Berceo III
Berceo, zamanın edebi yeniliği olan seyir defterinin titiz biçimini kullanarak (Latince’de, yazılı bir geleneğin evvelce varolması nedeniyle) yeniden mucizeleri ve örnek işleri anlatır: çok ince bir dindarlığın yükselişi. Berceo, fevkalade bir inanırdı. İnancıyla dünya arasına hiç bir şüphe, hiçbir eleştiri, hiç bir alaylı tereddüt ve hiçbir belirsizlik bulutu girmez: görünür olsun, görünmez olsun, dünyadaki yaşam ve ötedeki yaşam tek bir büyük parçanın; Yaradılış’ın birliğinde geçişmiştir. Her şey birbirine bağlıdır ve yüce güçler, İsa ve Meryem Ana altında bağlı kalırlar. Elbette, iyi ve kötü, Yaradılış için birbiriyle savaşır ve Şeytan, isyankarlığıyla araya girer. Berceo’nun eserleri, doğaldır ki, azizlerden çok günahkarlar barındırır. Ve azizler fevkalade yüksek doruklara ulaşıyorsa, sahnenin ortasında yer alanlar, günahkarlardır. Temel uyum’a teslim edilmiş bir dünya kavramı, dramayı dışarıda bırakmaz: talep eder onu. Berceo’nun inancına göre, her şey, insanlardan meleklere, kuşların şarkısıyla dolu havadan, kutsanmışların şarkılarıyla dolu Cennet’e kadar giden el değmemiş tek bir gerçeklikle çevrelenmiştir. Hiç bir gizemli bulanıklık, birini bir diğerinden ayırmaz, yüksek olsun alçak olsun, hepsi birdir: Tanrı’nın eseri. Bir insan, Berceo’yu okudukça, hiç bir zaman doğaüstüne bakıp hayrete düşmez. Son çözümlemede, hiç bir şey doğaüstü değildir; hepsi, örgenlik bakımından (organik olarak) kutsaldır. Şair, insanlar acı çektiğinde, zihni hiç karışmaz bir şekilde, onlarla acı çeker, veya İsa’nın ve Anası’nın ızdıraplarına ortak olur. Ama hiç bir zaman, kökleşmiş bir ızdırap çekmez. Ondan, Tanrı’nın Yaratısı içerisindeki yaşama biçimi ile korunmaktadır.
O, mutlak fakat tanıdık bir yaşama biçimidir. Berceo nefes aldıkça inanır, ve bu dini soluma, kendisinin şiirsel ilhamını tayin edecektir. Berceo, bu şekilde, Américo Castro tarafından görüldüğü biçimiyle İspanyollar’ın örneğini vücuda getirir: inanç “boyunca” yaşayarak, “dinin içinde varolduklarını hissettiler.” İçinde edatı, en aydınlatıcı olandır. Berceo şiirinin tümü, ona bu şekilde, inanırın kendini bulduğu bir inancın dışavurumu olarak bakarsak, aydınlanmış görünür. Bu yer mecazıyla (metaphor) maddesel bir şeye dönüşmüş bir inanç. Ama madde yine ruhanileşmiş olarak doğrulur. Berceo için, olağan bir eyleme, mucizevi müdahaleden daha yakın bir şey yoktur. Uzun lafın kısası, şeyler neyseler öyledirler. Oluşun bu bütünlüğünden, görüntünün ve Berceo’nun şiirini tam, katı ve dengeli bir dünyaya çeviren dilin özlü gücü çekilir. Chaucer’ın şiiri, Berceo’nunkinden çok farklıdır, ama insan, Hazlitt’in İngiliz şair için dediğini İspanyollar’a uygulayabilirdi: “Sözcükleri, nesnelere, bir dizin gibi işaret ediyor, göz veya parmak gibi… Kendisi için bir şeyler araştırmak, dar bir şekilde ve neredeyse tamamen, nesneyle başa çıkmak amacıyla, sabahın karanlığında, ortalığı yarı yarıya görüp, el yordamıyla yürümeye çalışmamız gibi bakmak zorundaydı; böylece tasvirleri, onlara ait, bir çeşit, elle tutulur nitelik alır, ve zihinde heykel etkisi bırakır.” Mucizeler, nesneleri düzendışına atmak için değil, bunun yerine, onları kendi varlıklarına döndürmek için araya girer.
