Recep Tayyip Erdoğan, yeni kariyerinde teamüllere uyar mı?
Bu pek mümkün görünmüyor. Peki ya, eski koltuğuna atadığı yeni başbakan ona koşulsuz biat eder mi? Bu da soru işaretleri taşıyor. Diğer iç meseleleri ve dış politikayı da eklediğimizde, ilginç bir döneme girdiğimizi söyleyebilirim.
Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimini kazandıktan sonra, başbakanlığında giriştiği ‘usul bozma’ pratiğini devam ettiriyor. Bu arada, gene alışılmadık bir prosedür içinde, ‘halef’ini de seçti ve ilan etti. Bu üsluptan ötürü de onu padişaha benzetenler ve bu olayı “Padişah Sadrazam’ını seçti” diye anlamlandıranlar var.
“TEAMÜL DE NEYMİŞ”
Bu ‘mutlakiyet’, Erdoğan’ın düşündüğü ve istediğinden çok daha fazla kayıt kuyutla sınırlanmıştı. Mutlakiyetin -adı üstünde- ‘anayasa’sı falan olmaz; ama yazısız, çok zaman sözsüz kuralları vardır. Bunları toplumdaki siyasi dengeler belirler. Ayrıca yerleşik ‘teamül’lere uymamak, uymayan halife ya da padişahın başına iş açar. Ama görünen o ki, “İslami yöntem” denince Tayyip Erdoğan’ın bundan anladığı kaydı, sınırı olmayan bir mutlakiyet. Beğendiği de bu zaten (“Teamül de neymiş” diye konuştu).
Evet, Tayyip Erdoğan iktidarı ve iktidarı kullanmayı çok seviyor. Bunu cumhurbaşkanı olarak da yapmaya devam etmek istediğini kendisi söylüyor. Dolayısıyla, bıraktığı başbakanlık koltuğunu devralacak kişiyi seçerken bunları hesaba katmadığını herhalde düşünemeyiz. Yani, Davutoğlu’nun seçilmesinde, onun böyle bir iktidar paylaşımına rıza göstermesi etkeni de söz konusu olmalı.
Burada bir çelişki olduğuna dikkat çekmek gerek. Erdoğan “Yetki kullanan” cumhurbaşkanı olacağını söylüyor, ama söylerken, var olan anayasanın o makamı bu yetkilerle donatmadığının (ya da kendi isteklerini karşılayacak derece donatmadığının) herhalde farkında ki, anayasa değişikliğinden söz ediyor. Ancak, bundan söz ederken bir yandan da değişiklik yapılmış gibi davranıyor.
Bir de küçük soru var tabii, insanın kafasını hafif tertip kurcalayan bir soru: Abdullah Gül, şimdi Tayyip Erdoğan’ın ‘olma hazırlığı’ yaptığı tipte bir cumhurbaşkanlığı yapmış olsa, Tayyip Erdoğan’ın buna tepkisi nasıl olurdu? Pek memnun kalmayacağını tahmin etmek zor değil. Nitekim ipuçları var. Gül’ün söylediği birçok şeye itiraz etti. Örneğin Gül, “Oy her şey demek değildir” yollu uyarısını yapınca, 24 saat geçirmeden oyun her şey demek olduğunu iddia etti.
ÇANKAYA KARİYERİ RAHAT GEÇMEZ
Şu andaki manzaraya baktığımızda, Tayyip Erdoğan’ın her türlü ‘iktidar’a sahip olduğu görülüyor. ‘Yetki/sorumluluk’ dengesini, Davutoğlu’yla yetkiyi alıp sorumluluğu vermek gibi ‘hakkaniyetli’ biçimde çözmüşe benziyor. Bunlara rağmen, Erdoğan’ın şimdi başlayan cumhurbaşkanlığı kariyerinin çok rahat geçeceği kanısında değilim.
