Dilbiliminde çok fazla dikkate alınmayan, ama bu alandaki çalışmaları oldukça derinden etkileyecek bir sorun var:
Dilbiliminin kuralları nasıl konuluyor ve bu kurallar ne kadar gerçekçi? Eminim, çoğu dilbilimci, yaşamımızın dili kullandığımız hemen hemen her anını etkileyen bu kuralların nasıl olup da toplumsal bir ortak anlayışla benimsendiklerini ve bu kuralların ne ölçüde geçerli olduklarını sorgulama zahmetinde bulunmamışlardır.
Bu alanda akademik çalışma yapan ya da kendisini yeterli gören kişiler, fırsat buldukça dilbilgisi konusundaki derin bilgilerini vurgulama ve kendilerine hasım seçtikleri kişileri yargılama ve infaz etmekte bir sakınca görmemektedirler. Akademik tartışmalarda ve günlük gazetelerde, bazen de televizyon programlarında bu konuda zaman zaman tartışmalar çıkmakta ve ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bu yazıda amacımız bu tartışmaların değerlendirmesini yapmak değil, fakat bu tartışmalarda öne sürülen görüşlere destek olması gereken dilbilgisi kurallarının varoluşlarını sorgulamaktır. Yazının sonunda bu çalışma ile ortaya çıkan sonuçlara değineceğiz.
Dünya Dilleri Arasındaki Dilbilimsel Farklılıklar
Bir dilin kuralları neye göre belirlenir sorusu oldukça önemlidir. Bunun önemi, soruya verilecek yanıtların, dillerin dilbilgisi kuralları yönünden sahip oldukları farklılıkların kaynaklarına ulaşmamızı sağlayabilecek olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, yeryüzünde insan dilinden bahsederken aslında kuralları birbirinden çok farklı bir dil ailesinden bahsederiz. Değişik özellikler gözönünde bulunudurularak sınıflandırılmış bu dillerin aralarında ortaklıklar olmakla beraber dilbilgisi kuralları çok büyük çeşitlilikler gösterirler. Böylece kimi dillerde biçimbilgisi -morfoloji- ön plana çıkarken, kimi dillerde sözdizimi bilgisi -sentaks- önem kazanır. Kimi dillerde cümle kuralları sıkı sıkıya korunurken kimi diller olabildiğince özgür cümle kuruluşlarına açıktır ve üstelik aynı sözcüklerle ve fakat farklı sıralamalarla kurulmuş cümlelere farklı anlamlar yüklenmesine izin verir. Kimi dillerde sözcük sayısı son derece sınırlıyken kimi diller bir insanın yaşamı boyunca öğrenemeyeceği kadar çok sözcük barındırır. Kimi diller sınırlı seslerden oluşurken kimi diller çok kapsamlı ses çıkarabilme özellikleri gerektirir ve diğer dillerde olmayan seslerden oluşur. Kimi dillerde yeni sözcük türetmeler oldukça kolayken kimi diller buna ancak son derece sınırlı koşullar altında izin verir. Böylece insan dili, dilbilimi kurallarının her aşamasında büyük bir çeşitlilik gösterir.
Dillerin bu farklılıklarına karşın her insan beyni belirli yaşlarda ve bilindiği kadarıyla aynı kolaylıkta öğrenebilir bütün dilleri. Özel koşullar altında olmayan her insan bebeği, en azından bir dili bu şekilde öğrenir ve yaşamı boyunca kullanır.
Diller birbirinden oldukça farklı kurallara göre şekillenirler. Dillerin neden bu şekilde çok fazla değişiklikler gösterdiği çözümlenmemiş bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Dillerdeki farklılıklar, dilin aslında insanın doğuştan getirdiği bir özelliği olduğunu öne süren iddiaları da zor durumda bırakmaktadır. Dilbilgisi kurallarındaki bu farklılıklar, dilbilgisi kurallarının geçerliliklerini sorgulama hakkı da veriyor bize. Öyle ya, kurallar dillere göre değişebiliyorlarsa, o zaman bir dilin kendi kuralları da neden değişmesin? Bir dilin kurallarını mutlaklaştırmamıza yol açan ne olabilir? Kimi zaman dilbilgisi kuralları o kadar karmaşık hale gelir ki, dili kullanmak ancak bu konuda çok iyi eğitim almış bazı uzmanların yapabilecekleri bir iş haline gelir. Dil bu haliyle toplumsal iletişim için kullanılan bir araç olmaktan çıkıp, toplumdaki bazı elitlerin toplumsal konumlarını korumak için kullandıkları bir araca dönüşür. Bu yüzden dil kurallarını sorgulamak toplumsal yapı açısından oldukça önemlidir.
