Bugünlerde kimi görsem “kötü ol” diyor bana. Herkes şu ya da bu şekilde hayat bulmuş iyiliklerinden bin pişman…
‘Merhametten maraz doğar” diye başlıyor karşımdaki anlatmaya…
Dinliyorum. O gidiyor, bir başkası geliyor “Dünyada hiçbir iyilik cezasız kalmaz biliyorsun, değil mi” diye oturuyor karşıma.
Sanki sözleşmişler gibi, sanki bir kamera sakasının anlaşmalı oyuncularıymış onlar ya da ben sırlar dünyası programının bir hikâye kişisiymişim gibi; şeytana karşı mücadele veren dünyanın son insanıymışım gibi bir dirençle masaya tutunuyorum…
***
Babamla doktora gidiyoruz. Bir zamanlar o beni taşırdı şimdi ben ona eşlik ediyorum.
Çok arayıp da bulduğum, kendisinden çok övgüyle söz edilen bir doktor karşımızdaki. Sanırım o da adının ve çok iyi bir doktor olduğunun çok farkında. Azarlayarak, bağırarak konuşuyor sürekli. Adamın önündeki dosyalan inceleyen ellerine bakıyorum dehşet içinde.
Gözlerine bakmak gelmiyor içimden. Babamı oradan alıp kaçmak istiyorum. Bu doktoru bulduğum için, babama övdüğüm için çok utanıyorum. Babamı muayene ederken doktorun bu tuhaf üslubunun kendine çok inanmasıyla ilgili olup olmadığını düşünüyorum. Kim bilir, belki de kötü olmanın önemli olduğuna kanaat getirenlerden biridir bu adam da…
Babamın efor testinden çıkmasını beklerken duvarda hastanenin ilkelerinin yazılı olduğu bildiriyi okuyorum. Amerikalı genel müdürleri imza atmış bir de altına. “En gelişmiş sağlık teknolojisini ve tesislerini, yüksek beceri, şefkat duygusu ve insan onuruna saygı ile destekleyerek sunmak…” diyor. İçerdeki kardiyologun büyük ihtimalle duvardaki bildiriden haberi yok.
Ya da onu gereksiz buluyor…
***
Çevremde kimin yüzü düşmüşse hemen rahatsız oluyorum. Mutlaka gülsünler istiyorum. Kimse mutsuz olmasın. Kimse gergin olmasın. Soruyorum; ne oldu, neyin var, nasılsın diye… Herkes hep şikâyet ediyor. İş arkadaşlarını sevmiyorlar, kazandıkları parayı sevmiyorlar, çalıştıkları mekânı sevmiyorlar…
Sordukça pişman oluyorum. Her şeyin alabildiğine kötü olduğu bir ortamda onlar daha da kötü olmak istiyorlar. Başka türlü baş edemeyeceklerini düşünüyorlar… Biliyorum içlerinde bir yerde kanlı bir zafer kazanma arzusu yatıyor. Bir kez olsun baş kötü kişi olmak istiyor hepsi. Giderek bunu daha çok istiyorlar üstelik…
Çünkü nezaket, çünkü sadakat, çünkü şefkat düpedüz “ahmaklık” belirtisi sayılıyor artık…
***
Bugünlerde kimi görsem “kötü ol” diyor bana. Röportajlarında ters köşeye yatıran sorular sor, yazılarında saldır insanlara, bulunduğun yerin farkına var, oradan bırak oklarını…
Eskiden filmlerde “kalleş” olanların rolü az olurdu. Artık baş roldeki salak oğlan ya da kız kadar büyüdü o roller. Hatta kötü adamlar daha çok akılda kaldığından, filmin sonuna kadar hep kazandığından ve hatta hep dayak attığından, daha rağbet gören karakter oldu…
Ben galiba demode gönüllüyüm…
Hâlâ doktorun şefkatlisini; gazetecinin mert, insanın merhametli, çocuğun saf, kadının nazik olanını arıyorum…
Boşuna mı?…