Çocuğumun hiperaktif olduğundan emin misiniz?

Geçen bir yazıda beş yaşlarında bir “hiperaktif” çocuktan söz etmiştim: Can. Yerinde durmaz, sınır tanımaz, bir şeylere pek oyalanmaz bir çocuktu. Anne-baba onun “arzu edilmeyen” davranışlarından yakınıyor, diğer yandan...

Geçen bir yazıda beş yaşlarında bir “hiperaktif” çocuktan söz etmiştim: Can. Yerinde durmaz, sınır tanımaz, bir şeylere pek oyalanmaz bir çocuktu. Anne-baba onun “arzu edilmeyen” davranışlarından yakınıyor, diğer yandan Can’ın davranışlarını düzenleyici kurallar koymakta zorlanıyorlardı.

Yankı Yazgan

Prof. Dr. Yankı Yazgan

Aralarındaki yaklaşım farklılıkları olduğu gibi Can’a yansıtmaları ise Can’ı iyice şaşkına çeviriyordu. Peki, çocukları can hiperaktif mi gerçekten? Ya da, hiperaktif’in hakikisi ile hakiki olmayanı diye bir ayrım yapmak mümkün mü? Evet, mümkün, kimi çocukların davranışları üzerindeki kontrolların zayıflamasına, anne-babaların kural uyglamasını takip edememeleri katkıda bulunur. Bu kurallar çocuğun kendini “ayarlamasında” adeta bir kerteriz (denizde yön bulmamıza yardım eden değişmez nokta) yerine geçer. Çocuğun bu kuralların varlığına rağmen kendini denetlemekte, dikkatini vermekte, ödevini-oyununu tamamlamakta zorlanması “hakiki hiperaktif” demenin bir ön koşuludur.Diyelim ki, bu ön koşul geçerli ve çocuğunuzun hakiki bir hiperaktif olduğundan neredeyse eminsiniz. Bunun böyle olduğunun kararını kim ve nasıl karar verecek?

Hiperaktif çocuklarda gözlenen davranışlar listesinde yaş gruplarına özgü pek çok sorunu sıralamıştık. Hiperaktiviteyi ciddi ciddi düşünmeye başlamamız için bu listeden pek çok davranışın belli zaman dilimlerinde bir arada bulunması gerekiyor. Anne-babanın verdiği bilgilerle evdeki “kurulu düzen”in yeterince iyi işleyip işlemediğini bir gözden geçirdikten sonra, sıra, çocuğa kulak verip, onun bu hiperaktif olma halini nasıl yaşadığını anlamaya geliyor. Durumu ne kadar kavradığını ve sonuçlarından nasıl etkilendiğini bize en iyi o anlatabilir. Okul ise hiperaktivitenin kendini en çok hissettirdiği yer ve zamanı temsil eder. Okuldan verilen bilgiler anne-babanın eve ilişkin çizdikleri tabloya uymayabilir. Ama değerleri tartışılmaz.

Hem öğretmenin çocuğu nasıl gördüğünü anlamaya, hem de öğretmenin hiperaktivitenin tedavisine katkısını sağlamaya ihtiyacımız var. Nöropsikolojik testler ise düşüncelerin hareketleri ve dürtüleri ne ölçüde kontrol edebildiğini anlamamıza yardım eder. Beyinde hangi sistemlerin kontrol ettiğini bildiğimiz bu testlerdeki değişim hiperaktivitenin tipini belirlemekte ve tedavi öncesi durumu saptamakta işe yarar. Eğitsel değerlendirme, çocuğun eğitim için gerekli becerileri ne kadar geliştirebilmiş olduğunu belirlerken, bunlardan düzeltilmesi gerekenlerin adeta bir listesini çıkartır. Bütün bu veriler masanın üzerine yayıldığında (aile, gözlem, okul/yuva, nöropsikoloji,vs kaynaklı bilgiler) sorunun düğüm noktalarını görüp, daha derinlemesine incelemelere gerek olup olmadığına ve sorun çözümünde kimin hangi rolü oynayacağına karar verebiliriz.

