“Her şey çok kötü gidiyor, halimiz felaket, bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…” Türkçe’nin felaketler ve beklenen felaketler hakkındaki zenginliği bu dili konuşanların felaketlerle binlerce yıldır haşır neşir olmuşluğunun bir işareti mi? Belki de bu yazıyı yarın kar iyice yolları kapar da yazımı yetiştiremem telaşçılığı ile yazıyorum, ondan aklıma gelen kelime ve deyimler felaketlerle ilintili. Bu yazı okunur olduğunda hepimiz karlar kraliçesi veya kralı mı olduk, yoksa felaket sıyırıp mı geçti anlamış olacağız. Yani, zaman gösterecek. Tabii, bekleyebilirseniz. Bu akşam ölürümün herkesin hem hoşuna gidip, hem de çoğu köşe yazarı ve kimi uzmanı sinir etmesinin ardında “ya bekleyemezsek, ya içimizdeki teslimiyet duygusuna teslim olursak” korkusunu “kaşıması” vardı bence. Ben ölürsem akşamüstü ölürümdeki (Ataol Behramoğlu) ölüm saatini bile kendisi belirleyen adamın gücüne imrenmemek mümkün mü? Kimsenin bir şey yapamayacağı, tutamayacağı, kontrolun elden gitmiş bir halde ölüme ya da başka bir duruma sürüklenmek herhalde iyi hissettirici bir vaziyet değil. Böyle bir şeyi şarkıda bile duymak, içimiz bir sebeple karardıysa, bizi iyi hissettirmeyecektir. Diğer yandan, her şeyi de iyi hissetmek için yapmıyoruz hayatta. Hangi şarkıyı dinleyeceğimizi belirleyecek kadar bir kontrola da her şartta sahip olabiliriz.
Her şey çok kötü olacak. “Her şey çok kötü” dediğinizde, her şeyin ve gerçekten çok kötü olup olmadığını hiç düşündünüz mü? İyimserleri “yani hiç mi iyi bir şey yok” (mesela, “bu memlekette”) diyerek isyan ettiren bu genellemenin, her şey çok güzel olacak iyimserliğinin zıddı olduğu apaçık. Ama nedense, her şey çok kötü olacakçılar çoğunluk. Her şey çok kötü olacakçılık geleceğe inanç duymamanın gündelikçesi. Bir sonraki basamağı da boşver abi memleketi sen mi kurtaracaksıncılık. “Boşvercilik” diye tanımlanan akımın kötümserliğin tevekkül ve “rahatlık” takiyyesi yapan şekli olduğunu siz de düşünmüşsünüzdür nasıl olsa. Bir de ben söyleyeyeyim.