Bir kahve bir kitap

Kavrulmuş kahve çekirdeklerinin kokusu, raflardan yükselen kitap kokusuna karışırken, tek düşünceniz kendinizi bir koltuğa atıp sayfaların arasına gömülmek… Alman Yahudisi Franz Mühlbauer, Çok genç yaşta henüz 15’inde ikinci dünya...

Kavrulmuş kahve çekirdeklerinin kokusu, raflardan yükselen kitap kokusuna karışırken, tek düşünceniz kendinizi bir koltuğa atıp sayfaların arasına gömülmek…

Alman Yahudisi Franz Mühlbauer, Çok genç yaşta henüz 15’inde ikinci dünya savaşına katılmak zorunda kalır ve Ruslar’a esir düşer.

Serbest kaldıktan sonraki hedefi ise İran’a göç etmektir. Aslen Avusturyalı olan Gratz doğumlu Franz Mühlbauer, ekonomik sorunları ile boğuşan ülkesi Avusturya’dan ayrılıp 1955 yılında İstanbul’a gelir. İstanbul’dan etkilenip buraya yerleşmeye karar verir.

Mühlbauer, yaşlı bir kitapçı kadının yanında işe başlar. Kitabevi sahibi yaşlı kadın hastalanınca bir bakıcıya ihtiyaç duyar ve gazete ilanıyla Marlene adlı genç Alman kadını işe alır. Kısa bir süre sonra da Franz ve Marlene evlenir. Üç çocukları olur.

Franz, İstanbul’un en önemli mekanlarından İstiklal Caddesi’nin Tünel yönündeki ucunda Alman-Türk Kitapevi’ni açar. Kitabevini burada açmasının iki nedeni vardır. Göç etmiş Alman komünistler bu bölgede yaşamaktadır ve Alman, Avusturya ve İstanbul Erkek liseleri de bölgeye çok yakındır.

Halen İstanbul’un en önemli Almanca yayın kaynağı olan kitabevinde işler iyi gitse de Franz ve Marlene arasında sorunlar başlar ve ikili boşanır. Marlene, üç oğlunu alıp Almanya’ya döner. Franz Mühlbauer, İstanbul’da kalır ve 1991 yılında bir kalp krizi sonucu hayatını kaybeder.

Franz Mühlbauer’in vefatından sonra oğlu Joseph Mühlbuaer, Alman-Türk Kitabevi’nin işletmesini devralmak için İstanbul’a döner. Bir yıl sonra denizciliğe merak salan Joseph Mühlbauer, kardeşi Thomas Mühlbauer’i arar ve İstanbul’a taşınmasını ve kitabevinin işletmesini devralmasını teklif eder. O günlerde Almanya’da yol işçisi olarak çalışan ve üniversiteye hazırlanan Thomas Mühlbauer, de teklifi kabul edip İstanbul’a yerleşir.

RA_8923O günlerde Alman-Türk Kitabevi, ağırlıklı olarak liseler için ders kitapları satmaktadır. Liseliler ‘Abitur’ isimli sınava girdikten sonra Almanya’nın yanı sıra bütün dünyada lise bitirmiş olarak üniversitelerde okumaya hak kazanmaktadır. Kitabevinin en büyük görevlerinden birisi de bu öğrencilere kaynak kitap temin etmektir.

İstanbul’da Almanca eğitim veren okullarda okuyanların ders kitaplarını tedarik edebildikleri tek yer burasıdır. Türk liselerinde o günlerde Fransızca’dan sonra okutulan ikinci yabancı dil Almancadır ve Almanca ders kitaplarının Türkiye’deki satış hakları da Alman Türk Kitabevi’ne aittir. Sonraki yıllarda Türk liselerinin ilk yabancı dili İngilizce olurken, Almanca yine ikinciliğini korumuştur.

İstanbul’a tek şubenin yetmediğini gören Mühlbauer,  Anadolu yakasında ikinci şubesini açar ancak kiraların yükselişinden dolayı ilk büyüme hamlesini geri çeker.