Dilde Kuralsızlıklar Var mıdır?
Bir dilin tümüyle anlaşılabilir kurallardan oluşup oluşmadığı sorusu, ilk bakışta çoğu kişi için saçma görünebilir. Öyle ya, insan yaşamı boyunca birtakım uzmanlar, öğretmenler, eğitmenler, dil öğreticileri, hatta köşe yazarları bazı dilbilgisi kurallarından bahsederler ve bunları benimsetmeye çalışırlar. Eğer bazı mutlak dilbilgisi kuralları olmasaydı böylesine yoğun bir çalışmaya gerek olur muydu? Modern yaşamın yol açtığı derin işbölümü sonucu ortaya çıkan bu uzmanların neden böyle davrandıkları sorusunu, şimdilik ikinci plana bırakırsak, gerçekten de dilbilgisi kuralları için toplumsal yaşamda neredeyse normal insanın dokunmaya cesaret edemeyeceği bir kutsallaştırma vardır. Oysa diller de evrendeki diğer şeyler gibi heran değişim içerisindedir ve tüm kuralların her zaman tutarlı olduklarını, yüzde yüzlük bir başarı ile uygulandıklarını söylemek imkansızdır.
Değişimin temel kuralı bu yönde yapılacak önkabulleri geçersiz kılmaktadır. Buradaki sorun aslında toplumsal iletişimin sağlıklı bir şekilde yapılmasını sağlamak için, birçok uzmanın, dilbilgisi kurallarının büyük bir dikkatle korunması gerektiği görüşüne sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Oysa, bu görüş, sorgulanmadan kabul edilmiş, gerçeklikle tam olarak örtüşmeyen bir görüştür. Sırf günlük konuşmalarda yazılı dilbilgisi kurallarının uygulanmasına baktığımız zaman bile bu konunun geçerliliğinin olmadığını anlamak mümkündür. Birçok dilbilgisi uzmanının temel bir gerçeklik kabul ettiği dilbilgisi kuralları, konuşma dilinde ya farklı bir şekilde uygulanır ya da çok az dikkate alınır. Bu şaşırtıcı durum, günlük konuşmalarımıza birazcık dikkat edersek ortaya çıkabilecek oldukça basit bir gerçekliktir. Çoğu zaman konuşurken cümleleri tam ve düzgün olarak kurmayız. Kimi yerlerde cümlenin öğelerini tümüyle atarız. Kimi zaman konuşma sırasında fikir sıçraması yapar ve bir cümle kurmaya başlamışken başka bir cümle ile sonuçlandırırız konuşmamızı. Bunun dışında kekelemeler, uzun boşluklar bırakmalar, dille ilgisi olmayan çeşitli sesler çıkarmalar gibi dilde olmayan başka bir çok öğe konuşmalara girer. Ama bütün bu farklılıklara karşın konuşan ve dinleyen kişiler son derece başarılı bir şekilde iletişim kurabilir ve dilden beklenebilecek tüm işlevleri yerine getirirler. Bu yüzden dilin temel kurallarını sorgulamak, dilin nasıl olup da böylesine başarılı bir şekilde iletişim kurmakta kullanılabilen bir öğe olduğunu anlamakta oldukça büyük öneme sahiptir.
Yazılı Dildeki Kuralsızlıklar
Dildeki bazı kuralsızlıkların varlığını göstermek için konuşma dilinden bahsettik. Acaba kuralsızlıklar ya da farklılıklar tümüyle konuşma dilindeki birtakım özel durumlardan mı kaynaklanmaktadır, yoksa dilin tüm alanlarında benzer bir durum mevcut mudur? Bu bölümde yazılı dilin bazı düzensizliklerini incelemek amacındayız.
