Yenigün gazetesinde futbol asparagasıyla gazetecilik yaşamına başladı, ‘Çetele’, ‘Bay Pipo’, ‘Reis’, ‘Abi 1’ kitaplarıyla derin devlet, MİT, mafya ilişkilerini gün yüzüne çıkardı.
Dündar Kılıç’ın yaşam öyküsünü anlatmaya devam ettiği ‘Abi 2’ ile okurların karşısında şimdi. Kılıç’ı ‘zibidi’ diye tanımlayan Mehmet Eymür, hem bu kitabın hem de yeni projelerinin olmazsa olmaz unsuru.
Onunla sadece kitaplarını değil, Ziverbey Köşkü ve Mamak’ta çektiği işkenceleri, cuntaya çay servisi yaptığı dönemleri, Doğan Avcıoğlu’ndan etkilenişini, Paris’e kaçış günlerini, Tuncay Özkan’ın Aydınlık’a yaptığı (ona göre son derece basiretsiz) açıklamaları ve ölümle burun buruna gelme durumlarını Mersin’deki evinde konuştuk. Yıllarca başta Doğu Perinçek ve Hasan Yalçın olmak üzere herkesin diline pelesenk ettiği durumları o anlattı ilk. Şimdi kafası çok karışık, neden anlattığını kendisi de sorguluyor.
Doğan Bey, neden Abi (Dündar Kılıç)?
Neresinden başlasam; bir kere çok renkli ve hareketli bir kişilik. Biyografi yazmak isteyen bir insan için bulunmaz bir kaynak. Hayatını incelerken bir cilt yazdım ama bir cilt daha yazacak kadar malzeme arttı. Yakın geçmişteki karanlık hayatlarla iç içe geçmiş bir yaşam. O olayların direkt içinde olmuş bir insan. Bunlar kitabı yazmam için yeterli idi zaten. Özellikle ‘Bay Pipo’yu yazarken çok ilgimi çekti Dündar Kılıç; 80 döneminde MİT’de işkence görmüş ve onun ifadeleri ile MİT raporunu yazılmış olmasıyla. İki tane MİT raporu var, birinci MİT raporu ve ikinci MİT raporu denilen. Abi’nin ikinci cildinde bizim hata yaptığımızı, bunlara birinci ve ikinci Eymür raporu denilmesi gerektiğini savını da koyduk kitaba. Çünkü ikisi de Mehmet Eymür tarafından yazıldı. Bunlara MİT raporu dediğimiz zaman, Eymür’ün kendi kaynaklarına, kendi muhbirlerine dayanarak yazdığı, kendi amacı için kullanmak istediği bazı şeyleri biz MİT’e mal etmiş oluyoruz. O bakımdan ben bu kitapta bazı düzeltmeler yaptım. Kendimi de eleştirdim. Niye biz bu oyuna geldik, diye. İşte o dönemlerde Dündar Kılıç ve Behçet Cantürk’den alınan ifadelerle hazırlandığı için MİT raporu bizim ilgi alanımıza da çok giriyor. Dündar Kılıç’ın 60 yıllık hayatı da Türkiye’nin geçirdiği çalkantılı dönemleriyle paralel olarak geçmiştir.
Bir bakıma dönemi anlatmak için kişiyi seçtiniz ama bu kitaba pek yansımamış aslında. Kişiden gidildiği için, belki de olaylar onun gözünden aktarıldığı için. Siz de katılıyor musunuz?
İki sebep söyleyeyim. Aşağı yukarı 80 kişiyle konuştum Dündar Kılıç’ı tanıyan. Bütün o insanlarla konuşurken benim düşüncelerim de değişti. Bunun belgesel niteliğinde bir kitap olmasındansa edebi yanı daha ağır basan bir kitap olması fikri daha ağır bastı. İkinci neden de ‘Bay Pipo’ çok tutuldu ama insan bazen de eleştiri almak istiyor. Güvendiğim bazı arkadaşlarımdan ‘Bay Pipo’da Hiram Abbas’ın az olduğu gibi eleştiriler geldi. Onun için de ‘Abi’ de genellikle Dündar Kılıç var. Bu bakımdan ‘Bay Pipo’ya ve ‘Reis’e de daha fazla belgesel demek lazım.
