Bir Asker Mektubu

“Saatiniz var mı ?” Diye yaklaştı yanıma . “evet” dedim “ biraz ”. Anlamaz anlamaz baktı yüzüme. Anlamaz anlamaz. Yürüyen bir lunapark halinde bir kız geçiyordu oradan, kızın üstünde...

“Saatiniz var mı ?” Diye yaklaştı yanıma .

“evet” dedim “ biraz ”. Anlamaz anlamaz baktı yüzüme. Anlamaz anlamaz.

Yürüyen bir lunapark halinde bir kız geçiyordu oradan, kızın üstünde mavi pijamamsı bir pantalon, pantalonun üstünde önden, çok paraları çalınmasın için kıç cepteki cüzdana bağlanmış bir zincir, kafada siyah, üstünde çok tepinildiği belli hani şu genelde a ların üzerine kibarlik amaciyla takilan bir şapka, yanaklar kırmızı boyalarla “sağdan patlat soldan kan fışkırsın o kadar sağlıklı abicim” biçimine sokulmuş, saçlar yok denecek kadar az, hadi koyverelim gitsin “yok”, kulağının arkasına üzerinde eflatunun çeşitli türevlerini barındıran kazağın içinden geçirilmiş bir sony yürüyen adam kulaklığı, ayakkabılar halinden spora meraklı olmadığı çok belli de olsa adidas olarak seçilmiş, telefonun kabı beli düşük pantalonun arasından batıya uyum sağlanmış bir kız. Ve yanında bir erkek.

Bu yanındaki erkek sade, kız kadar kıymalı patatesli ya da peynirli değil, genelde üç öğün ucuz ve hemen ishal yapan pidecilerde geçiriliyor ya, erkek sade… kulağında küpesi, saçında jölesi,kaşları hafif alınmış –kim bilir kim ne söylediyse– halis hemi de munis yağız bir türk erkeği.

İşte tam da bana saatin sorulduğu anda bana saati soran çarpıyor bu yağız biçim delikanlının ince narin koluna, bana saati soran benim zaten gözlüklü kılçık lavuğun teki olacağımı düşünüp, allahımdan bir an önce bulmamı içinden dileyerek, yağızımızın annesinden çıktığı yere bazı bedensel temaslarda bulunuyor, ve nasıl yakaladı ise, nasıl bir refleks ise bu, anında omuzunu atıyor çocuğa, yağız pek bir yerlerine takmıyor bunu ve sevgilisi olduğu kalçasındaki avucundan belli kızla giriyorlar içeri.

Bana saati soran, briyantinle yıkanmış bu kesin, bana saati sorarken önce beni korkutmak istedi sanırım, mutlu olmalıydı değil mi azıcık, ben de korkaydım ama gel gör ki dilim, patt diye yapıştırıverince lafı çocuğa o da bu duygusunu enteli bırakıp rakçı ibneye yöneltti.

Bana saati soranın uzun bacakları var, hörgüçsüz, esmer, kafasi gayet amerikalı traş edilmiş, sanki öküzün boynuzunda duran dünya, elinde kısa ve mutlaka light olmayan sigarasi, uzun burunlu yarım çizme ayakkabısı ve partal kotuyla damarlarında akan sarı lacivert kanı kimbilir kime boşaltacak bir çocuk. Anlattığım biçim size biraz zengin ya da orta sınıf bir ailenin çocuğunu ansıttıysa yanıldınız, çünkü bu adam direk tarlabaşından süzülmüş beyoğlu’na.

*

Kim bunlar? Bu biraz cinnetin eşiğine her gün bir parça sürüklenenler, aydin olduğunu düşünüp karanlık ne kadar bar köşesi varsa oralarda buluşanlar, bulaşanlar, öpüşenler, o metalik gürültüde konuşmaya hatta ileri gidip anlamaya, anlaşmaya, asılmaya çalışanlar,

Haftalıklarının tamamını fener maçı için harcayanlar, kızkardeşlerini sokağa çıkıyor diye dövenler, reha muhtarın “ne haber” programlarını izleyenler, otobüslerde kumaş pantalonlarına ayağınız değdiğinde dönüp pis pis bakanlar, hep pis pis bakanlar, sevdikleri kızları oyun sevdikleri erkeklerini oyuncak gibi görenler, evde bulaşık yıkarken dükkanlarını açanlara hayırlı işler dileyen radyoları dinleyenler,

Neden bir sürü insan, otobüse binerken hep “bisss” “bisss” gibisinden sesler çıkarıp, inerken hiç bir şey demiyor hatta inerken demedikleri gibi bir büfeye girerken, karşıdan karşıya geçerken de bislemiyor.

