Bu Ülkede Aziz Nesin Eskimez

2015’te Aziz Nesin’in doğumunun 100’üncü yılı kutlanacak. Nesin’in  mizahı hâlâ öyle güncel ki, eserleri yine çok satılıyor, romanı ‘Zübük’ bu kez müzikal olarak sahneleniyor. Siyasi yergileriyle ünlü mizah ustasını...

2015’te Aziz Nesin’in doğumunun 100’üncü yılı kutlanacak.

Nesin’in  mizahı hâlâ öyle güncel ki, eserleri yine çok satılıyor, romanı ‘Zübük’ bu kez müzikal olarak sahneleniyor. Siyasi yergileriyle ünlü mizah ustasını Murat Belge şöyle anlatıyor: “Anlaşamadığımız çok konu vardı ama olağanüstü sevimli bir insandı. Anlaşamamak muhabbete engel değildi.”


Geçenlerde, öyle sağdan soldan konuşurken söylediler, ben de öğrenmiş oldum. Aziz Nesin’in kitapları bayağı çok satılıyormuş. Genel olarak bir yazar ölünce, bir süre sonra kitaplarının satışı da düşer. Hatta büsbütün durduğu bile olur. Ama bazı yazarlar bunu atlatır, yeniden ‘okunur’ hale gelir. Bazıları öldükten sonra, hayatta oldukları zamanı gerilerde bırakacak derecede popülerleşir.

Aziz Nesin’in kitaplarının böyle bir durgunluk evresine girmemiş olmasını duyduğuma sevindim. Aziz Nesin’in yazarlığını ama daha çok da kendisini sevmişimdir. Anlaşamadığımız çok konu vardı ama olağanüstü sevimli bir insandı. Anlaşamamak muhabbete engel değildi.

Ama bir yandan da düşündüm. Aziz Nesin’in çok belirgin bir yazış tarzı var; kitaplarının aynı hızla satılıyor olması, aynı zamanda bu tarzın popülerliğinin devam etmekte olduğunu gösteriyor. Bu da toplumsal bir gösterge.

‘TARZ’ DEDIĞIM NE?
Aziz Nesin bir mizah yazarıydı. Ama ‘mizah’ da çok genel, çok toparlak bir kavram. Türlü türlü mizah var. Oscar Wilde da oyunlarında mizah yapar, Dickens da, Guareschi de ama hiçbiri birbirine (ya da Aziz Nesin’e) benzemez.
Aziz Nesin’de mizah çok zaman toplumsal yergi biçimini alırdı. İngilizce’de “Comedy of manners” denen bir tür vardır; “Toplumda geçer akçe olan çeşitli davranış biçimlerinin yergisi” demek. Aziz Nesin de böyle davranışları ve tabii onların ardında duran, ardında durarak onları belirleyen zihniyeti alaya alırdı. Bunun, bizim toplumun bürokratik zihniyeti ve geleneği olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bir zamanlar yasa dışı iş yapan bir adamın özellikle adı çıktıydı: Fil Hamdi. Hangi haydutluk alanında ihtisas yaptığını unutmuşum. Aziz Nesin hikâyesinde, İçişleri Bakanlığı, bütün valilere genelge yollayarak sorumluluk alanlarında Fil Hamdi’yi bulacak olurlarsa, merkeze göndermeleri talimatını verir. Bir süre sonra valilerden merkeze mesajlar gelir: “Geçtiğimiz hafta içinde ilimiz sınırları dahilinde 16 Fil Hamdi derdest edilerek mevcutlu olmak üzere Ankara’ya sevkedilmiştir” vb.

YÜKSEK DOZDA POLİTİZE
Bu ‘tarz’ı tanımlamaya çalışırken, Aziz Nesin’in alanını daraltmış olmayayım. Bir mizah ustası hayatta her şeye mizahi biçimde bakmayı, daha doğrusu her olayda, kendinde içkin mizah potansiyelini çıkarsamayı bilir. Örneğin her gördüğü şeyi, olur olmaz annesine babasına “Bu ne? Bu ne?” diye soran çocuklar olduğunu hepimiz biliriz. Biliriz, çünkü birkaçına rastlamışızdır. Ama durum, Aziz Nesin’de bir hikâye biçimine bürünmüş olarak karşımıza çıkar. Bu önemli bir Aziz Nesin özelliğidir: Akla gelebilecek her şeyin, günlük hayatta karşılaşabileceğimiz her şeyin hikâyesini yazmıştır.

Gene de bunların arasında siyasi yergi en ağırlıklı yeri tutar. Aziz Nesin’in kendisi yüksek dozda politize bir kişidir. Hayatı boyunca ciddiye aldığı siyasi bağıtlılıkları vardır.