Dündar Kılıç’ı sevmeye başladınız mı?
Sevmek demeyelim de takdir ediyorum diyebilirim. Bu kadar olay başkasının başına gelseydi ne yapardı merak ediyorum, değişik bir karakter, değişik bir insan.
Biraz sizin Paris günlerinize dönmek istiyorum. 1960’ların sonunda hangi sebeple gittiniz?
Benim iki gidişim var. Birinci gidişim ’69’da hukuk fakültesini bitirdikten sonra doktora yapmak içindi. Doktoraya başladığım zaman beni Türkiye’den çağırdılar, devrim yapıyoruz diye. Döndüm geldim. İkinci gidişim ’80’de askeri darbe dönemine denk düşüyor. 12 Eylül darbesi geldi ve Aydınlık gazetesi kapatıldı. Ben Yankı gazetesine Yazı İşleri Müdürü oldum.
Cezaevine girişiniz Aydınlık gazetesindeki yazılarınızdan dolayı mı?
Hayır ‘Şafak’ davasındandı o. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi davasıydı. 12 Mart döneminde. Hapishaneye girmedim ayrıca, kaçtım. Ya da kaçtım demeyeyim de mecburi ikametgaha tayin edildim.
Ne kadar kalmıştınız Paris’te?
İkinci gidişimde 11 yıl kaldım. Yankı’da çalışırken Aydınlık’da yazdığım yazının birinden 7 buçuk sene ceza aldım. Ve hakkımda tutuklanma kararı çıktı. Onun üzerine saklandım. Önce çocukları gönderdim. Sonra da yurt dışına çıkmanın bir yolunu buldum. Ben gittikten sonra yargılandığım bütün davalardan sanırım 200 senenin üzerinde hapis cezası aldım. Hepsi 142’ci maddedendi, komünizm propagandasındandı. 90’da sanıyorum 141 ve 142’ci maddeler kalktı ve benim cezam sıfıra indi. Hatta bir ara Kenan Evren’e bir mektup yazayım, dedim ‘200 yıl yaşamanın sırrı nedir?’ söyleyin, gelip teslim olayım. Yazamadım tabii.
Mamak’ta ne kadar kaldınız?
2 yıl kaldım. ’72-’74 yılların arasında.
Sizin için nasıl bir dönemdi?
Baskı dönemiydi. Askeri cunta dönemiydi. Ama 12 Eylül’de Mamak’ta kalanları dinleyince ben baskı yaşadım demekten utandım. Seçimden sonra Ecevit-Erbakan koalisyonu kuruldu, o dönemde cezaevi müdürü; ‘Ben size yapacağımı bilirim ama demokrasi elimi kolumu bağlıyor’ demişti.
Demokrasiye inanıyor musunuz? Enişteniz ve ustanız Doğan Avcıoğlu demokrasiye inanmazdı.
İnsanların bugün geldiği noktadaki yönetim şekillerinden insanın karakterine en uygun olanı demokrasi. Ama bu teorik anlamda. Doğan Avcıoğlu’nunki bambaşka bir şey. Her şeyi yaşandığı tarih göz önüne alınarak düşünmek lazım. O dönemin şartlarında Doğan Avcıoğlu fikriyatı iktidara gelmeye çok da yaklaşmıştı. 9 Mart’ta ihanete uğramasaydı belki 12 Mart’çıların yerine onlar iktidara gelecekti. Mısır’da ki Nasır tipi bir idare şekli düşünüyorlardı. Her iki süper devlete de eşit mesafede. Ama Amerika’ya da kafa tutabilen, çünkü anti-Amerikan bir hareketti. Onların kurmak istediği sistemin seçimli yolla iktidara gelmesi mümkün değildi.
Doğan Avcıoğlu’ndan nasıl etkilendiniz?