Kim bunlar? Kimi nasıl kazıklarız diye düşünmeye başlayan çocuklar var artık. Bu, bana saati soran abi gibi harbici delikanlılar, tinerci çocuklardan para yiyorlar biliyor musunuz? Biz nereye gidiyoruz. Avrupa birliğine mi? Yoksa toplumsal bir bunalışın eşiğinde miyiz, kollektif olmak konusunda tek ortak noktamız cinnet mi? Şimdi böyle anafikre sahip bir konuda illaki bir kere geçen “sosyo ekonomik”, “üretim ilişkileri” ya da “kapitalizmin dişlileri” gibi laflar etmeyeceğim. Bu tarz salak lafları sözlükleri ikiyüz kelimelik insanlara bırakıyorum. Artık kimsenin hiç kimsenin hiç bir şeye ne güveni ne de inancı kaldı.

Biraların en pahalı fiyata sahip olduğu yerler solcu kafeler biliyor musunuz? Aç kalan cem karaca pek akıllı işi olmadığı aşikar bir gazetenin reklamında oynayınca tepki gösterenlerin kaset dolaplarında kadıköyden kaçak alınmış acid blues, metallica cd leri dururken neden bir tanecik cem amca kasedi yok, demirel niçin hala anlamını bir çok insanın bilmediği “konjuktor” kelimesini kullanıyor bir çok dudağından bir kaçını bükerek, ve niçin hala bir çok üniversite hocası bilgisayarda internette araştırma yapmak yerine porno site bakıp, kağıt falı açıyor.

Ben mi çıldırmak üzereyim, yoksa durumumuz sandığımdan daha mı iyi. Niçin televole diye bir program var, niçin “istemeyen seyretmez kardeşim” deniliyor, neden bu ülkede demokrasi var, olmasın ne olur. Çok büyük geliyor bize demokrasi. Niçin hala bankalarda insanlar girişteki makinadan numara alıp ortadaki ekranda ellerindeki numaranın gözükmesini beklerken sıralarını biri çalacakmış gibi bankoların önünde salak kuyruklar oluşturuyorlar. Küstah mıyım? Hakkımızı aramamız gereken yerlerde aramıyoruz. Hakkımızı aramaya hakkımız yok mu yoksa artık.

Sevgileri hangi çekmecede unuttu bir çok insan. Niçin türkiyedeki en iyi shakespare oyuncularından biri olan mehmet ali erbil akşamları hayvanat bahçesi gibi bir programda sunuculuk yapıyor, niçin gaylar yumuşak oluyorda, karadenizli ve mafya sempatizanı yarım rakı göbekli populist insan yavruları sert oluyor.

Orospuluk sadece parayla beden satmakla, faşizm sadece ırklar arasında mı oluyor. Kendi yönlerinde gitmeyen herkes neden gerici ve sadece kendileri ilerici.

İnsan yaşadığı yere benzer diyen şairler öldüler mi artık.

Gariplik bende mi tanrım. Niçin bizim başkanımız şiiri ve politikayı aynı anda bırakmıyor da yere düşüp kırılmıyor bunlar. Özellikle şiir yazıyorum dediğimde niye hala kafiyeli mi yazıyorsunuz ya da duygusal biri misiniz diye soran kimseler var. Ve niye bütün uzaylı yaratıkların senaryolaştırdığı türk dizilerinde içimizden birilerinin hayatını izlemek zorundayız. Niye herkes bizi bize anlatmaya çalışıyor. Kimsenin başka hayatlara merakı kalmadı mı?

Ben niye bu yazıya başladığımdan beri sakız çiğniyorum, niye karnım ağrıyor, minibüste “şunu uzatır mısınız arkadan verdiler” diyen adamın ne demek istediğini anlamıyorum ve neden grease müzikalinden bir şarkıyı aradığım tüm mp3 listelerinden ancak bir dakikalik çekebiliyorum şarkıyı, madem ki ilyasal niçin sanki legalmiş gibi şarkının yarısı konuluyor bu sitelere , bu sitelerin kapıcısı kim, ve neden dünyada bir kaç zaman sonra saatler internet üzerinde @ hesabı denilen bir vuruş sistemi ile ölçülecek ve neden bu kadar işçi varken onların yaptığı işi robotlar yapıyor, bizimle barış yapan her ülke niçin efonaltı alıyor, ve niçin bu kadar hızlandı herşey, niçin en yakın arkadaşımıza hala mail yazıyoruz da buğulu pastane camları arkasında profiterol yerken konuşmuyoruz bunları, vakit mi azaldı, zaman mı dar, acımalı mı halimize, uzun çiçekli eteklerin baharı bitti mi?

*

O çocuk, saati soran iki kızın peşine takıldı gitti. Yine aklıma on gün sonra askere gideceğim geldi. Rakçı çocukla kız çıktılar içerden, ben kimi bekliyordum ki bu adı yarı türkçe yarı ingilizce olan mekanın önünde. Ben kimi bekliyordum da kimse gelmedi. Yine aklımda haki yeşiller, denizle çevrili ufacık adalar, sevgilime özlem, hasret, yine aklımda nöbetçi yıldızlar.

Ben askere gidecektim ey ahali,

Kimi bekliyordum da kim gelmedi burada ne işim var.

 

Onur CAYMAZ

 

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Yaşam
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

Benzer Konular