Tipik bir sahne geliyor aklıma ama neden olduğunu unutmuşum. “Ben” diye konuşan bir anlatıcı -muhtemelen Aziz Nesin’in kendisi- bir hapishaneden bir başkasına naklediliyor. Tüfekli iki jandarmanın refakatında, Bursa’ya mı, bir kente geliyorlar. O gün milli bayramlarımızdan biriymiş; belki Cumhuriyet Bayramı. Bunlar farkına varmadan geçit töreni olan ana caddeye dalıyorlar. Derken bando marş çalmaya başlıyor. Jandarmalar adımlarını marşa uyduruyor; ama nakledilen adam da son analizde bir Türk çocuğu. O da göğsünü ileri çıkarıyor, iki jandarma arasında, kelepçeli kollarıyla uygun adım rap rap ilgili zevatın da önünden geçerek aşıyorlar caddeyi. Sahneyi gözümün önüne getirince gözlerim yaşarıyor gülmekten.

SOVYETLER’İN NESİN’E İLGİSİ
Türkiye yazarları arasında yabancı dillere en çok çevrilmiş yazar değilse, ilk üç içinden biri olduğunu tahmin ediyorum. Böyle olmasında Sovyetler Birliği’nin payı vardı. Kendileri çok çevirdiler, nüfuz alanları içinde olan dillere çevrilmesine de önayak oldular. Bu da bir rastlantı değildi. Siyasi rejimler benzeşiyordu. Rusya’da da çok eskiden beri (Lunaçarski’nin de anlattığı gibi) çökertilmesi mümkün görünmeyen baskıcı rejime mizahla karşı koyma geleneği kurulmuştu. Bazı fıkralar bile aynı olabiliyordu. Burada Akdeniz Olimpiyatları oldu. Cevdet Sunay’ın açış konuşmasına “Oooo” diyerek başladığı söylenmişti; derken asıl Olimpiyat Sovyetler Birliği’nde yapıldı; aynı hikâye Brejnev için anlatıldı. Aziz Nesin’in her türlü özgürlükten, yenilikten kaçan, kural dışına düşmekten ödü kopan, bürokratik hiyerarşi yergisi herhalde Sovyet yurttaşlarına birçok bakımdan hitap ediyordu. O yılların MİT’i ile KGB arasında benzerlikler bulmak için çok zorlanmak gerekmezdi.

Bu süre içinde Sovyetler Birliği ortadan kalkmadı; içinden, aslında hiç ortadan kalkmamış Rusya çıktı. Ben bu değişimi, (yani Rusya bağlamında olanı) hiçbir zaman bir halkın komünizmin zincirlerinden kurtulup özgürleşmesi olarak görmedim. Berbat bir rejimden çıktıkları doğruydu ama oradan çıkınca demokrasiye ya da herhangi bir hayırlı noktaya girdikleri yoktu. Ancak sorunların hayli değiştiği herhalde doğrudur.

HAYATINDAN KARELER
1. Nesin durum komedisini severdi, bu kare de tam öyle. 2. Yaşar Kemal ile. 3. Eşi Meral, oğulları Ali ve Ahmet Nesin ile. 4. Babası Abdülaziz Efendi ile fotoğrafının arkasına, el yazısıyla not düşmüş: “83 yaşında ölen babamın, şimdiki benim yaşımdayken (75 yaş) çekilmiş resmi.” 5. Fotoğraf bilgisi elimizde yok ama keyifli bir an olduğu kesin. 6. Nesin Vakfı’nda, çok sevdiği çocuklarla bir arada.

‘ABSÜRT’LE FLÖRT
Türkiye’de de değişen birçok şey var ama Aziz Nesin’in kitaplarının satışa devam etmesi değişmeyen birçok şeyin de bulunduğunun çeşitli göstergelerinden biri.

Aziz Nesin, genellikle bir ‘durum komedyası’ tekniğiyle çalışır, yani öncelikle komik olan durumun kendisidir. Ama durumun kendisinin komik olabilmesi için Aziz Nesin, kabul edilebilir dozda bir ‘abartma’ katkısı gerekiyorsa, bunu sağlar. Çoğu zaman siyasete bağlanacak bir ‘uyumsuz durum’ vardır; ama kişiler de o uyumsuzluğu uyuma çevirecek değil, büsbütün içinden çıkılmaz hale getirecek tiplerdir. Takıntılı, tek yanlı düşünen ve davranan kişilerdir. Bu ‘abartı’ dozu zaman zaman ‘absürt’ dereceye de varabilir. Aslında Aziz Nesin gibi sosyalist bir dünya görüşünü kesinlikle benimsemiş bir yazarda Ionescu tipinde bir ‘absürt’e doğru bu eğilim şaşırtıcıdır. Ama sonunda sosyalist tarafı ağır basar. “Aziz Nesin sosyalizmle evlidir” diyelim; ‘absürt’ ile ara sıra flört eder.