Bir ikilem içindeydim. O zamanlar Adakale sokakta Türk Hukuk Kurumu ile karşılıklı iki daire vardı. Bir tanesinde Aydınlık, bir tanesinde Devrim dergisi. Ben Devrim dergisinde çalışıyorum. ’67 olaylarının en civcivli olduğu zamanlar. Karşıdan bakıyorum, onlar eyleme gidiyorlar, ben de onlarla eyleme gidiyordum. Amerikan Büyükelçiliği taşlanacak, yerimde duramıyorum. Fransa’ya gittikten sonra 15-16 Haziran olayları oldu. Devrim dergisiyle Aydınlık dergisinin tavırlarını kıyaslıyordum. Aydınlık işçi sınıfından yana, Devrim ise askerden, sıkı yönetimden yana tavır almıştı. Orada biraz daha koptum Doğan Avcıoğlu’ndan. İlk başlarda belli şeylere karşı devrimciydik ama daha sonra sosyalist Marksist olduk. Bugünkü kafamla bakarsam ikisi de yanlıştı.
Cunta toplantılarında çaycılık yaptığınız doğru mu?
İyi yerden tüyo almışsın. Hepsinde değil, sadece bir tanesinde. İlk toplantı o zamanki kayınvalidemin evinde olmuştu. Biz katılamadık tabii. Kayınvalidemle mutfakta oturduk. O zamanki nişanlım yurt dışında okuyordu. Doğan Avcıoğlu bana ‘bize müsait bir ev bul’ demişti. Asker kesimden Cemal Madanoğlu ve Osman Köksal vardı. Sivil kesimden Doğan Avcıoğlu, Yön ve Devrim dergilerinin sahibi İlhami Soysal, Cemal Reşit Eyüboğlu, İlhan Selçuk 4 (İlhan Selçuk’un olup olmadığından kesin emin değil). Gece yarısına kadar uzayan bir toplantıydı, tabii arada bir çay götürüp getirmek gerekiyordu. Girip çıkarken ne konuşulduğuna az çok kulak misafiri oluyordum. Anayasa taslağı hazırlamış Doğan Avcıoğlu ve onun üzerine konuşuyorlar. İkinci çay götürüşümde ise Cemal Madanoğlu tabancasını çıkarmış herkese yemin ettiriyordu.
Peki bu duruma ön ayak olmak sonraki dönemlerde sizde bir rahatsızlık yarattı mı?
Yaratmadı. Doğan Avcıoğlu’nun o sıra en yakınındaki isimlerden biriydim ben. Annemin evinde kalıyorlardı, onların evi tamirdeydi, galiba bir yıl aynı evde yaşadık. Çalışkanlığına çok saygı duyuyordum. 17 yaşındaydım, etkilenmemek mümkün değildi. Düşünün, bir adam düzeni değiştirmeye çalışıyor, devrim yapmaya çalışıyor.
12 Mart işkencelerine nasıl dayandınız? Herkes her şeyi anlatırken siz hiç bir şey anlatmadınız.
Herkesin sorumluluğu kendine. İfadeler ortaya çıktı, bunun sonucunda tabii, benim ve Hüseyin Karanlık’ın hiçbir ifade vermediği açıklandı. Hüseyin Karanlık benden de öte, adres bile vermemiş. Adresini sorduklarında param olursa otelde, olmazsa parkta yatarım demiş. 150 sanıklı bir dava, kimin ne hakkında, ne kadar konuştuğunu bilemem. Ama benim hakkımda kimlerin konuştuğunu biliyorum. Onlara da kırgın değilim çünkü bu işkenceye dayanmak mümkün değil.
Neydi o yaşadığınız işkenceler?
Ayakların altına falaka. Vücudun çeşitli organlarına elektrik verildi. Kaba dayak, yumruk, tekme tokat falan. Bir hafta kadar sürdü.
Bu yaşadıklarınızla Dündar Kılıç’ın Mamak’ta yaşadıkları arasında bir bağlantı kurdunuz mu?
Bilinç altında olmuş olabilir. Aynı kaynaklı bir tepki olabilir. Dündar Kılıç’ın tutumu ile diğer mafya babalarının tutumunu karşılaştırmak lazım. Ötekiler teslim olmuş, bildikleri her şeyi anlatmışlar. Ama Dündar Kılıç kişisel onurunu korumuş. Galiba benzeşiyoruz.