Yazım Kuralları Konusundaki Farklılıklar
Yazım kuralları, uzmanların dil ürünleri üzerinde yaptıkları birtakım çalışmalar sonucu ortaya kodukları ‘dil yasaları’ına dayanır. Ancak, bu yasaların hemen hemen hepsi birtakım özel durumları da beraberinde getirirler. Örneğin, sözdizimi kuralları içerisinde, öğelerin sıralanmasını kesin kurallarla belirleyen dillerde, bu konudaki en temel kural bile ihlal edilebilmektedir. Türkçe’de ise sözdizimi konusunda büyük bir çeşitlilik görülür ve hangi sözün nerede kullanılacağına karar verilirken, vurgulanmak istenen anlam gözönünde bulunur. Bu konuda öğelerin sıralanmasında bazı tercihlerin olduğu görülmekle beraber bir çeşitlilik mevcuttur. Buna karşın, ünlü uyumu gibi en temel kurallarda çeşitli ayrıksı durumlar mevcuttur. (1)’de bu konudaki bazı örnekler mevcuttur. Örneğin, ‘elma’ sözcüğü ‘alma’nın evrimleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır ve ünlü uyumuna uymamaktadır. ‘Kardeş’ ise ‘kardaş’ ve daha önce de ‘karındaş’ sözcüklerinin bugünkü halidir ve bu da ünlü uyumuna uymamaktadır (örnekler Gencan; 1979 sayfa 45’ten alınmıştır).
1)
a) elma ® alma
b) anne ® ana
c) kardeş ® kardaş ® karındaş
d) hangi ® kangı
Buradaki örneklerin hepsi de ‘Öztürkçe’ diye kabul edilen sözcüklerdir. Yani, hiçbir yabancı dilden alınmamış sözcüklerdir. Bunların dışında yabancı dillerden geçmiş ve ünlü uyumu kuralına uymayan binlerce sözcük kullanılmaktadır Türkçe’de. Diğer başka kurallar da sözkonusu olduğu zaman buna benzer durumlar vardır. Üstelik kurallardaki bu tip ayrıksı denilebilecek durumlar her dilin hemen hemen her kuralı için geçerlidir. Özellikle Türkçe’nin ünlü uyumu kuralını seçtik, çünkü bu kural Türkçe için en tanınmış ve bilinen kuraldır, ve neredeyse geçerliliği mutlak kabul edilmektedir. Belki geçmişte bu kuralın tam olarak geçerli olduğu bir dönem vardır, ancak bugün ünlü uyumu kuralının her yerde geçerli olacağını söylemek imkansızdır. Ünlü uyumu kurallarında yaşanan durum, örneğin ünsüzlerin benzeşmesi, süreksiz sert harflerin benzeşmesi gibi kurallar için de geçerlidir (bkz. Gencan; 1979 sayfa 52, 53).
Ayrıksı durumların neden önemli olduğunu anlamak için fizikteki kurallarla karşılaştıralım. Örneğin, evrensel geçerliliği olduğu kabul edilen yerçekimi yasasını ele alalım. Bilindiği üzere bu yasa evrendeki tüm maddi varlıkların birbirini çektiğini öne sürmektedir. Bugüne kadar bu yasanın derinindeki madde ile ilgili sırlar çözümlenememiş olmakla beraber bu kurala aykırı davranan bir maddi varlık bulunamamıştır. Bir an Ay’ın yerçekimi kanununa uymadığının tesbit edildiğini düşünelim. Bu, kuşkusuz, sözkonusu yasanın geçerliliğini sorgulamak için büyük bir kanıttır. Oysa, dilbilgisinde Türkçe için, belki de fizikteki yerçekimi kanunu kadar önemli olan ‘ünlü uyumu yasası’nın geçerli olmadığı birçok sözcüğü bir anda sayabilirirz. Üstelik bu durum diğer tüm dil kuralları için de geçerlidir. Bu durumda bizim dilbilgisi kuralı diğer mutlak geçerliliklerini kabul ettiğimiz yasalar, gerçekte dilde birtakım istatistiki yöntemlerle tesbit edilebilecek eğilimler konumuna düşerler. Şimdiye kadar verdiğimiz örnekler hep bazı kuralların ayrıksı durumlarının mevcut olduğunu göstermeye yönelikti. Bunun dışında çok kesin olarak belirlenmiş kuralların uygulanmasında ‘yanlışlık’ denilebilecek kural uyumsuzlukları da mevcuttur. Yani, bu konuda uzman olanların bile zaman zaman içine düştükleri bilinen kuralların uygulanamaması durumundan bahsetmek gereklidir.
Yazı yazan herkes bilir ki, yazı ilk haliyle yayınlanabilecek kalitede olmaz. Yazının birçok yerinde dilbilgisi ve imlâ hataları bulunur. Yazar bu yüzden yazdığı her cümleyi ve her sözcüğü tekrar ve tekrar kontrol etmek zorundadır. Bütün bu zahmetli kontrollere karşın bazı ‘hatalar’ gözden kaçar. Bu hataları editörlerin ya da düzeltmenlerin yakalayacakları kabul edilir, ama çoğu zaman onlar da bunların bir bölümünü atlarlar. Böylece, bir dilbilgisi uzmanının yazısında bile, bilinen dilbilgisi ve imlâ kurallarına göre birçok hata bulunur.
