BİR TEPKİ VER

Teksir makinesi derlerdi. Yazdıkları bildiriyi çoğaltırlardı bu makineyle. Onlar bildiri çoğaltırken arkadaşları afişlemeye ve duvar yazılarına çıkarlardı. Mor harfli saman kağıt tomarları ile bildirilerini pazar yerlerinde, duraklarda, şehrin kalabalık...

Teksir makinesi derlerdi. Yazdıkları bildiriyi çoğaltırlardı bu makineyle. Onlar bildiri çoğaltırken arkadaşları afişlemeye ve duvar yazılarına çıkarlardı.

iclal aydın

İclal Aydın

Mor harfli saman kağıt tomarları ile bildirilerini pazar yerlerinde, duraklarda, şehrin kalabalık mekanlarında insanlara ulaştırmaya çalışırlardı. Uzattıkları kağıdı kimi alır okur, kimi “cehenneme çevirdiniz memleketi, anarşistler!” diye bağırırlardı yüzlerine..

Gece evlerin üzerine indiğinde dışarıdan silah sesleri gelirdi. Anneler elleri kalplerinde “acaba kimin evladı gitti” diye ağlaşırdı. Ertesi sabah sokağa asker taşıyan “cemse”ler girer, kamyondan boşalan askerler evlerde arama yaparlardı. Bir süre sonra askerler gider, hayat  alıştığımız aksak akışına dönerdi.

Biz çocuklar sokakta oyun oynarken birden sesler yükselir, kaçan bir delikanlıyı kovalayan bir grup koşarak yanımızdan geçerdi. Yolu yanlışlıkla karşı görüşün mahallesine düşmüş olan o delikanlı bir köşede kıstırılır, kemikleri kırılana kadar dövülürdü. Kan revan içinde kalmış genç adam arkasına bakmadan uzaklaşırdı oradan.

Sonra bir haber duyulurdu “Kaya bakkala ekmek gelmiş” ya da “Gima’ya öğleden sonra ‘Sana yağ’ gelecekmiş” Koşa koşa kepenkleri indirilmiş dükkanların önünde sıraya girmeye giderdik. Margarinleri ikiye bölüp satarlardı. Her eve bir ekmek verilen günler de oldu. Benzin, kıyma, ampül almak için bütün bir gün kuyrukta beklenir, çoğu zaman eli boş dönerdi bekleyenler. “Elektrikler kesik, sular akmıyor” cümlesi ne kadar da olağandı.

Her iki üç günde bir yeni bir ölüm haberi gelirdi. Karşı komşunun Fransa’da  kültür ateşesi olarak çalışan dayısının Asala tarafından öldürüldüğünü anlatırlardı. Çocukları İstanbul’daymış. Bir tek kendisi oradaymış. 42 yaşındaymış daha. Ağlayanlar olur, beddualar ederlerdi.

Sokağa yeni taşınan polisi vurmuşlar derdi bir komşu. Daha da yeni bebeği olmuş. Karısını da yeni getirmiş köyünden. Yine ağlaşırlar, yine beddualar ederlerdi.

Bir başkasının okulda oğlunu bıçakladıklarını öğrenirdik çok geçmeden. Kavga çıkmış kantinde. Onlar karışmamış aslında olaylara. Ama büyümüş sonra. Kalabalıkta slogan atılırken biri girip yanlarına saplayıvermiş bıçağı… Daha 19 yaşındaki gencecik fidana ağlaşırlardı. Yine beddua ederlerdi bu felakete neden olanlara, körükleyenlere…

Derken bir gece üç el kurşun sesiyle herkes yerinden fırlamışken, büyükler “kimi vurdular acaba” diye korkuyla birbirlerine bakarken kapıyı çalan bir başka komşudan öğrenirdik gerçeği.  Mahallenin en eski sakinlerinden bir profesörü vurmuşlar. Tam evine girerken. Apartman kapısında yığılmış yere. Kızı duymuş silah sesini ama çoktan kaçmış vuranlar…

***

Düğüm düğüm olmuş bir yün çilesiydi hayat ben çocukken, evet…

O çilenin içinde büyümeye çalışıyorduk.

Sonra bir askeri darbe oldu.

Kütüphaneler devrildi, evler dağıldı. Babalar, anneler, ablalar, ağabeyler alınıp götürüldüler. Kimi döndü, kimi dönmedi, kimi kaçtı…

Kocaman sessiz bir ülke olduk. Çok acı çekildi…

Sonra yıllar geçti…

O yılları unutturan değişimler yaşadık. Bambaşka değerleri olan, yepyeni kuşaklar geldi. Yaşanan o günler , daha önceki zor zamanlar gibi, geride kaldı, netliğini kaybetti hafızalarda.

Şimdi yeni ayrışmaların tanıklığını yapıyoruz. O ayrışmalar içinde olan yine bize oluyor. Yine kopuyor, yine çeşit çeşit köşelere savruluyoruz. Herkes bir diğerinden tepki bekliyor. Ama beklediği tepki kendisininki gibi olsun istiyor. Tam “birlikte yaşamayı başarıyor muyuz yoksa; yoksa bitiyor mu kardeşin kardeşe öfkesi” derken yenisi başlıyor kavganın.

Birbirimizi, tepkilerimizi, tercihlerimizi sevmek zorunda değiliz.

Ama birbirimizin varlığını kabul etmek zorundayız. Yapılması gerekeni yapmayıp, her öfke patlamasında sokağa çıkmanın sonuçlarını genç arkadaşlarım bilemez, hatırlatması gerekenler de hatırlatmaz…

Bu ülke hepimizin. Bu yüzden yapılacak bir tek şey var. Sandığa gitmek. Bir şeyi değiştirmenin yolu tasvip etmediğin dili kullanmak değil, inandığında ısrarcı bir yapıcılık sergilemektir.

Sandığa git ve oyunu kullan. Bir tepki ver: benimkine benzemese de olur…

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Köşe Yazıları
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular