Kadına yönelik şiddet haberlerinin içimizi dağladığı bir gündemde, 8 Mart Kadınlar Günü her zamankinden daha anlamlı.
Biz de mart sayımıza özel olarak yaşları 20’lerden 100’lere uzanan dokuz başarılı kadınla buluştuk. İçinde bulundukları dönemin güzelliklerini ve zorluklarını, kendi hayatlarında gördükleri en büyük baskıyı anlattılar. Hep birlikte, “Kadınlar için bir sihirli değneğimiz olsa ne yapardık?” sorusuna da cevap aradık.
20’ler
Damla Sönmez / Oyuncu / 27
“İnsanı insan olarak görmeye başlamalıyız”
20’li yaşlarda bir kadın olmanın benim için en güzel tarafı edindiğim özgürlükler.
20’li yaşların özgürlüklerle birlikte sınırlamaları da getirmesini, bitmek bilmeyen bir kafa karışıklığı içinde olma durumunu sevmedim.
20’lere gelince hayatla ilgili pek çok şeyi henüz anlamadığımı anladım.
Kendi hayatımda bir kadın olarak gördüğüm en büyük baskı kadın ve erkek arasındaki eşitliğe “Eşitlik” demeye utanan, bundan imtina eden, toplumuna bu düşünceyi sistematik olarak aşılayan, kabul ettiren bir anlayış tarafından yönetiliyor olmak.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu bahsettiğim anlayış yüzünden kendilerine ve hemcinslerine dar sınırlar çiziyor olmaları. Kendisine yasaklanan, onda ayıp görülen şeyi kızına, kız kardeşine de uyguluyor kadın. Önce kendisini bu otosansürden kurtarmalı.
30’lar
Aylin Aslım / Müzisyen / 39
“Güzelsen yetenekli olamazsın” önyargısı yordu
30’lu yaşlarda bir kadın olmanın benim için en güzel tarafı insanların çok da ciddiye alınmayacak canlılar olduğunu idrak etmek oldu.
30’lu yaşların insanlardan bana doğru gelip gelip çarpan, “Evlenip çocuk yapma yaşın geçiyor” imalarını sevmedim.
30’lara gelince anladım ki zamanımız sonsuz değil, hayat hakikaten kısa.
Kendi hayatımda bir kadın olarak gördüğüm en büyük baskı “Şarkılarınla ortaya çıkacaksan güzel ve çekici olmalısın”, “Güzelsen aynı zamanda zeki ve yetenekli olamazsın, geldiğin noktaya hak ederek gelmiş olamazsın” şeklindeki zincirleme saçmalama önyargılardı.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu bu korkunç baskı ortamında dahi tek yumruk olamayışımız.
40’lar
Arzu Kaprol / Moda Tasarımcısı / 41
“Bilge bir dönem…”
40’lı yaşlarda bİr kadın olmanın benim için en güzel tarafı hayata yeniden başlayacak kadar cesur ve enerjik, nereden başlayacağını ve nerede duracağını bilecek kadar bilge, kendini ve herkesi affedecek kadar olgun ve hatalarınla eğlenebilecek kadar çocuksu olmanın lezzeti.
40’lı yaşların ben her şeyini sevdim.
40’lara gelince anladım ki hayatta olmak büyük bir lütuf. Her yeni gün sana, her şeyi tekrardan yapma, düzeltme, özür dileme ve yeniden başlama şansı veriyor.
Kendi hayatımda bir kadın olarak gördüğüm en büyük baskı bir kadın olarak farklı rollerin hepsinde başarılı olmaya ve kendini ispat etmeye çalışmak.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu kendi gücüne inanamamak.
50’ler
Melda Onur / CHP Milletvekili / 51
“Kadın olarak gördüğüm en büyük baskı…”
50’li yaşlarda bir kadın olmanın benim için en güzel tarafı tahammül etme sınırını aşmış olmak.
50’li yaşların ağrılarını sevmedim.
50’lere gelince anladım ki çok fazla zaman boşa geçmiş.
Kendi hayatımda bir kadın olarak gördüğüm en büyük baskı gençliğimde aile baskısıydı.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu, mesleklerinin başında bile ‘kadın’ kelimesinin yer alması ve bunun bir sıfat olmaktan çıkamaması.
60’lar
Nermin Bezmen / Yazar / 61
“20 yaşımdaki kadar hayat doluyum”
60’lı yaşlarda bir kadın olmanın benim için en güzel tarafı ardımda prensibim olduğu üzere ‘keşke’lerin, ‘ama’ların, ‘belki’lerin olmadığı 60 yılı bırakmış olmak, halen sıhhatli, enerjik, üretken, öğrenmeye, keşfetmeye hevesli, hayata, aşka tutkulu, heyecanla yaşıyor olmak ve bütün bunları 60 yılın tecrübesi ile tadıyor olmak. Büyük keyif!