Bütün bu zahmetli çabalara karşın, çok iyi bilinen kuralların tam olarak uygulanamaması, bize önce bu kuralların doğruluklarını, ve ardından da geçerliliklerini sorgulama yolunu açar. Gerçekten de, kural diye ortaya konulan yapıların uygulanması çoğu kez beynimiz tarafından engellenir. Beynimizin ürettiği düşüncelerle biçimlenen sözler hamdırlar, yani rafine edilmemişlerdir; ve uygun bir eğitimden geçmemiş insanların bunları ne şekilde arıtıp kullanabileceklerini bilmeleri çoğu zaman imkânsızdır. Bu yüzden, konuşma ve yazı dili giderek birbirinden uzaklaşmaya başlar. Üstelik yazılardaki dilbilimsel kalite genellikle tartışma konusu olur. Kimi zaman dil kuralları üzerinde tam bir toplumsal anlaşma olmayabilir. Bunun nedeni, konuşma dilinde yer almayan kimi kuralların yazı dili için benimsenmesinde yaşanılan zorluklardır. Türkçe’deki -de ekinin ne zaman birleşik, ne zaman ayrı yazılması gerektiğini belirleyen yazım kuralını ele alalım. Bu konuda yazı dilinde son derece büyük farklılıklar vardır. Eğer ek ‘dahi’ anlamında kullanılıyorsa ayrı, ‘de hali’nde kullanılıyorsa bitişik yazılmalıdır. Ama gazete ve dergileri açtığımız zaman büyük bir çeşitlilikle karşılaşırız. Peki, bu kural ortak bir kabulun sonucu konulmamışsa, bizi böyle bir kurala uymaya zorlayacak ne gibi bir yaptırım olabilir? Üstelik bu soru en çok kabul görmüş kurallar için bile ortaya konulabilir. Her kuralı farklı şekilde uygulamayı isteyebilecek ya da bu kuralları benimsemeyecek insanlar herzaman olabilir. Bütün bu nedenler, bizim dilbilgisi kurallarını mutlaklaştırma çabalarımızın tam bir başarıya ulaşmasını engellemektedir. Şimdi de, başka bazı kuralsızlıkların kaynaklarına bakalım:
Diller ve Ağızlar Arasındaki Farklılıklar
Genel olarak tüm diller sözdizimi yönünden belirli önceliklere sahiptirler. Örneğin, Türkçe’de Özne-Nesne-Yüklem (ÖNY) önceliklidir (Erguvanlı; 1979 sayfa 7). Sözdizimi kuralları açısından, Türkçe, diğer dillere göre daha az sayıda kısıtlamaya sahiptir. Oysa, İngilizce’de cümle öğelerinin sıralanmasında daha büyük kısıtlamalar vardır. İngilizce Özne-Yüklem-Nesne (ÖYN) sıralamasına sahip bir dildir. Buna karşın, örneğin, soru cümlelerinde öğelerin yeri değişir ve gerekirse yardımci fiiller eklenir. Bu açıdan diller arasında sözdizimi bakımından bir ortaklığa rastlanmaz. Sözdizimi kurallarının en sıkı uygulandığı dillerde bile çeşitli durumlarda öğelerin yer değiştirdiği görülebilir. Bu durumlar yazılı dilbilgisi kurallarına göre yanlış olmakla birlikte kişilerin kendi aralarında haberleşmeleri için çoğu kez yeterlidir. Bu tip durumlara en çok yabancı bir dille karşılaşıldığı zaman rastlanır. (2), bu tip durumlar sonucu yabancı turistlerin Türkçe’ye kazandırdıkları bir cümledir. Bu cümle Türkçe’yi kullanan kişiler için yanlış bir cümledir, hem sözcüklerin dizilişi, hem eksik öğeler ve hem de öğelerin yanlış kullanımları yüzünden. Ama bu cümleyi okuyan ya da duyan hemen hemen herkes burada ifade edilen bilgiyi rahatça anlayabilmektedir.
2) Türkiş raki, şiş kebap çok güzel, gene gelmek ben.
Buna karşın, (Erguvanlı; 1979 sayfa 7’den alınan) (3a) örneği, ‘doğru’ fakat (3b) ‘yanlıştır’. Oysa, her iki cümle de aynı kolaylıkta anlaşılabilmektedir.
3)
a) Murat aceleyle bir kitap okuyor.
b) Murat bir kitap aceleyle okuyor.
