileri heterlere değil, “flüt çalanlar” olarak anılan aulerideslere aittir. Heterler çeşit çeşit idi, uygulayacakları zanaata uygun olarak çocuk yaşlardan itibaren muhabbet tellalları tarafından yetiştirilirlerdi. Heterler devlete, ticari başarılarına göre vergi öderler ve hiç bir zaman fahişeler ya da pornialar gibi hor görülmezlerdi. Başarıları ve özgürlükleri, yaşamları evdeki tekdüze işlerle sınırlı Yunan kadınları tarafından kıskanılırdı. Heterlerin geldikleri yer genellikle evlilik dışı cinsel etkinliğin varolduğu bir genelev ya da bir tapınaktı.
Heterlerin üzerinde durulması gereken ana özellikleri, Atinalılar tarafından bolca ödüllendirilen tartışma yetenekleriydi. Yunan ve Roma’da klasik yazarlar davranışları tarihe geçmiş bu heterlerden sık sık bahsederler. Epikür’ün öğrencisi olan heter Leontlun , felsefeyle uğraşmış ve Çiçero’nun ilgisini çekmiştir.
Hellenistik dönemle birlikte Yunan erkekleri ile heterler arasındaki dostluk yıkıldı. Savaş tutsağı köle kadınların sayısı gittikçe arttı. Kişisel mülkiyetteki kadın sayısının artışı ile beraber heterler de kişisel mülkiyete girmeye başladılar. Toplumdaki konumlarını yitirerek, genelev çalışanları arasına katıldılar. Dolayısıyla heterler kültürel tüm etkinliklerini ortaya koyan fahişeler haline dönüştüler.
Roma
Romalı kadının tarihi, aileyle devletin çatışmasının tarihidir. Etrüskler ana yönünden akrabalığa dayanan bir toplumsal yapıya sahiptirler. Kadın, ancak aile bağlamında varolup, Yunan kadınlarına tanınan yasal güvenceden de yoksundur. Ömrünü kölelikle geçirecektir. Kamu hukuku açısından kadın ölene kadar ergin olmayan kişidir. Romada üç tür evlenme vardır: “Conferratio” adı verilen birinci tür, din adamının gözetiminde gerçekleşir. “Coemotoi” denen ikinci türde, baba bir satış işlemiyle kızını tüm haklarıyla kocaya devreder. “Usus” isimli üçüncü türde ise kızla erkek bir yıl aynı çatı altında yaşadıktan sonra evlenmiş sayılırlar. Bu üç tür evliliğin ortak anlayışı bir “hak devri” dir. Koca, babanın haklarını devralır. Kadının ezilmişliğinin bu denli ağır olduğu bir toplumsal yapıda, fahişelerin toplumsal konumları gittikçe aşağılanmış ve sosyal hakları yok olmuştur.
Roma, geç Yunan döneminin ahlak anlayışını tümüyle almıştır. Köle sayısının arttığı bu toplumda her tarafta “Lupanaria” adı verilen genelevler belirmeye başlamıştır. Fuhuş olayına köle kadınların yanında, köle olmayan ama bir anlamda kocasının ya da babasının kölesi sayılan kadınlar da katılıyorlardı. Fuhuş kurumundaki karmaşanın iyice artması ve bekaretin bundan zarar görmeye başlaması Romalıları, lupanarislerin işlevlerini düzene sokmaya itmiştir.