Türkiye’nin de çeşitli değişimlerden geçtiğini söylüyordum. O konuya bir daha göz atalım: Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesi, dünyada 1989 Berlin Duvarı olayı çok şey değiştirdi. İyi yönde değiştirdiği de şüpheli. Ancak toplumlarda bozuklukların artması, yüzeyselliğin yaygınlaşması gibi olaylar, bu gibi eğilimlere karşıt eğilimlerin güçlenmesine de katkıda bulunabilir. Bulunuyor da. 40-50 yaşlarındaki yazarlardan genellikle ‘genç’ nitelemesiyle söz ederiz. Belki biyolojik olarak genç olmaktan çıkmış ya da çıkmaya başlamışlardır ama sanatçı, edebiyatçı yaşının temposu bir başka türlü çalıştığı için onlara “Genç” diyebiliriz. Türkiye’de şu sıralarda bu yaşlarda olan yazarlarda yaygın bir mizah eğilimi olduğunu söylemek mümkün. Aziz Nesin’e “Mizah yazarı” derdik, çünkü Aziz Nesin bir romancı veya hikâyeci değildi. Şüphesiz yazdığı her şeyi iyi yazabilen biriydi ama asıl işi mizahtı. “Şimdiki yazarlar” derken, öncelikle hikâyeci, romancı olanları kastediyorum. Onların birçoğunun hayata bakış tarzının önemli bir öğesi olarak mizah çıkıyor karşımıza.

YENİ EDEBİYAT VE EDEBİYATÇILAR
Bu tarz, ‘durum komedyası’na pek benzemiyor. Komedya ‘durum’dan çok durumlara ‘bakış’ta. Örneğin Emrah Serbes. Bu yazar, 16-17 yaşlarında ‘genç adayı’ oğlan çocuklarının dünyasını iyi biliyor ve iyi yansıtıyor. O yaşta, özellikle de paralı sınıflardan gelmeyen bu çocukların özlemlerini, değerlerini ama bir yandan da dillerini, kelimelerini iyi tanıyor. Yeni argoyu iyi biliyor. Bunları bir araya getirerek sürükleyici ve eğlenceli ama aynı zamanda sağlam içerikli hikâye ya da romanlar yazıyor. Mizah baştan sona belirleyici.

Hakan Bıçakcı’dan bir roman okudum şimdilik: ‘Doğa Tarihi’ (2014). Reagan – Thatcher sonrası kapitalist tüketim toplumunu ve onun yarattığı sanal dünyaları konu alan bu roman adından başlayarak derin bir ironiyle dolu. İlerledikçe anlatıyla birlikte okur da nevrotik bir tempoya giriyor ama mizah acılaşsa da mizah. Öteki romanlarında da benzer bir yaklaşımı olup olmadığını göreceğim.

Şule Gürbüz’de bir başka mizah bulurum: Tragedyanın bilincinde olan bir mizah. Dışarıdan kendini çok belli eden, ‘sesli’ bir gülüş değildir oradaki. Olmuşları ve olabilecekleri görmüş ve düşünmüş, bütün bunların bir yere varmayacağını da anlamış, bu durum karşısında gülmekten başka bir şey olmayacağının bilincine varmış bir gülüştür.

Yeni edebiyatı ve edebiyatçıları yakından izlediğim söylenemez. Okuduklarımdan edindiğim izlenim, edebiyatı edebiyat olarak ciddiye aldıkları, bu anlamda önceki kuşaklara göre edebiyata daha yakın oldukları. Hayatı kavrayışlarında mizahın genellikle önemli bir yeri var. Örneğin, Barış Uygun polisiye türünde yazmayı seçmiş. Bir de karakter yaratmış: Emekli polis Süreyya Sami. Burada da mizahın payı hiç az değil. Süreyya Sami, Diogenes tipinde, epey sinik bir mizahçı.

SİNEMADA, TİYATRODA NESİN


Genco Erkal, Aziz Nesin’in eserlerini tiyatro sahnesine sık sık taşıyan bir isim.


Kemal Sunal’lı ‘Zübük’ bir efsane.


‘Zübük’ün müzikal versiyonunda bu kez başrol Tuna Orhan’ın. Oyun, 27 Kasım’da Tiyatrokare’de “Perde” dedi.