Dilbilgisi kuralları, aynı dilin ağızları arasında da çeşitli değişiklikler gösterir. Bu konu aslında ayrı bir çalışma gerektiren geniş bir konudur. Resmi dillerin egemenliğini yerleştirmek için ülke içindeki yerel diller ve ağızlar aşağı görüldüğü ve kimi zaman alaya alındığı için, bu konu aynı zamanda ideolojik bir sorundur. Ancak, işin bu yönünü bir kenara bırakarak dilbilgisi kurallarının aynı dilin farklı ağızları arasında nasıl değişebileceğini örneklerle görmeye çalışalım.
4)
a) Bize gelirsin?
b) Bize gelir misin?
c) Bize gelivercen mi?
d) Bize gelecek misin?
(4a), Antakya yöresinde yaşayan Arap’ların Türkçe’yi kullanma biçimlerine bir örnektir. İstanbul ağzında aynı cümle (4b)’de gösterilmiştir. Bu örnekte soru cümlesi Arapça’nın cümle kurgusuna benzetilmiştir. Arapça’da soru cümlesi kuruluşunda soru eki bulunmaz. Bu yüzden Antakya yöresinin Arap halkı soru cümlelerini çoğu kez Türkçe’deki soru ekini kullanmadan kurarlar ve vurguyu yükleme vererek, cümlenin bir soru cümlesi olduğunu anlatırlar. (4c) ise, daha çok Ege yöresinde rastlanılan bir konuşma tarzıdır. Burada, amaç cümleye tezlik katmak olmadığı halde, tezlik eylemi kullanılmıştır. Bu cümlenin İstanbul ağzındaki karşılığı (4d)’de verilmiştir.
Ağızlar arasındaki farklılıklar çok daha fazla çeşitlendirilebilir. Önemli olan bu farklılıkların genel kabul gören dilbilgisi kurallarına uymayabileceklerini göstermektir. Türkçe için resmi ağız olarak kulanılan İstanbul ağzının aksine Anadolu’daki birçok ağızda dil kuralları kendilerine özgü değişiklikler gösterir.
Dilbilgisi Kurallarına Uymadığı Halde Anlamları İfade Edebilen Dilbilgisi Yapıları
Dil, temel olarak insanların kendi aralarında haberleşmeleri için kullanılır. Haberleşmenin olmazsa olmaz amacı ise anlamların iletilmesidir. Dilbilgisi kuralları, içi boş -yani anlamsız- cümle kuruluşlarına izin vermekle beraber, dili oluşturan cümleleler ya bir anlamı ifade ederler ya da bir anlam ifade etmek amacıyla kurulmuşlardır. Eğer dilbilgisinin merkezine anlamları koyacak olursak, yani dilin temel amacının anlamları aktarmak olduğu tezini kabul edersek, bugün geçerli olan dilbilgisi kuralları büyük çapta yetersiz kalır. Eğer anlamların başarılı bir şekilde iletilmesi dilin varlığında ve kurallarının oluşumunda belirleyici olsaydı, bugün bozuk diye adlandırdığımız cümlelerin büyük bir kısmı normal cümleler olurdu. Çünkü, bir anlamı ifade etmek için gerçekten de ‘tam’ ve ‘düzgün’ cümleler kurmak zorunluluğu yoktur. (5a) ve (5c)’deki cümlelere bakalım; her ikisi de ‘bozuk’ cümlelerdir. Burada özne-yüklem uyumluluğu kurallarına uyulmadığı için kolayca tesbit edilecek bir sözdizimi (sentaks) hatası yapılmıştır. Ancak, her iki cümle de çok rahat olarak (5b) ve (5c)’deki anlamları veriyorlar.
5)
a) ben geliyoruz
b) ben geliyorum
c) yaprak döküldüler
d) yapraklar döküldü
(5)’teki bozuk sözdizimi ve düzgün anlama karşın (6)’da da içi boş -yani anlamsız- bir cümle örneği veriyoruz. Buradaki cümle bir anlam taşımayan cümlelere örnek olmak dışında başka bir anlam taşımamaktadır.
6) karışmış karantinalar cadıları yeşertti.
