Yemek paylaştıkça güzel…

Serra Yılmaz, çok küçük yaşlarda, dedesiyle evlenmeden önce sarayda cariye olan anneannesiyle birlikte mutfağa giriyor. İşin tadını ilk olarak orada alıyor. Yıllar içinde de yemeklerinin lezzeti, büyük ve geniş...

Serra Yılmaz, çok küçük yaşlarda, dedesiyle evlenmeden önce sarayda cariye olan anneannesiyle birlikte mutfağa giriyor. İşin tadını ilk olarak orada alıyor. Yıllar içinde de yemeklerinin lezzeti, büyük ve geniş masaları, aşçılığıyla da en az oyunculuğu kadar konuşulur oluyor. Onun için bu bir keyif, haz, hayatın güzel bir tadı, rengi. O yüzden zaten “Yemek paylaşmaktır” diyor.

Boynuz kulağı geçti…

‘Annem gecikmeli olarak yemek yapmayı öğrenmiş. Ama elinin lezzeti vardı. Çok çeşit bilmemesine rağmen yaptığı yemekler güzel olurdu.

O da bir maharettir bana göre. Kızım ise eşiyle birlikte mutfakta harikalar yaratıyor. Kızım, fuagrayı kendisi yapıyor. Kazın ciğerini çiğden alıyor, kendi pişirip fuagra haline getiriyor. O fuagrayla olmadık tarifler yapıyor. Kaz ciğerli tiramisu bunlardan yalnızca biri. Boynuz kulağı geçti anlayacağınız…

Serra Yılmaz’ın oyunculuktaki başarısı malumumuz. Oynadığı filmlerden aldığı övgüler, ödüller, bu filmlerle birlikte hayatımızda bıraktığı izler de onu özel kılıyor zaten. Ancak öyle başka bir yönü de var ki on parmağında on marifet dedirten cinsten. Serra Yılmaz’ın yaptığı yemekler, hazırladığı sofralar dillere destan. Kendini bir gurme olarak tanımlamaktan kaçınıyor ancak bir lezzet avcısı olduğu kesin. Bu anlamda meraklarının ve en çok da hazzın peşinden gidiyor. Yemek yapmayı, masalar kurmayı, o paylaşımı çoğaltmayı seviyor. Serra Yılmaz’la, yemek serüvenini konuştuk.

Herkesin bildiği, gördüğü bir Serra Yılmaz var. Yemek anlayışı, bakış açısı ve kültürüyle… Peki siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Mutlaka bir tanımın içinde yer almam gerektiğini düşünmüyorum. Ama lezzet duygumun gelişmiş olduğunu söyleyebilirim. Belki en doğru tanım bu olur. Hatta gurme diyemem kendim için, ama gurmeliğin bir parçasına sahibim.

Kasedi biraz geri sararsak, nasıl bir çocukluktu sizinki? Nasıl masalardı evinizdeki?

Düzgün yemek yenilen masalarda büyüdüm.

Bizim evimizde asla elde tabak, çocuğun peşinde dolaşılmazdı. Ne yemek varsa onun yenilmesi bir kuraldı.

Disiplinli bir ailede büyüdüm ben. Bunun değerli olduğunu düşünüyorum.

Şimdiki anne babalar, anne babalıktan istifa etmiş durumdalar.

Çocuklarının her dediğinin olduğu bir eğitim yolu seçiyorlar ve aslında bu da çocukları mutsuz kılıyor. Kimse farkında değil.

Herkesin aynı masada olması, sohbet ve paylaşımlar açısından da önemli.

Bu, benim ailemde tam gerçekleşmedi. Babam uzun zaman gazetecilik yaptığı için akşam yemeklerinde bulunmazdı. ilk nüsha çıktıktan sonra dönerdi, öğlene kadar uyurdu. Biz öğle yemeklerinde aynı masada buluşabilirdik. Dolayısıyla, çoğunlukla anneannem ve annemleydim hep. Onlar da sofra dışında yememeyi öğrettiler. Şimdi bile diyetisyenler ara öğün verdiğinde bocalıyorum. Çünkü öyle bir alışkanlığım yok. Ben yediğimi sofrada yerim.

Yemek yemeyi nasıl tanımlarsınız?

Yemek paylaşmaktır bana göre. Sadece yediğinizi değil, bir zamanı, anı, sohbeti paylaşıyorsunuz. O tatlandırıyor zaten yemeği. Gurme denilince insanların
aklına hemen alengirli tarifler geliyor.

Benim için gurmenin anlamı o değil.

Bazen o basit tatlarla müthiş lezzetler yakalayabilirsiniz.

Sizin de eklemleyip yarattığınız tatlar var mı?

Ben de yapıyorum tabii. Zaten mutfakta yaratıcı olmak lazım. işin ilginç tarafı da bu.