Bir çocuğa ve ailesine, “bunun adı aşırı hareketlilik ve dikkat eksikliği diye bilinen davranış ve öğrenme sorunudur,” dediğimde, anne-babanın bana sormasını dilediğim birkaç soru var: Bundan emin misiniz? İleride ne olacak? Ne yapmalıyız? Bu soruları yanıtlamaya çalışalım.

Çocuğumun hiperaktif olduğundan emin misimiz?

Bu soru kendisini son derece mantıklı kılan birkaç gözleme dayanır: “…* Çocuğum artık öyle eskisi gibi aşırı hareketli değil. Asıl zorluğu kafasını toparlayıp da bir işi baştan sona götürmekte; dikkati çok dağınık. Hiperktivite sorunu yaş büyüdükçe nitelik değiştirerek devam eder. Okul döneminin getirdiği pek çok iş yoğun dikkat gerektirdiği için, dikkati sürdürme ya da yeni bir ödeve yöneltme sorunları ön plana geçebilir. Bunun ardından başarıszlık ve yetersizlik duyguları, çocuğun hırçınlaşmasına, öfkesini kontrolda giderek zorlanmasına yol açar. Bütün bu değişiklikle,r yeterli tedavi desteğini almayan çocuklarda gözlenir. Tedavinin amacı ise bu gidişi değiştirmektir.

*Aşırı hareketliliği yazın köye gittiğimizde neredeyse hiç yok. Okul zamanı yaklaştıkça işler değişiyor. Okul ile tatilin bir olmadığını hepimiz kendi deneyimlerimizden biliyoruz. Koşup oynama ve “enerjiyi deşarj etme” fırsatlarının artması ile çocukların aşırı hareketlilik ihtiyacını bir şekilde giderdiğinde daha rahat etmeleri de beklenir.
Okulda oğlumun yaptığı söylenenleri aklım almıyordu, ta ki onu uzaktan gözleyip kendi gözlerimle görene kadar… Hafta sonları olduğunda evdeki Can ile hafta içi okuldaki Can arasında dağlar kadar fark var.

Yaz ile kış arasındaki farkın küçük bir kopyası okul ile ev arasında da yaşanır.Dikkat eksikliği yüzünden okulun getirdiği zihinsel yükleri taşımakta zorlanan bir çocuğun üzerindeki yüklerin evde azalması bir rahatlama getirecektir. Hele evde ödevler ve kurallar konusunda esnek, bazen de gevşek bir tutum varsa…”

Tedavi planlanırken neler yapılmalı?

Çocuğun kendisine sunulan eğitim olanaklarından yararlanması için biyolojik ve psikolojik engellerin niteliğinin anlaşılması ve engelin niteliğine uygun bir girişimde bulunulması dikkat eksikliği-aşırı hareketlilik sendromunun tedavisinin önemli bir basamağını oluşturur.

Çocukların dürtülerini kontrol etmeyi öğrenme sürecinde dikkat dağınıklığı ve beraberindeki aşırı hareketliliğin bozucu etkilerini savuşturmak, olmazsa olmaz bir adımdır. Okul ve ders başarısını düzeltmek ise amaçlardan birisi belki. Ancak ana hedefleri çocuğun büyüme-gelişme sürecine etkileri açısından tanımladığımızda, arkadaşlık edebilme ve çevreye, kurallara uyabilme gibi “toplumsa içerikli” olanlar öne çıkar.

Dürtüleri kontrol edebildiği oranda başarabileceği bu toplumsal uyum hedeflerine yaklaşması için, aşırı hareketli çocuğu desteklemenin yollarından biri psiko-eğitsel yöntemlerdir. Bu yöntemlerle çocuğa durup düşünerek hareket etmeyi öğretmek ve aileyi bu “öğretim” sürecine aktif olarak katmak amaçlanır.