Bu iki örneğe bakarak, sözdizimi ile anlambiliminin birbirlerinden belirli ölçüde bağımsız yapılar olduklarını söyleyebiliriz. Ancak, bu çapraşık durum, dilbilgisi kurallarını ortaya çıkarmak sözkonusu olduğu zaman işi daha da güçleştirmektedir. Bu tip örnekler olmasaydı, anlamları dilin belirleyici öğeleri olarak kabul eder ve anlam verebilecek her türlü cümleyi dilin bir parçası olarak kabul ederdik. Bu anlayış, görünüşe göre, pek kabul görecek bir yaklaşım gibi değil. Öncelikle birçok dilbilimci buna itiraz edecektir. Bu itirazları bir kenara bıraksak bile, dilin kurallarının sınırları tümüyle belirsizleşeceği için oldukça sorunlu bir durumla karşı karşıya gelecektik. Ancak, yerleşik anlayışla düşünmeyen herkes, ortada çözülmesi güç bir durum olduğunu kabul edecektir. Ya anlaşılabilir cümlelerin çok büyük bir bölümünü dilin dışında kabul edeceğiz, ki bugün dilbilimcilerin çoğunun benimsediği görüş budur, ya da dilin sınırlarının iyice belirsizleşmesini kabul edip aslında bazı kurallara aykırı olan bu anlaşılabilir cümleleri de dilin içine katacağız, fakat bu sefer de tüm yerleşik kuralları yeniden gözden geçirmek zorunda kalacağız. Üstelik, ‘anlaşılabilirlik’ son derece öznel bir kavram olduğu için dilbilgisine öznellik katmak zorunda kalacağız. Görüldüğü üzere, bu açıdan yaklaşıldığı zaman da, dilbilgisi kurallarının muğlak yapılar oldukları ortaya çıkıyor.
Dilde Dilbilgisi Kurallarının Evrimleşmeleri
Diller, tıpkı canlılar gibi doğup gelişebilen ve ortadan kalkabilen yapılardır. Bu durum kaçınılmaz olarak dilbilgisi kurallarının değişmesini gündeme getirir. Böyle bir süreçte dile ait hemen hemen tüm öğeler değişebilir ya da ortadan kalkabilir ve yeni öğeler katılabilir. Bu nedenle, insanlık tarihi boyunca sayısını bilemediğimiz kadar çok dil dünya üzerinde yaşamıştır. Bizi dillerin evrimleşmelerinden çok, evrimler sırasında kurallardaki değişimin dil teorilerini nasıl etkileyeceği konusu ilgilendirmektedir. Bu konu, sonuçta, dilbilgisi kurallarının ne kadar mutlak kabul edilebileceği sorununu gündeme getirmektedir.
Diller, kısa dönemler sözkonusu olduğunda, en büyük değişimleri sözcüklerde yaşarlar. Dile hem yeni sözcüklerin katılması, hem eski sözcüklerin kullanılmaz olması ve hem de mevcut sözcüklerdeki anlam farklılaşmaları ve yeni anlam yüklenmeleri, dillerin yaşı ile orantılı olarak kısa dönemde ortaya çıkabilen farklılaşmalardır. Türkçe, bu konuda kusursuz bir örnektir.
İdeolojik yapıların da etkisiyle, Türkçe, 20. Yüzyılda, kelimeler bazında neredeyse tümüyle yenilenmiştir. Bu yüzden, bir araştırmacının bugünkü Türkçe ile 40-50 yıl öncesinin kaynaklarını anlayabilmesi oldukça güçtür. Orta ve uzun dönemlerde, dilbilgisinin diğer katmanlarında da değişiklikler yaşanır. Buna örnek olarak yine Türkçe’de sıfat ve isim tamlamalarının durumunu vermek mümkündür. Türklerin islâmlaşmaları ile Türk kültürünün Arap ve Fars etkisine girmesi sonucu, Türkçeye yeni isim ve sıfat tamlamaları girmiştir. (5a), Nergisi’nin Nihalistan adlı kitabından Gencan’ın aktardığı (1979, sayfa 28) bir bölümdür. Buradaki isim ve sıfat tamlamalarının (5d,e)’de görülen ve bugün kullandığımız biçimlerden son derece farklı oldukları ortadadır. Bu pasaj, aynı zamanda, dilbilgisi kurallarındaki değişmenin farklı sözcüklerin eklenmesinden ibaret olmadığını, kurallardaki değişimin çok daha büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konudaki diğer örneği Nedim’in bir gazelinden aldık (Kudret; 1985 Sayfa 80, 25.Gazel), bugünkü dilde manzumlaştırma bu yazının yazarına aittir.