MÖ.180 yılında Mareus fahişeleri vesikaya bağladı. Bu tedbir, zamanımıza kadar süregelen vesikanın başlangıç tarihi sayılır. Fuhuşun kurallara bağlanmasıyla fahişe, yasal düzeyde köle durumuna sokulmuş oluyordu. Böyle bir vesika (Lecentia Stupri) taşıyan kadın, ömrü boyunca ahlaksız damgasını taşıyacak ve medeni hukuk açısından bir anlamda ölmüş sayılacaktı. Artık kendisine ayrılan yerlerin dışına çıkamayacak, diğer insanlar ile konumunu gözlemeden rahatça bir iletişim kuramayacaktı. Bu dönemde muhabbet tellallarına düşen iş ise, sicile kaydolmakla ev işletme ruhsatı almaktı. Bundan sonra cinselliğin ticaretini rahatça yaparak zengin oluyorlardı. Tarihte bu çağ, insan ticaretinin çok geniş boyutlarına ulaştığı bir dönem oldu. İmparator Tiberius’un bekareti korumak kaygısıyla, fahişelerle diğer kadınları kesinlikle ayırmaya çalışmasına ve vesika türünden önlemlere karşın fuhuşun yaygınlaşması engellenemedi. Bu dönemde Tiberius’un isteği üzerine ahlak zabıtasına benzer bir denetim örgütü kurulmuştur. Ancak bütün bunlara karşın, kölelik kurumu fuhuşu beslemeye devam etmiştir. Pompei’yi gezenler bugün bile genelev “sermayelerinin” kafes içinde tutuldukları hücreleri görebilir. Yasal izinli ve güçlü bir örgütlenmeye girmiş olan muhabbet tellalları, ancak Hıristiyan imparatorlar döneminde bu serbestliklerini kaybedecekler, fuhuş kesin kurallara bağlanacak ve daha sonraları yasaklayıcı bir sistem oluşturacaktı. Fahişelikte reforma girişen ve kadının toplumsal konumuna dikkatle yaklaşan bir fahişe ile evlenmiş olan Bizans imparatoru Jüstinianus’dir. Jüstinianus yasaları kadını daha saygın bir konuma yerleştirmektedir. Ama kadın eş ve ana olarak bu görevlerinin içine sınırlanmıştır. Yine de ananın çocuklar üzerindeki hakkı babayla eşittir. Miras hakkı da erkekle eşit kılınmıştır. Herşeye karşın boşanma yasaktır. Jüstinianus Yasaları’nda fahişeden çok muhabbet tellalları (Lenonlar) hedef alınmış ve bunlara ağır cezalar getirilmiştir. 531 yılında yayınlanan Jüstinianus yasaları bir yasaklayıcı sistem getirmiştir. Tüm genelevler kapatılmış fahişeler bakımevlerine gönderilmiştir. Yasaların tüm buyuruculuğuna ve katılığına karşın fuhuşu besleyen toplumsal yapı onu yeniden üretmiş cinselliğin satışı devam etmiştir.
Ortaçağ
Yerleşik olmayan barbar toplumlarda fuhuşun varlığına ilişkin veriler yoktur. Bu toplumsal örgütlenme büyük olasılıkla fuhuşa yer vermemiştir. Fuhuş ancak yerleşik toplumlarda, özellikle liman kentlerinde ortaya çıkmaktadır. Ortaçağ, bir yanda Hıristiyan ahlakı, diğer yanda da aşırı kar dürtüsünün sürdüğü bir karşıtlık çağıdır. Fakat genelde kilise buyrukları sonucu, tüm evlilik dışı ilişkiler yasaklandığından fuhuş yasadışı sayılmış, fahişeler dinin gerekleri uyarınca suçlu bulunmuşlardır. Ortaçağ kadını yasalarca korunmuştur, ama bu kocasının malı, çocuklarının anası olduğu içindir. Bu dönemde doğurgan bir kadın özgür bir erkekten üç misli değerlidir, fakat ana olamadığı zaman tüm toplumsal değeri sıfıra iner. Feodal hukukun gelişmesiyle birlikte kadın salt kocasının malı değil, aynı zamanda feodal beyin de malı olmuştur. Kadına koca seçen odur, kadın bir anlamda çocuklarını kocası için değil, derebeyi için doğurmaktadır. Bu çocuklar onun mallarını koruyacaklar, işleyeceklerdir. Kadın bu genel nesne konumunu tüm ortaçağ boyunca sürdürmüştür. Bu anlamda iyice değersizleşen fahişelere karşı acımasız uygulamalar geniş boyutlara ulaşmış, İngiltere gibi bazı ülkelerde ölüm cezaları yürürlüğe girmiştir. Ortaçağda fahişeliğe yönelik genel tutum yasaklayıcı olmasına karşın fahişelerin sayısı sürekli bir şekilde artmıştır. Bunun başlıca nedeni, o çağlarda erkeğe göre daha az verimli olan kadın işgücünün sürekli olarak üretim dışı bırakılmasıdır. Açlığın ve çeşitli toplumsal sıkıntıların pençesinde bulunan genç kadınlar, genelevlere sermaye toplayan profesyonellerin ellerine kolayca düşmüşlerdir.
