En Hakikisinden Varoluş Sancısı

-Aaağğğhhh… -N!ooldu? -Varoluş sancısı! -Ha iyi, ben de halıya hipo döktün sandım. Sahici fotoğraflar yapmak için fotoğrafçının kendisiyle sahici bir ilişki içinde olması gerek. Kendi hakikatine başkalarının gerçeğinden sahici...

-Aaağğğhhh…
-N!ooldu?
-Varoluş sancısı!
-Ha iyi, ben de halıya hipo döktün sandım.

Sahici fotoğraflar yapmak için fotoğrafçının kendisiyle sahici bir ilişki içinde olması gerek. Kendi hakikatine başkalarının gerçeğinden sahici adımlarla sıçrayarak ulaşmayı deneyerek… Başkasının gerçeği “öteki” nitelemesiyle nitelendirildiğinde, fotoğrafçı ile öteki arasında öteden beri bir mesafe olduğuna inanıyoruz. Doğal olarak bu mesafenin boş kalmaması, fotoğrafçının ötekine ilişkin politik algısı ile doldurulması gerekiyor. Aksi durumda ötekinin fotoğraflanması anlamına kavuşamıyor. Beden ölçüleri nicedir görsel bir estetik sunmayacak kadar bozulmuş ama bundan başka da geçim kapısı olmayan, dolayısıyla “düşmüş” bir kadının gözlerindeki hiddet ve kırgınlığın fotoğrafı gerçekten etkileyici olabilir. Ancak öteki ile yani başka bir gerçekliğe ait olanla fotoğrafçı arasındaki mesafe, samimi bir çabayla aşılmaya çalışılmadığında, fotoğrafçının anlatmak istediği ile ortaklık kurmak güçleşiyor. Doğal olarak fotoğrafçının hakikati ile de. Düşmüş bir kadını stüdyo ışıkları altında dramatize etmek elbette onu “ötekileştiriyor”. Dahası bir tür naturemort etkisi kazanıyor ve böylece ona temas edebileceğimiz  düşünsel olanaktan mahrum olduğumuza inanasımız geliyor. Fotoğraf  öteki ile aramızdaki örtüşmezliğin belgesi haline geliyor. Ancak düşmüş birinin gerçeğine samimi adımlarla yaklaşan bir fotoğrafçının algısı ve anlatmak istediği, izleyene çok daha hızlı ulaşıyor (örnek, Mary Ellen Mark). Onun politik tutumunu daha okunaklı buluyoruz, çünkü varoluşuna ilişkin sancılarını bir optik imkan olarak önümüze dayatmıyor.

Duygularını ifade etmek için “söz”ün yetersiz kaldığını hisseden çocuğun sesini değiştirerek konuşması gibi; sanatçının sanatı ve kendisi hakkında konuşurken duyarlılığını ve varoluş sancısını dile getirmesi akıllarda bir audio effect olarak kalıyor. Bu tür duyarlı sanatçı halleri ne eseri açıklıyor ne de esere daha yakın bir yerde durmamıza izin veriyor. Aksine eserle aramıza yapay bir mesafe koyuyor. Bu arada insan; acaba -olur da bir aydınlanma sonucu bu varoluş sancısı geçerse- sanatçının duyarlı algısı yaratıcılığı nereden besleyecek diye kendine sormadan edemiyor. Sanatçı, kendini kendi deneyimine hapsettiğinde,  bu  mahpusluğu bir de edinilmiş entellektüel yalnızlıklarla pişiriyorsa, işte o noktadan sonra eserden tamamen kopup yüzümüzü tümüyle sanatçıya dönmemiz gerekiyor. Yani, bir çeşit parallaks hatasını gönüllü yapmamız bekleniyor. Esere bakıp sanatçıyı göreceğiz.

Kabul etmek ve aynı güneşin altında çamaşır kuruttuğumuz için kıvanç duymak gerek ki (başka bir ortaklık kurmamızdan hoşlanmazlar) gününümüzde Metin Erksan asabiyet ve özgünlüğünde işler çıkartan fotoğrafçılar var. Doğu felsefesinde, kişisel hakikatin inşaında en kullanışlı avadanlıktan olan “yerse” kalkanı arkasında yapılmış çok güzel ve sahici fotoğraflar izlemek mümkün. (Batı versiyonunda nasıl yiyeceğimiz açıklanır ve kalkan değil şemsiye biçiminde kulanılır). Onların işlerindeki sahici boyutun izleyenin kişisel hakikati ile örtüşmesinin ya da örtüşmemesinin onlar için önemi yoktur. Bu yüzden de samimiyetle yapılmış  sahici fotoğraflar üretirler. Samimiyet izleyeni beklemediği biçimde sarıverir. Ama bu sarılmadan hoş bir sıcaklık hissederseniz ve heyecanlanırsanız sanatçı kızabilir. Çünkü dışarıdan bakıldığında zihinsel küresinin saydamlaşmasını istemez ve mümkünse bir muamma olarak kalmayı tercih eder. Ancak, bu mizaha konu olacak bir tercih değildir;  aksine bu tercihi, varoluş sancısını sessizce eserlerine gömen bu sanatçıların onurlu duruşu olarak anlamak gerek.