7)
a) Her zaman ki hame-i hamame-i mevzum-terane-i dil-keş-vavaz-ı marifet perdaz saha-yı melsa-yı sahaif-i letaif-nüma-yı firuze-fama bal-küşa-yı pervaz ve muharrik-ı cenahha-yı hakikat ü mecaz ola…
b) Serv-i dil-cuyumdan ayrı geşti gülşen istemem
Var yürü istersen ey eşk-i revan cularla sen
c) Gönül çekici selvimden ayrı gülşende gezinti istemem
Var yürü istersen ey gözyaşı nehri ırmaklarla sen
d) Kapının kolu
e) Mavi deniz
Bu örneklerden de anlaşıldığı üzere, dilin hemen hemen tüm kuralları zamanla değişebilir. Bu bile kendi başına dilbilgisi kurallarını mutlaklaştırmamamız gerektiğini göstermeye yeterlidir.
Dilbilgisindeki değişimlere bir diğer örnek de, aynı dilleri konuşamayan insanların geliştirdikleri dillerin zamanla geçirdikleri aşamalardır. ‘Pidgin’ denilen bu diller, son derece basit kurallardan oluşan karmaşık olmayan cümleleri içerirler. Ancak, bu dilleri konuşan kişilerin çocukları zamanla eksik öğeleri tamamlarlar ve normal bir insan dili haline dönüştürürler. Bunlar da ‘Creole’ adını alırlar (Gleitman ve Newport; sayfa : 15).
Dilin doğal evrimi, bizi dilbilgisi kurallarını mutlaklaştırmaktan alıkoyar. Dilin belirli dönemlerinde belirli kurallar etkenken, zamanla bu kurallar önemsiz ya da kullanılamaz hale gelebilir.
Sözlü Dildeki Kuralsızlıklar
Dilbilgisinin derinliklerine indiğimiz zaman, yazılı dildeki kuralsızlıklar, zaptedilmesi güç bir karmaşalar bütününe doğru gittiğimizi gösteriyor. Acaba konuşma dili farklı mıdır? Ne yazık ki konuşma dilindeki sorunlar, yazı dilinin sorunlarının hepsinin yanında, konuşmanın kendine özgü koşullarının getirdiği sorunları da kapsamaktadır.
Konuşurken beyinde kurgulanan anlamları ifade etmek için sınırlı bir zaman vardır konuşmacı için. Bu kısıtlı zamanda söylenmek istenilenlerin düzgün cümleler, en azından anlaşılabilir yapılar şekline sokulmaları gerekir. Geriye dönüp düzeltme olanağı yoktur genellikle, bir söylenilen bir daha düzeltilemez. Bu yüzden sık sık kurallara uymayan cümleler kurgulanır ve konuşmanın sürekliliğini sağlamak, düşünmek için zaman kazanmak amacıyla araya dilin içerisinde yeralmayan sesler katılır. Bunun dışında öksürmek, burnunu çekmek, vb. birçok başka sesler daha çıkarılır. Böylece, konuşmaların çok büyük bir bölümü yaygın anlayışla dilbilgisi-dışı kalacak yapılara dönüşürler. Oysa, her türlü yazılı kuralın ve yazının kaynağında hep konuşma dili vardır. Konuşma dili kullanılarak üretilen kurallar, konuşma dilinin kurallarını açıklamaya yetmiyor… Bu, diğer bilim dalları için çok büyük bir sorun olurdu; ama dilbiliminde uzmanlar bu durumdan rahatsız olmuş gibi görünmüyorlar.
Edebiyat ve Şiir Dilindeki Farklı Kullanış Biçimleri
Son olarak, edebiyattan sözetmek gerekiyor. Bugün gündemde olan dil teorilerinin çok büyük bir kısmı, edebî söylemleri muhatap kabul etmez. Yani, ortaya konulan birçok kural, bir şiirin dilbilgisini anlamamıza yetmez. Yukarıda değindiğimiz sorunlarla birleşince, bu durum da, dilbilimi için büyük bir sorundur. Oysa edebiyat ve şiir, dilbilgisinin en üst düzeyde kullanıldığı, büyük bir olasılıkla dilin genişleme yönünü belirleyen alanlardır. Şiirde ve düzyazıda, ifade edilmesi en güç anlamların ve kavramların ifade edilmeleri, anlaşılabilir hale getirilmeleri, bu yapılırken de dilin kurallarının en üst seviyede zorlanmaları sözkonusudur. Şiirsel anlatımları ve sanatsal ifadeleri kapsayamayacak dilbilgisi yaklaşımlarının eksik olmaya mahkum oldukları ortadadır.