506’da çıkarılan Alaric Yasası ile Galya Roma çağının yasakları daha da arttırılmıştır. Bununla birlikte yasaklayıcı sistem denince akla Şarhnan Yasası özellikle gelmelidir. Jüstianus Yasasındaki kurallarla karşılaştırıldığında fuhuşun yapısını hiç kavrayamayan, yalnızca olaya doğrudan katılan kişiyi cezalandıran bir yasadır bu. Muhabbet tellallarına çok hafif cezalar vermektedir. Kilise ise ahlaki kaygılardan hareketle, fuhuşun cezalandırılmasını istemekte ancak kendi içindeki karşıt çıkar çevrelerinin etkisiyle tutumunda sürekli değişkenlik göstermektedir. Büyük kiliselerin din adamları, fuhuşun yasaklanmasını belirtirken küçük kilise din adamları aynı tavrı benimsememişlerdir. Bunu insani kaygılardan değil, fuhuştan gelir sağladıkları için yaptılar. Bu karmaşa ortamında kısmen belediyeler fuhuşu kontrol etmeye başladılar. Tüm Avrupa’da çabalar tutarsız, yerel ve değişkendi. Kralların fuhuşu yasaklamasına karşın, yerel yönetimler kadın ticaretini destekleyip geliştirebiliyorlardı. Fuhuş çıkar çevreleri öylesine güçlüydü ki, loncalar halinde örgütlenip, kralların yasaklayıcı kararlarını değiştiriyorlardı. II. Henry’nin 1161’de çıkardığı yasada, Londra’da genelev açılması yolunda bir madde vardır. Bu dönemde birçok yerde keşişler genelev açmanın kutsal, övgüye değer bir iş olduğunun propagandasını yapmışlardır. Görüldüğü üzere tüm ortaçağ boyunca iktisadi yapıya egemen kesimler arasında çıkar karşıtlığı fuhuş konusunda ortak tavır alınmasını engellemiştir.
Bu çağ boyunca gözlenen bir nokta fuhuşta bir sağlık denetiminin ilk izlerinin belirmesidir. Belediyeler tarafından fahişeleri sağlık kontrolünden geçirmek üzere haftanın belirli günlerinde görev yapan hekim ve rahibeler atanmaya başlamıştır..
Yeniçağ
Kadının genel konumu 15. yüzyılın başından 19. yüzyıla kadar hemen hiç değişmemiştir. Krallık rejimleri süresince kadınların kendilerini ortaya koyabildikleri tek alan, kültür alanı olmuştur. Bu alanda bile gerçek adları ile yapıtlar oluşturamamışlar, 19. yüzyıl gibi yakın tarihlerde bile adlarını gizlemek zorunluluğunu duymuşlardır. Bu çağ boyunca şehirli sınıfın toplumsal konumu gittikçe yükselmekte ve bununla bağlantılı olarak evli kadın sıkı bir ahlak çemberine hapsolmaktadır. Fransız devriminden sonra kadın üzerindeki ahlaki baskının azalmamasına karşın, kadının özgürleşmesi yönünde bir takım hareketler fılizlenmiştir. Özellikle üzerinde durulması gereken nokta bu çağda kadının iktisadi bir öneme ulaşmasıdır. Sanayi devrimiyle birlikte kadın evin dar sınırlarından kurtulmuş, fabrikada çalışmaya başlamıştır. Kadın ve erkek iş güçleri arasındaki farklılığı gideren, kadının toplumsal konumundaki olumlu değişikliği yaratan makine olmuştur.
Fuhuş konusunda reformlara 16. yüzyılda girişildi. Reformlara gidilmesinin temel nedenleri gittikçe yaygınlaşan zührevi hastalıklardı. 15. ve 16. yüzyıllarda frengi, on yılda bütün nüfusun üçte birini yokedecek boyutlara ulaşmıştı. Hastalık korkusu ve ahlaki kaygılar fahişeliği kontrol etmek için birleşti. Orleans Sınıflar Meclisi 1560 tarihli bir yasayla genelevleri kapattı. Zührevi hastalıklara tutulanlar ve özellikle bu hastalıkların kökeni sayılan fahişeler şiddetle cezalandırılıyordu. Oysa bu dönemde muhabbet tellalarına verilen cezalar gülünç derecede önemsizdir.
17.yüzyılda Paris’de fahişeler için sağlık ve bakım kurumları oluşturuldu. Bunu Berlin izledi. Tıbbi kontrolü zorlamak için polis, Eski Roma ve ortaçağ sistemlerine dönerek fahişelik yapılan yerlere vesika verdi. Yerel polis düzenlemeleri ulusal bir yasaya dönüşmese de 19. yüzyıla dek Avusturya, Belçika Macaristan, İtalya-Portekiz-İspanya ve Almanya’ nın büyük bölümünde ve İskandinav ülkelerinde etkili olmuştur. ABD.’de resmi bir düzenleme geniş çapta yayılmadıysa da, yerel polis “Kırmızı semtleri” hoş görerek denetledi. 19. yüzyılın sonlarında Viyana’da bir Tıp kongresinde fahişeliğin incelenmesi ve genelevlere vesika uygulanması ile ilgili uluslararası bir yasanın çıkarılması konusunda ilk çalışmalar yapıldı. Günümüzde birçok ülkede ya fuhuş yasağı ya da belirli kurallar çerçevesinde sınırlı bir fuhuş serbestliği söz konusudur, tümüyle sınırsızlığa rastlanmaz.
Görüldüğü gibi fuhuşun tarihi, aynı zamanda kadını satmanın ve kadının kendi bedeni üzerinde egemenliğini yitirmesinin de öyküsüdür.