KENDİNE GÜLEBİLME YETENEĞİ
Başka örnekler de sayılabilir ama uzatmayayım. Bu süreci, yalnız ‘değişim’ değil, aynı zamanda bir ‘gelişme’ olarak görüyorum. Onun için de biraz daha vurgulamak gereğini duydum. Osmanlı-Türk toplumu, ‘mizah anlayışı’ gibi bir alanda “Mevzii” denebilecek başarılar kazanmıştır. Bazı kollarda gelişmiş, bazı kollarda ise hemen hemen hiç gelişme göstermemiştir. Bunların başında, mizahın üst aşamalarına çıkabilmek için olmazsa olmaz, ‘kendisine gülmek’ yeteneği gelirdi. Toplumsal normlar, hayatın bazı alanlarında mizaha karşı da tel örgülerle tertibat almıştı. Gerçi toplum da kendi stratejilerini üreterek, dini bağnazlıkları hicvetmek için Bektaşi tipini, padişahı eleştirmek için Bekri Mustafa gibi tipleri icat ederek karşı koydu. Ama bütün bunlar, ‘gülünç adam’ın gülme alışkanlığını ortadan kaldırmaya yetmedi. “Kendine gülmek? Ben kendim o gülünç adam değilim ki… Gerek yok!”

Aziz Nesin, bunu kıran yazarlardan biridir. Anlattığı komik hikâyelerin hemen hemen hepsinde bir ‘anlatıcı ben’ bulunur. Zaman zaman takıntılı olan karakter yerine geçebilir. Her hikâyede aynı kişi değildir. Ama ortak özellikleri vardır: Sıradan Türkiyeli yurttaştır. Karakter ayrıntılarına, kişisel özelliklere bilinçli olarak yer verilmemiştir ki, bu ‘ortalama’ ve ‘kapsayıcı’ karakterini kaybetmesin. Bu adsız kahramanda, Aziz Nesin Türkiye’nin ‘normal yurttaşı’nı cisimleştirir. ‘Normal’ saydığımız şeyin içindeki sonsuz ‘absürt’ potansiyelini ortaya çıkarır. Onun için Aziz Nesin hikâyesine gülerken, ister istemez bazen de kendimize gülmüş oluruz. Aziz Nesin, kendisi türlü kılıklara girip kendine gülmeyi meşrulaştırdıkça, biz okurlarının da kendimize gülmeye alışmamızı sağlar.

ABARTAN MİZAHÇI MI, GERÇEKLİK Mİ?
Diyorum, şu dönemde Türkiye’de sorunlar belirli ölçülerde değişti. Ama ‘belirli’ ölçülerde. Siyasetten baktığımızda, ‘erke dönercesi’ yapıp, enerji üretmek üzere örgütlenen generallerden, Amerika’yı Müslüman atalarımızın keşfettiğini iddia eden ‘halk önderi’ çağına geçtik.

Demek ki, Aziz Nesin tarzı ‘durum komedyası’nın ‘eksantrik kişilik’ veya kendi deyimleriyle ‘çılgın projeler’in çağı bu ülkede kolay kolay dolmuyor.

Bazı mizahçılar, hep olayları abarttıkları söylenerek eleştirilir. Onların açıklaması ya da savunması ise, abartanın kendileri olmadığı, çevrelerinde bizzat gerçekliğin abartılı olduğudur. Buna inandırıcı kanıtlar bulmakta güçlük çekmezler. Türkiye de yukarıda örnek verdiğim ‘erke’leriyle, Küba sırtlarında camileriyle, hayatın sanatı taklit ettiği ülkelerden biri. Böyle bir yerde, Aziz Nesin, zamanaşımına uğrama riski taşımayan bir yazar.

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Kültür&Sanat
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular

  • Michel Welbeck ve Umutsuzluğun Günahı – Julian Barnes

    1998 yılında Paris’te düzenlenen Prix Novembre’nin jüri üyelerinden biriydim; adından da anlaşılacağı üzere edebiyat sezonunun sonunda verilen bir ödüldü. Goncourt jürisi Welbeck’in romanını yanlış anladıktan ve diğer jüriler hatalarını...
  • Patricia Esteban Erles; Oyun

    Patricia Esteban Erles, çağdaş bir İspanyol yazar ve gazetecidir. Kısa öykü yazarı olarak tanınır. Eserleri, Zaragoza Üniversitesi’nin “Kısa Öykü Ödülü”, “XXII Santa Isabel de Aragon Araştırma Ödülü” ve “Dos...
  • Kutzeye’nin Edebiyat Dünyası L. Doktorova

    John Maxwell Kutzeye (d. 1940), 2003 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibidir. Nobel Ödülü’nü dördüncü kez bir Afrikalı, ikinci kez de bir Güney Afrika temsilcisi kazandı. 1991 yılında bu prestijli edebiyat...
  • Fütürist Ne Demek?

    Fütürist, geleceği tahmin etmeye ve analiz etmeye odaklanan bir uzmandır. Fütürizm, geleceğin nasıl şekilleneceğini anlamaya çalışan bir disiplindir ve fütüristler, trendleri inceleyerek, teknolojik gelişmeleri analiz ederek ve toplumsal değişimleri...