Bir çocuğun aşırı hareketliliğinin değerlendirilmesinde bu”öğretim” sürecine katılabilirliğini saptamak ilk adımdır. Dikkat ve dürtü kontrol bozukluğu çocuğu öğrenemez bir noktaya getirmiş olabilir. Bu durumun psiko-eğitimi engellemesi ile çabalar boşa çıkabilir. Genellikle “dikkat eksikliği”nin ağırlığı, genetik etkilerin (ailede benzeri sorunu olanlar) fazlalığı, birkaç problemin bir arada olması ve davranış sorunlarının çokluğu problemin geldiği bu noktayı belirler.

Bu çocukların nöropsikolojik değerlendirmesinde dürtü kontrolü ve düşünce esnekliği ile ilgili sorunlar belirlenebilir. Çocuğun öğrenmesini engelleyen durumlarla başa çıkmasında dikkat eksikliğinde kullanılan bazı ilaçlardan yararlanmak sürecin önündeki engelleri kaldırır. İlaçların yerinde ve bilinçli kullanımına bir başka yazıda ayrıntısıyla değineceğim.

Kaybedecek pek zaman yok

Aşırı hareketli çocuğun tedavisinde zamanla yarışa girdiğimiz de oluyor. Her ne kadar “öğrenmenin yaşı yok” ise de çocuğun (tedavi görmeksizin) yaşının büyümesi öğrenme alışkanlıkları ve temel becerileirn kazanılması açısından gecikmelere yol açar. Çocuğun kazanması gereken beceriler her yaşa özgü olarak değişir. Bu becerilerin iyi öğrenilmesi, büyük ölçüde bir önceki dönemde kazanılmış olanların sağlamlığına bağlıdır.

Kapatamadığı eksikliklerini görmek ve bu eksikliklerin yol açtığı yeni kayıplarla yüzleşmek çocuğun kendine güven ve saygısını azaltacaktır. Ondan sonra güvensizlik-öfke-içe dönme-güvensizlik döngüsü işlemeye başlar. Desteksiz tedavisiz büyüyüp, ergen olan çocuk hem temel eksikleri (dikkat, kendini denetlemede zorluk gibi) hem eksikleri yüzünden kaçırdıkları (aritmetik, okuma-yazma, kendi hayatını düzenleyebilme, kurallara uyabilme gibi) hem de eksikleri yüzünden yaşadıkları (grup dışına itilme, öfkesi, hırçınlığı yüzünden başının derde girmesi gibi) ile kalakalır.

Hiperaktivite diye bilinen durumun çocuğun hayatı üzerindeki etkilerinin giderilmesinden başka bir yol olmadığını görmek için beklemek zorunda değiliz. Diğer yandan, bu sorunlarla başa çıkmak için gereken eğitim ve tedavi çabalarını organize edecek doktor, psikolog ve pedagog ve eğitim uzmanı sayısının ve örgütlenmesinin yetersizliği, sorunlarının farkına varan ailelere ve öğretmenlere yardımı zorlaştırıyor.

Önümüzdeki dönemin ana görevi, çocuk ruh sağlığı alanında geniş kitlelere yaygınlaştırılabilecek yollarla çocuklar için hayatı kolaylaştırmak, gelişimlerinin önünü tıkayan engelleri kaldırmak… Anne-baba gruplarını, bu konuda toplumsal politikalar oluşmasını belirlemek ve zorlamak gibi bir “seçmen sorumluluğu” bekliyor.

Kategoriler
Çocuk PsikolojisiÇocuk SağlığıPsikiyatristSağlık

Prof. Dr. Yankı Yazgan, içinde kendinizi de bulacağınız yazılarıyla sizlerle...
    Henüz Yorum Yok

    Cevap bırakın

    *

    *

    Benzer Konular