^ Yaptığınız bir yemek beğenilmediğinde, sert eleştirildiğiniz de oldu mu?

Olmaz mı? Programıma bir gün Ferzan Özpetek katıldı. Enginar çorbası yapmıştım ve onu hiç beğenmedi. “Bu ne?” dedi, “kadınlar bunu yapsa kocaları onları terk eder”

Beğenmemekte haklı yanı da vardı, suluydu, biraz daha kıvamlı olmalıydı. Ama beğenmeyenler olur elbette, neden olmasın. Herkesin görüşü farklı olabilir. Buna alışmamız lazım.

^ Kendi yarattıklarınız arasında favoriniz var mı?

Özellikle favorim diyebileceğim bir yemek yok. Çünkü itirafta bulunayım, ben o yarattığım yemekleri bir dönem sonra unutuyorum. Ama iki ay içinde 10 defa yaptığım da oluyor. Biraz da dönemsel bu tercihler.

 Tariflerinizi yazdığınız defterleriniz var mı?

Bütün tarifler hafızamda. Annemin yazdığı yemek tarifi defterleri vardır, hatta onları saklarım. Çok sevgili bir arkadaşım, annemin yemeklerinden bir kitap yapmak istiyor. Bense yazan ya da okuyan değil, daha çok görerek öğrenen biriyim. Biri gelsin anlatsın isterim.

Yaptığınız yemek programlarında biraz paylaşma fırsatı bulmuşsunuzdur.

En son Temel İçgüdü diye bir yemek programı yaptım. Ama onun ana teması yemek değil sohbetti. Keyfe kederdi yemek, sohbete eşlik ediyordu. Çok da klasik bir yemek programı değildi açıkçası.

Ancak yemek programları, yarışmaları biraz bu alanı da hareketlendirdi. Sofra adabı, kültürü, yeni lezzet arayışları yarattı. Peki sizin bir lezzetin peşine düştüğünüz oldu mu hiç?

Aslında yalnız olduğumda son derece basit ve sağlıklı şeyler yiyen biriyim. Dolabıma baksanız, bir kaç parça zeytinyağlı lahana sarma, kavurma ege otları bulursunuz. Yapmayı ve paylaşmayı severim. Yemek yapmak benim için zorunluluk olmadığı için hayatımın hiçbir döneminde, hep keyfin bir parçası olarak yer etti. Ama arkadaşlarımla birlikte olduğumuzda bunu yaparız. Canımız sepya mürekkepli makarna mı çekti, en iyi yapan yer neresiyse oraya gideriz.

Vazgeçilmezleriniz var mı masanızda?

Tek vazgeçilmezlerim çeşitli tuzlar ve biberler. Onun dışında her şey değişebilir; tıpkı hayatta olduğu gibi…

Özellikle sevdiğiniz bir mutfak var mı dünya yemeklerini düşündüğünüzde?

italyan mutfağını yöresel olarak zengin buluyorum. Keza üç beş çeşit makarna ve pizzadan ibaret değil sanıldığı gibi. Japon mutfağını da severim, o da sushiden ibaret değil. Hatta Çin’e tercih ederim. Gerçek Fransız mutfağını da severim. Yılda bir ya da iki kez ünlü şeflerin mutfaklarına gidiyorum. Zaten az gitmek yeterli. Paran da olsa çok sık yapamazsın bunu. Çünkü yorucudur o kadar lezzeti tatmak, deneyimlemek.

Unutamadığınız bir tat var mı?

Yıllar önce Atıf Yılmaz’la Seni Seviyorum filmini çekmek için gittik İskenderun’a. Hatay Uzunçarşı’da Erdal Özyağcılar’la dolaşırken, künefe yiyeceğimiz bir yer arıyorduk. Bir çocuk gördük, fırından künefe tepsisini aldı koşarak şerbetini döktürmeye götürüyordu. Biz de peşinden koştuk onun. Küçücük bir esnaf lokantasına ulaştık. Orada yediğim bakla ezmesinin tadını unutamam. Aynısını bir de Kudüs’te yemiştim. Toscana bölgesine özgü bir sığır vardır, onun pirzolası da unutulmaz bir tat. Venedik’te yediğim bıçak adındaki deniz mahsulü de öyle. Dikkat ederseniz malzeme temeli oluşturuyor. Lezzetin baş koşulu malzemenin iyi olması bana göre.

Tanımları sevmiyorsunuz ama bir lezzet avcısı olduğunuz kesin.

Bazı şeylere hassasiyetleriniz varsa onları buluyorsunuz bir şekilde. Bağımlılığım yok ama keyfi olduğu zaman da tadından yenmez oluyor…

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
RöportajYemek

Benzer Konular