60’lı yaşlarıma kadar her yaşımın bana getirdiklerini acısı, tatlısı ile sahiplendim. Bu yaşımda da bana gelen mutlulukların, güzelliklerin doyasıya tadını çıkarıyor, şansıma düşen hüzünler, tatsızlıklar ve acılara yenik düşmeden, benden gidenlere değil, bende kalanlara şükran duyarak yol alıyorum.
60’lara gelince anladım ki, hayat karşımıza çıkan bilinmezler kadar kendi seçim şansımızı da tanıyor bize. Başkalarının değil, kendi hayatımızı yaşamaya kararlıysak, seçimlerimiz de o nispette cesur oluyor ve bize kendimizi yaşama şansı veriyor.
Kendi hayatımda bir kadın olarak hiç baskı görmedim. Erkeklerin kadınlarını baş tacı ettikleri, kadınların erkeklerini yücelttikleri, her biri aşk evliliği yaşamış nesillerin torunu, çocuğuyum. Dolayısıyla, iş hayatımda da, sosyal, özel, mesleki hayatımda da kadınlığımın benim için baskı unsuru olmasına izin vermedim.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu tahsil eksikliği-kısıtlaması ve maalesef tahsille de kazanılamayan özgüven. Ama ne acıdır ki; toplumumuz gittikçe artan sosyal, dinsel ve siyasi baskılarla kız çocuğunu ve kadını cinsiyetinden dolayı utanç duymaya, korkak olmaya iteliyor. Kadına karşı işlenmiş bireysel suç gibi görünen saldırının ve vahşetin ardında, bu sapıklara cesaret veren bir düzen oluştu.
70’ler
Ayla Algan / Oyuncu / 78
“Bu dünyada sihir bile işe yaramaz”
70’li yaşlarda bir kadın olmanın benim için en güzel tarafı yaratma edimimi sürdürmek, yaşımdan dolayı kodlayabiliyor olmak, bunları da felsefe ve bilgiyle yapmak. Bunun için kendimi mutlu hissediyorum.
70’li yaşların her şeyini sevdim.
70’lere gelince anladım ki öğrendiklerim, tecrübe ettiğim olaylar bana çağdaş bir felsefe getiriyor.
Kendi hayatımda bir kadın olarak gördüğüm en büyük baskı estetik tiyatrodan şarkı söylemeye geçerken tiyatrocu arkadaşlarımın bana yaptıklarıydı. Bu dönemlerde çok zorlandım.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu dünyadaki kadınların sorunlarından farklı değil.
80’ler
Betûl Mardin / Halkla İlişkiler Uzmanı / 88
“Beş yıllık planlar yapın”
80’li yaşlarda olmanın benim için en güzel tarafı hâlâ yaşayabilmek. Kafamın hâlâ işlemesi, çalışabilmem ve ders verebilmem. Bunu 80 yaşında yapabilmek bence çok mühim. Üstelik de 80 değilim yani, 88.
80’li yaşların en sevmedİğİm tarafı her gün bir yerinin ağrıması. Aynı yerde olmuyor bu ağrılar. Bir gün öyle, bir gün böyle. Mesela bugün gözlerim çok kaşınıyor.
80’li yaşlara gelince anladım ki ben kendi hayatımı yaşarken, başkaları da kendi hayatlarını yaşamak istiyor. Onları mecbur edip kendine benzetemezsin. İnsanlar evvela kendi içinden gelenle yaşamaya başlıyor ve öyle gidiyorlar. Mesela ben “Önümüzdeki haftalarda şu işleri yapalım” diyorum. Gülerek cevaplıyor karşımdaki. Bu kadar basit. Dolayısıyla olabilecekleri bilerek çalışmak lazım.
Kendi hayatımda bir kadın olarak gördüğüm en büyük baskı babamın “Üniversiteye gidemezsin!” demesiydi, çok üzülmüştüm. Belki de ısrarla üniversitede ders vermem oradan geliyor: “Sen beni göndermedin ama ben ulaştım!” Çok üzüldüm, çok…
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu, yapmak istediklerinin kararını bazen oluşturamaması. Kadın okumak istiyor, okutmuyorlar. Evlenmek istemiyor, evlendiriyorlar. Yani kâfi derecede ikna kuvveti yok. Korkuyor kadın, baskıdan korkuyor.