Pek çok okur Türkçe edebiyatta Sevgi Soysal’ın “sahicilik” eşiğini oluşturduğunu kabul eder. Didaktik, konsantre ve gözümüze gözümüze sokulan diyaloglardan, gözümüzün gördüğü kulağımızın duyduğu gibi diyalog ve öykülere geçişi temsil eder Sevgi Soysal. Bu anlamda sahicidir.  Fotoğrafta bu kapsamda sahiciliği temsil edenlerin önemli bir kısmı, tuhaf bir şekilde, toplumsal kültüre ilişkin refleksleri Sevgi Soysal öncesi iklimde gelişmiş olan fotoğrafçılar arasından çıkıyor. Günümüz sanatçılarında -göreli olarak- genç kuşak   arasında ise sahicilik eşiğinde duran fotoğrafçı sayısı pek fazla değil.

Sahicilik, sanatın her alanında, samimiyet ve sadelikten beslenerek canlı tutulabilen bir tutum. Özellikle altını çizmek gerek ki, gerçekçilik fotoğrafın sahici olması için gerekli ya da yeterli koşullardan biri değil.  Kurgu, başkası ile fotoğrafçı arasındaki  mesafeyi ölçülü bir biçimde daraltarak, onun ötekileştirmeden sahici bir görsellikle sunulması  için bir olanak sunuyor.  Ancak bu olanak  fotoğrafçının şahsıyla ilgili kadrajın düzenlenmesinde kullanıldığında sahicilik kayboluyor. Kendi varoluş sancısını diğerlerini öteleyerek çeken bir fotoğrafçı ile duygudaşlık kurmak ne kadar güçse, başkalarının varoluşunu onları ötelemeden gösteren bir fotoğrafçı ile duygudaşlık da o kadar zenginleştirici. Kurmaca fotoğrafın sahici olamayacağı, geleneksel kimyevi süreçlerden geçip çilehanede kurutulmamış kağıdın hakikatin aynası olamayacağı “sabiti”nden kurtulabilmek için, belki de bu tür  zenginleşmeyi daha sık yaşamamız  gerekiyor.

Aaağğhhhh…
N’ooldu?
Üzerime mürekkep damladı!
Ha iyi, ben de varoluş sancısı sandım.

Murat Şahin ÖCAL

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Kültür&Sanat
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular

  • Michel Welbeck ve Umutsuzluğun Günahı – Julian Barnes

    1998 yılında Paris’te düzenlenen Prix Novembre’nin jüri üyelerinden biriydim; adından da anlaşılacağı üzere edebiyat sezonunun sonunda verilen bir ödüldü. Goncourt jürisi Welbeck’in romanını yanlış anladıktan ve diğer jüriler hatalarını...
  • Patricia Esteban Erles; Oyun

    Patricia Esteban Erles, çağdaş bir İspanyol yazar ve gazetecidir. Kısa öykü yazarı olarak tanınır. Eserleri, Zaragoza Üniversitesi’nin “Kısa Öykü Ödülü”, “XXII Santa Isabel de Aragon Araştırma Ödülü” ve “Dos...
  • Kutzeye’nin Edebiyat Dünyası L. Doktorova

    John Maxwell Kutzeye (d. 1940), 2003 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibidir. Nobel Ödülü’nü dördüncü kez bir Afrikalı, ikinci kez de bir Güney Afrika temsilcisi kazandı. 1991 yılında bu prestijli edebiyat...
  • Fütürist Ne Demek?

    Fütürist, geleceği tahmin etmeye ve analiz etmeye odaklanan bir uzmandır. Fütürizm, geleceğin nasıl şekilleneceğini anlamaya çalışan bir disiplindir ve fütüristler, trendleri inceleyerek, teknolojik gelişmeleri analiz ederek ve toplumsal değişimleri...