Büyük bir kederle, iyi halden hepten yoksun, Vivien en grant miseria de todo bien menguados, iki kör adam, Aziz Millan sayesinde, tekrar görmeye başladılar. Bozulmuş biçim, eksiksiz bir bütün oldu. La forma destorpada torno toda complida. Ve, ışıkla onlarda doğan “büyük korku” sonrası, “ona ilişkin hafızalarını tekrar kazandılar” –alışılmış uyumlarını tekrar kazandılar. Bu, insanın kendi varlığıyla uyumlu bir mucizedir- örneğin Sezar göklere yükseldiğinde: In sidus vertere novum, stellamque comantem. Kutsal ululama onlarda da mümkün olmasına rağmen, Tanrıların tutkulu veya keyfi müdahalesi ve cezai dönüştürümleri dolayısıyla (Dafne, defne ağacına; Anaksarate, taşa döndü); bir Ovid’in mitolojik başkalaşımından çok farklıdır.
Berceo’nun alçakgönüllü gözleriyle bakıldığında, varlıklar, bazen, bolluklarını, olumsuz karşıtlıkla gösterirler: Daha beyaz, çiğnenmemiş kardan. Mas blancas que las nieves que no son coçeadas. Şair, üç kutsal bakirenin, Agatha, Olalia ve Cecilia’nın “ellerinde yükselttikleri” üç güvercinin beyazlığını yüceltmek ister. Ama böyle göksel, mükemmel ve hayali bir beyazlık; dünyevi, eksik ve gerçek bir şeylerle ilişki içerisinde olmadan nasıl hayal edilebilirdi? Üstüne basılmamış, dahası –Berceo’nun tabiriyle coçeadas-, hayvanların toynaklarıyla çiğnenmemiş karların beyazlığı. Karın iki durumu arasındaki gizil karşıtlık, güvercinlerin bozulmamış beyazlığına gözle görülür bir pırıltı verir. Bu karşıtlık her zaman gerekli değildir: Daha da beyazdılar, yere yeni düşen kardan. Mucho eran mas blancas que las nieves recientes. Daha beyaz olanlar, “dürüst ve parlak kişiler” olan, Müslümanlar’a karşı savaşmak için Cennet’ten iki beyaz atla inen Aziz James ve Aziz Millan’dılar. Olağan kar benzetmesi, yeni düşen sıfatı aracılığıyla sunulan bozulmamış tazelikle canlanır. Bu ifade, bir öze değil karların içinde bulunduğu duruma işaret eder. Yeni düştüklerinde, varlıklarının bütünlüğüne sahiptirler; ayrıca gerçekten kar olan karlardır, kendi bütün varlıklarıyla kuşatılmış. Bu, gerçeklik olarak gerçekliğin görüntüsüdür, ama “icat eden” yani, keşfeden ve varlıkları, kendilerinin derin ve sakin onamalarında açımlayan bir görüntüdür. Villon’un istediği neiges d’antan*, Berceo’nun bu mısrasında, onüçüncü yüzyıldan beri, hayret verici bir şekilde korunmuş bir halde, burada bulunur: geçen yılın karları ve bu yılın, 1234 yılı civarında, bu şiir boyunca onları düşünen insan ruhuyla birlikte işleyen karlar, bizim için hem gerçek hem ruhani olan karlar, bir mucizeyle yaşayan karlar. Bu şiirsel mucize, bir imge olarak kar sezgisiyle, bir bütün olarak sahnenin, Kordoba Halifesi 3. Abdürrahman’ın Kuzeyli Hıristiyan savaşçılar elinde, büyük bir yenilgi aldığı, 939’da, Valladolid civarında olmuş olan Büyük Simankas Çarpışması’nın bir hayli dışındadır. Burada, tarihsel olay, destansı gelenek ve azizlerin yaşamöyküleri, rahip-şairimizin gözlerinde birleşmiştir. Ama, O’na göre, belirleyici oyuncular; tarihsel önderler, Leon Kralı 2. Ramiro ve Kastilya Kontu Fernan Gonzalez (destansı kahraman) değil; savaşçılar, Aziz James ve Aziz Millan’dır. Bembeyaz iki at üstünde “büyük bir hızla aşağıya inerler”; ve herşey –biniciler, atlar, silahlar- parıldar. Bu, çok ülküsel (ideal) olduğundan; bizim gözümüzü kamaştıracak bir beyazlık olan bu olağandışı beyazlığı kavrayamıyor olabiliriz. Ama ani keşiften önce gözlerimizi daha çok ve aydınlıkça açarız: bu sıradan beyazlık, gerçek olan, ve bu yüzden hayret verici: “Daha da beyazdılar, yere yeni düşen kardan.”
Guillén, Jorge (1961). Language and Poetry: Some Poets of Spain (pp.7-10). Cambridge, Massachusets: Harvard University Press.
Çeviren: Ulaş Başar GEZGİN