90’lar
Prof. Dr. Nermin Abadan Unat / Akademisyen / 94
“Değer mi kalp kırmaya?”
90’lı yaşlarda bir kadın olmanın benim için en güzel tarafı sevdiğim işi yapmaya devam edebilmem. 60 senedir akademisyenlik yapıyorum. Hayatı çok seviyorum. Genç hissediyorum. Şu an dersimi alanların çoğu Erasmus öğrencisi. Böylece dünya gençliğiyle tanışıyorum.
90’lı yaşların ödettiği bedeli sevmedim. İyi işitemiyorum. Müzik dinlemeyi çok severdim. Ancak kulaklarımda işitme aleti olduğu için sadece ahenksiz bir gürültü duyuyorum. Ayrıca telefonda konuşmakta zorlanıyorum. Oğlum ABD’de yaşıyor. Onun sesini duymak istiyorum. Ama istediğim gibi sohbet edemiyorum. Onun yerine her gün e-mail üzerinden yazışıyorum. Yine de çok şükür. Yürüyebiliyorum, yüzebiliyorum.
90’lara gelİnce anladım ki, küçük şeyler üzerinde hiç durmamak lazım. İnsanları hoş görmek lazım. Anlamsız kıskançlıklar ve entrikalar ne kadar boş… Bu dünyada yolcuyuz. Değer mi karşıdakinin kalbini kırmaya? Ben bu dünyadan kimseyle küs, dargın olarak gitmek istemiyorum.
Kendi hayatımda bir kadın olarak en büyük baskı, erkek meslektaşlarımdan geldi. Benden genç bir meslektaşım benimle çok uğraştı. Yükselmeme engel olmak istedi. Akademik derecemi bana layık görmedi. Mücadele ettim, kazandım. Yine de keşke hâlâ yaşıyor olsaydı.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu “İki cami arasında beynamaz” olmaları. Modern olabilmek için mücadele etmek gerektiğini bilmeleri lazım. Kimi “Ben inancım için mücadele ederim”, kimisi de “Ben bağımsızlığım için savaşırım” diyor. İnancı muhafaza ederek modernleşmek lazım ki, kadın-erkek eşitliği gerçekleşsin. Buna yüzde 100 inanan bir insanım. Eşitlik üzerine bir tartışma kabul etmiyorum. Bu bir hak meselesidir. İnsan hakları cinsiyet tanımaz.
100’ler
Muazzez İlmiye Çiğ / Sümerolog / 101
“Erkeklerin beyninde örümcek var”
100’lü yaşlarda bir kadın olmanın benim için en güzel tarafı kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek. Kafam işliyor. Etrafımda çocuklarım, sevenlerim var. Tanrı’ya işlerimi hâlâ kendim yapmama imkân verdiği için dua ediyorum.
100’lü yaşların ayaklarımla ilgili getirdiği zorluğu sevmedim. Bu sebeple çok gezemiyorum. Yoksa hakikaten bu yaşı almış gibi değilim.
100’lere gelince anladım ki, mutluluğun formülü hayatı olduğu gibi kabul etmek, yaşananlardan ders çıkarmak ve her şeyi hoş görmeye çalışmak. Her şeyde bir huzursuzluk, herkeste bir kusur bulursanız hayatınız zehir olur. Ben kimsede kusur bulmam, kimseyi tenkit etmem. Biri beni tenkit ederse güler geçerim. Kimseyle de dargın kalmam.
Kendi hayatımda bir kadın olarak baskı görmedim. Herhalde şanslıydım. Bu kadar yere gittim, hiçbir sıkıntı yaşamadım. Babam ve annemden baskı görmedim. 1931 yılında öğretmenliğe başladığımda ülkede kadın-erkek eşitliği vardı. Eskişehir’de Porsuk kenarında kolsuz kıyafetlerle gezerdik. Kimse rahatsız etmezdi. Eşim (M. Kemal Çığ) benden başka muhitte yetişmiş insandı. İkimiz de fedakârlık yaptık. Birbirimize uyduk. 50 seneye yakın birlikte yaşadık. Ondan da baskı görmedim.
Bana göre Türkiye’deki kadınların en büyük sorunu akılsızlıkları. Özellikle okumuş kadınlara çok kızıyorum. Ellerine aldıkları bu büyük hürriyetin kıymetini bilemiyorlar. Tepki gösteremiyorlar. Zannediyorlar ki, özgürlüklerini ilelebet yaşayabilecekler. Yavaş yavaş bunun böyle gitmeyeceğini görüyorlar.