‘İç’ politika çerçevesinde baktığımızda, aldığı oylara rağmen Tayyip Erdoğan’ın durduğu yerin hayli muhataralı olduğu sonucuna varabiliriz. Erdoğan, 17 Aralık depreminden can havliyle sıyrıldı ya da hâlâ sıyrılamadı. Devam eden polis tutuklamaları ve ‘paralel yapı’ edebiyatının ‘şedde’si, sıyrılmadığının işareti gibi görünüyor. Erdoğan’ın cemaate açtığı savaşın ürettiği, üreteceği bütün sonuçların şimdiden görünür hale geldiğini sanmıyorum. Görünür kabuğun altında tepkiler, kırılmalar sürüyor olmalı. 17 Aralık’ta açılan perdeden gördüklerimize eklenen yeni görüntüler de olabilir, ama gördüklerimiz de ‘montaj/şantaj’ edebiyatıyla silinip gitmedi. Kapanmamış bir hesap duruyor orada.
BİRTAKIM SÜRTÜŞMELER OLACAK
Bir yandan da parti içinde yeni hesaplar açıldığını ima eden konuşmalar, yazışmalar oluyor, sözler söyleniyor. Bunların yeni başladığını sanmıyorum. Ama Tayyip Erdoğan’ın sıkı disiplini altında açık havaya pek çıkamıyordu. Tayyip Erdoğan ‘big brother’ olarak her odadaki ekrandan partisine bakabilir, komutlar verebilir, ama onun yukarı tırmanmasıyla bazı dengeler değişti, her şey yeniden yerine oturana kadar (oturacağını varsayarsak), birtakım sürtüşmeler olacak. Kapanıp unutulacak bir konu değil bu. Belli.
Huzursuzluğun yalnız parti içinde, siyasi kadrolar arasında olduğunu sanmıyorum. Erdoğan’ın nobran üslubunun, şimdiye kadar partiye destek veren çevrelerde de endişe ve rahatsızlık yarattığını tahmin ediyorum. Türkiye’de kavga seven insan çoktur. Onun için Tayyip Erdoğan’ın çıkışlarından mutluluk duyan, bunun böyle devam etmesini isteyen çok kişi vardır. Bunların çoğu da genç, asosyal, sorunlu insanlardır. Ama çoğunluk değildirler, belirleyici değildirler.
Davutoğlu’nun Tayyip Erdoğan’a saygı duyduğundan, güvendiğinden, doğal önder olarak kabul ettiğinden şüphe yok. Birileri Erdoğan’ın müdahaleci tavrıyla en yakınını bile isyan ettireceğini yazmıştı. Bu yazıda ne olmasını istediğimi yazmıyorum; ne olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Bu bağlamda, evet, Erdoğan isyan ettirebilir. Ahmet Davutoğlu, ‘kukla başbakan’ olacak biri değil ayrıca. Ama Tayyip Erdoğan da seçimini yaparken bunu biliyordu herhalde. Dolayısıyla uyumlu bir çalışma da götürebilirler.
DEMOKRASİYİ GÜÇLENDİRMEYE ÇALIŞMAYACAK
Tayyip Erdoğan, kimin başbakan ‘seçileceği’ konusunda konuşurken, bu kişiyle birlikte Türkiye’yi ‘uçuracakları’ mealinde bir vaatte bulunmuştu. Başkanlık seçimi kampanyasında da ‘yeni’ Türkiye ve köprüler, havaalanları, propaganda cephaneliğinin başlıca ögeleriydi. Seçmelerini doğru bulursunuz, bulmazsınız (doğru bulmak gittikçe güçleşiyor), ama Erdoğan da Türkiye siyasetinde, özellikle de ‘sağ’ siyasette sık sık gördüğümüz ‘kalkınma yaratan’, ‘yapıcı’ siyaset adamları çizgisine oturuyor. Bu rolüne uygun olarak birçok şey de yaptı. Ancak Gezi’den ve 17 Aralık’tan sonra Tayyip Erdoğan bu ‘atak’larını yerine getirirken bir yanda da bir şeyleri koruma savaşı veriyor. Bir şeyleri ve bu arada belki kendini de… Bu durum onun, birçoklarımızı tedirgin eden, kırıcı dökücü tavrında da belirleyici bir rol oynuyor. Onun için, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemin öyle pek asude, dingin bir dönem olamayacağı kanısındayım. Erdoğan’ın çabaları, demokrasiyi güçlendirme yönünde olmayacak, bu belli. Ama Erdoğan’a muhalefetin demokrasiye katkıda bulunması gerekiyor.
Bunun için de öyle bir muhalefet olması gerekiyor.