Sizin bu roman tadında yazdığınız belgesel kitaplara, ‘dilsiz gecelerin sabahı’ diyebilir miyiz?
Yani hiç konuşulmayan bir şeyler var ama artık herkes okuyor ve ortaya çıkıyor çoğu gerçek. Ben insanların okumaya başladığı kısımdan çok memnunum. Soner (Yalçın) bana bu teklifi getirirken belki de benim kendi önüme kurduğum barajı yıkmış oldu.
Bunları çok açık seçik yazıyor olmak durumu sizde bir korku yarattı mı?
Korkunun ecele faydası yoktur. Artık ölmekten korkacak yaşta değilim. Tehlike kitap çıkıncaya kadar var, kitap çıktıktan sonra tehlike ortadan kalkıyor.
Kitabı Soner Yalçın yazdı ama ‘Teşkilatın İki Silahşoru’na gelen ‘Bunların hepsi masal ve Torun Yakup Cemil ve Dede Yakup Cemil’in tamamı hikaye’ eleştirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konudaki eleştirilere Soner gereken cevabı verir. Kitabı eleştiren Mehmet Eymür hariçten gazel okuyor bence. ‘Bu kitap uydurma, bunların daha önce yazdıkları da uydurmaydı’ dedi. Eleştirirken ki üslubuna çok sinirlendim. Tuncay Özkan’nın da eleştirisi olmuştu. Bu yazdığım ‘Abi’nin ikinci kısmında büyük ölçüde onun eleştirilerine cevap niteliği taşıyan bölümler var. Tuncay Özkan’ın şöyle bir ayıbı oldu. ‘Bay Pipo’ kitabı ile ilgili maksadı aşan eleştirinin ötesinde, Aydınlık’a gidip özellikle de Soner hakkında yorumlarda bulunması meslektaşım olarak beni çok rahatsız etti. Eleştiri sınırlarını aşarak bize hırsız diyor. Aynı Tuncay Özkan, daha sonra Soner’in yazdığı başka kitapla ilgili olarak gidip Aydınlık dergisine demeç veriyor. Zaten Soner’e karşı önyargılı olan bir dergiye gidip bir de sınırları aşar nitelikte demeç vermesi hiç etik değil bence.
Yeni salıverme yasasında 5 bin mahkumun yanı sıra Haluk Kırcı ve Mehmet Ali Ağca’nın da çıkma ihtimali olması durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok tatsız konular. Az önce siyasi suçlar ve toplu suçlarla ilgili konuştuk, ona bağlı bir mesele bu. Siyasi suç kavramı çok soyut bir kavram olduğu için. Gelen iktidarların eğilimlerine göre insanlar affedilebiliyorlar. Ama burada ikisi için de geçerli olan cinayet suçu da var. 7 kişi öldürülmüş. Bizim hukuk sistemimize göre bunlar 7 ayrı suç. Halbuki siyasi suçlarda hepsi bir suç olarak görülüyor. İnsanlar gidip MHP’yi iktidara getiriyor, o da gidip yandaşlarını affediyor tabii.
Siyasi entrikalar üzerine bir kitap çalışmanız var yanılmıyorsam, biraz anlatabilir misiniz?
İsmi ‘Raconun Son Nefesi’. Çok eski tarihlerde geçen olaylar olacak. Entrika konusunu çok merak ediyorum mesela, bütün cumhurbaşkanlığı seçimleri hep entrikalı olmuştur. Hatta Atatürk’ün cumhurbaşkanı seçilmesi bile entrikalı olmuştur. Polisiye olmayacak, tarihsel niteliği olsun istiyorum. Kemal Tahir’in ‘Devlet Ana’sı tarzı hoşuma gidiyor bu konuda. Bir de biyografi yazmak istiyorum. Mehmet Eymür’e karşı savaş durumu burada da olacak. Eymür, bir MİT istihbaratçısı değildi. Dezenformasyon uzmanıydı. Yani halkı yanlış bilgilendiren birisiydi ve psikolojik savaş uzmanıydı. Dündar Kılıç öldükten sonra, ‘Bu zibidi herif bile roman kahramanı oldu, ben olmadım,’ diyorsa aramızdaki savaş daha yıllarca devam edecek.