Dilbilgisi Kurallarına Karar Verilirken Uygulanan Yöntemlerin Sağlıklılığı
1950’lerde Chomsky’nin tezlerinden sonra dilbiliminde son derece önemli gelişmeler yaşandı. Bu tarihten sonra dile yaklaşımımız değişti. Ancak, yoğun çabalara karşın kapsamlı dil teorileri oluşamadı. Çoğu araştırma, dilbiliminin alt kollarındaki lokal gerçeklikleri açıklayabilmeyi yeterli gördüler. Her alanının kendisine özgü sorunlarının olabileceğini kabul etmekle beraber dilde kapsamlı çalışmaların yapılması ve genel kuralların ortaya çıkarılması da zorunludur. Ancak, ne olursa olsun, hiçbir araştırmacının ortaya konulacak bir kuralı rahatça mutlaklaştıracağını sanmıyorum. Ama hemen hemen her dilde, Nihat Genç’in deyimiyle ‘sonradan yeşillenmiş soğanlar’ çıkıp dili kendi anlayışları doğrultusunda kullanmayanları yargılayıp infaz edebiliyorlar. Bu gibi kişiler sürekli olarak dilin bozulduğundan, düzgün kullanılmadığından, basın-yayında çalışan insanların dili kullanma becerilerinin yetersizliğinden şikayet edip dururlar. Her zaman için iddialarını kanıtlayabilecekleri bir imlâ klavuzu ya da bir sözlük bulurlar. Ama, dil, bu tip çok bilmişlerin tüm çabalarına karşın kendi bildiği yatakta akmaya devam eder.
Sonuç
Gerek konuşma dili ve gerekse yazı dilinde çeşitli etkenlerden kaynaklanan, kurallaştırılmaları güç, çoğu kez çelişik durumlar mevcuttur. Açık seçik kurallara bağlanmış yapılar bile çoğu zaman ayrıksı durumlarla birlikte varolur. Bu yüzden dilin her sözcük ve cümlesine, her türlü anlama uygulanabilecek genel kurallar yoktur. Dilbilgisi, sosyolojik ve ideolojik öğeler barındırır ve dışarıdan müdahalelerle karşılaşır. Bunun dışında, doğal bir gelişim biçimi vardır ve belirli süreler sonucu büyük değişikliklere uğrar. Değişme sadece sözcüklerin kendilerinde değil, ama dilbilgisinin kurallarında da olur. Bu sürekli değişim durumu, dilbilgisi kurallarının mutlaklaştırılmalarını olanaksız kılar. Bugün dilbilimini oluşturan sesbilimi, biçimbilimi, sözdizimi bilimi ve anlam bilimi gibi dilbilgisinin alt dalları kendi içerilerinde göreceli bir bağımsızlık durumundaymış gibi görünmektedirler. Bu göreceli bağımsızlık, dili oluşturan dilbilgisi öğelerine karar vermekte işimizi güçleştirmektedir. Bu yüzden daha kapsamlı yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Dilin temel amacı, anlamları iletmek midir? sorusunun yanıtı da önemlidir. Çünkü, bugün kurallı sayılamayan birçok dilbilgisi öğesini dilin içine almak durumunda kalacağız. Bu doğrultuda, dildeki estetik anlayışımızın değişmesi de sözkonusudur. Edebî ve şiirsel anlatımlarda da, ‘normal’ kabul edilen yapıların sık sık dışına çıkılır. Bu alanda da kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak, bugün en temel dilbilgisi kuralı olarak kabul edilebilecek kurallar bile, konuşulmuş ya da söylenmiş tüm cümleler söz konusu olduğunda ancak bir istatistiksel eğilimi ifade ederler. Bu yüzden, dilbilgisi kurallarının mutlaklaştırılmaları, hele hele buradan yola çıkarak insanların yargılanmaları ya da bu kurallara uygun davranmaya zorlanmaları yanlış bir tutumdur.
Kaynakça
Gencan, Tahir Nejat: Dilbilgisi: TDK Yayınları: Ankara, 1979.
Erguvanlı, Eser Emine; The Function of Word Order in Turkish Grammar; University of California Doktora Tezi; Los Angeles, 1979.
Gleitman, Lila R. ve Liberman, Mark; The invention of Language by Children: Environmental and Biological Influences on the Acquisition of Language; Osherson 1995’te yeralan bir makale.
Kudret, Cevdet: Divan Şiirinde Üç Büyükler (3) – Nedim: İnkılap ve Aka 7. Basım: İstanbul, 1985.
Osherson, Daniel N.; Gleitman, Lila R.; Liberman, Mark (editörler): Language Volume 1: Second edition: MIT, 1995.
Yusuf ALTUNEL