Bir nevi kütüphane-cafe

Mühlbauaer, 2 yıl önce İstiklal Caddesi’ndeki kitabevini, değişik bir konsepte sokmaya karar verir. Kitabevini cafe-kitabevine dönüştürür. Burada kahvenizi söyledikten sonra raftan beğendiğiniz herhangi bir kitabı alıp, okuyabiliyor, çıkarken de rafa bırakabiliyorsunuz. İsterseniz, okuduğunuz kitabı satın alma şansınız  da var.

Thomas Mühlbauer anlatıyor: “Annem babamdan ayrıldıktan sonra Almanya’da kücük bir kasabada küçük bir kitabevi açmıştı. ‘Türkiye’de gördüğüm müşteri potansiyeli, akademisyenlerin sayısını Almanlarda görmedim. Türkiye bu konuda çok çok daha iyi’ demişti bana.”

Cafe açma fikrinin iki yılda oluştuğunu anlatan Mühlbauer, “İlk başta böyle bir konsepte karşıydım ve cesaret edememiştim. Ben kitabevi konseptini değiştirmek istemiyordum. Çünkü Beyoğlu’nda da bir kitap-kahve evi vardı ve bu kitap-kahve evinin konsepti artık konseptlikten çıkmıştı ve sıradan bir cafeteryaya dönüşmüştü. ‘Biz bir kitapeviyiz ve diğerleri gibi olmamalıyız’ diyorduk. Uzun bir düşünce faslının ardından kitabevi içinde bir cafeterya açmaya karar verdik. Cafe sayesinde ziyaretçilerin sayısı arttı” diyor.

Ziyaretçilerin Alman-Türk Kitabevi’nin çok farklı olduğunu iki kültürün burada bir araya geldiğini, kitabevi-cafenin artık bir ‘Buluşma Noktası’ olarak görülmeye başladığını anlatıyor Thomas Mühlbauer.

Büyülü bir atmosfer

İki kültürün buluştuğu Alman Türk Kitabevi, gerçekten de güzel bir atmosfer oluşturmuş. Mekana girdiğinizde kavrulmuş kahve ve kitap kokusunun enfes birleşimi, insanın içinde bir okuma kurdu uyandırıyor. Elinize bir fincan kahve alıp, raftan beğendiğiniz kitabı alıp bir an önce okumaya başlama arzusu uyanıyor. Ve hemen orada bir sandalyeye oturup, okumaya koyuluyorsunuz.

Benim ilk gözüme çarpan o küçük sarı kitaplardı. Küçük küçük hikayelerden oluşan bu kitaplarla ömrümün bir yarısını geçirdiğimi söylesem yalan olmaz. Bir an lisede okuduğum yıllara gittim ve gülümsedim kendi kendime.

“Önceleri Almanca bilenler, Almanya’dan gelenler ya da Almanca öğrenmek isteyenler geliyordu Alman Türk Kitabevi’ne. Ama şimdilerde herkesin uğrak yeri olmuş. Cafe sayesinde yepyeni müşteriler kazandık. Bu müşteriler ise devamlı gelen müşterilerimiz” diyen Thomas Mühlbauer, ilginç bir bilgiyi de paylaşıyor: “Hata bazı müşterilerimiz var, günde bir kez buraya uğrarlar ve yukarı kata çıkıp ders çalışırlar. Çünkü ortam buna da müsaittir.”

Almanya’da mı yoksa Türkiye’de mi daha mutlu olduğu sorusu üzerine Mühlbauer, “Her iki ülkemde de mutluyum. Hem burası memleketim hem de Almanya. Burası 7/24 yaşayan, uyumayan bir şehir. Bu şehrin içinde kaç tane daha şehir var” diyerek İstanbul hayranlığını dile getiriyor.

Esra DEĞERLİ

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Yaşam

Benzer Konular