Soğukkanlı, zeki ve ta ‘Taxi Driver’dan beri ‘kurban’. Yeni filmi ‘Panic Room’da da bir evin bodrumunda kıstırılıyor.
Klasik bir akrep kadını. Soğuk güzelliği yetmezmiş gibi insanı hazırlıksız yakalayan delici bakışları var. Bebekliğinden beri ekranda ama Yale Üniversitesi diploması almaya vakit bulabilmiş.
1962 Los Angeles doğumlu. Doğumundan önce ayrılan anne – babasının Alicia Christian Foster adını verdiği sarışın küçük bebek, daha 3 yaşındayken TV reklamlarında oynayan 8 yaşındaki abisiyle beraber setlere adımını atmış. Ailenin kameraya olan yatkınlığından mıdır bilinmez, kazara sete getirilen Alicia ya da bizim bildiğimiz adıyla Jodie, kelimenin tam anlamıyla ‘keşfedilmiş’ ve bir güneş losyonu reklamında rol almış. Daha 5 yaşındayken, yaşıtları okuma yazma bilmezken senaryo okuyan Jodie, 7 yaşındayken bir sit-com’da oynamaya başlamış.
Ciddi anlamda ilk sinema filmi olan ‘Alice doesn’t live here anymore’ (Alice Artık Burada Oturmuyor) adlı Martin Scorsese filminde ünlü yönetmene kendini ispatlamış Foster. Bu yıllarda L.A Fransız Lisesi’ni bitiren Foster’ın hayatının dönüm noktası, artık herkesin bildiği gibi, 1976 yapımı ‘Taxi Driver’ filmi. Bu filmde 12 yaşındaki hayat kadını ‘Iris’ gibi karışık bir karakteri oynamayı başarmıştı. 80’li yılların başında liseyi bitirip Yale Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’ne giren Jodie’nin popülaritesi de artmış, skandallarla harcayıp eskitmediği şöhreti gittikçe ‘karizma’ya dönmeye başlamıştı. Aslında oynadığı rollerde hep bir paralellik vardı; genelde kurbanı oynuyordu o. Toplum kurbanı (Taksi Şöförü) ya da kişisel hatalarının kurbanı (Stealing Home) kişileri canlandıran Foster, oyunuyla, karaktere kendinden de bir şeyler eklemeyi biraz da hüzünlü duruşu sayesinde başarıyordu.
Yıldız, bahsettiği ‘ezilen ‘ karakterlerle bağını koparmamak için 1988 yılında ‘Accused’ adlı filmde gerçek hayattan yola çıkarak anlatılan bir trajedinin kurbanı Sarah Tobias’ı canlandırdı. Bu karakter de onun sanat hayatının başka bir dönüm noktasını oluşturuyordu aslında. İlk ciddi yetişkinlik dönemi rolü olarak kabul edilen bu karakteri ki kendisine Oscar armağan etti bu rol- sonra başka bir kurban izledi; yamyam doktor Hannibal Lecter ‘ın sevgili ‘Clarece’i. Türünün aşılamayan örneği, başyapıt ‘Kuzuların Sessizliği’, hem oyunculuğunu başka bir türe kaydırmada hem de her rolün altından kalkabileceğini ispatlamada yardımcı oluyordu. İkinci Oscar’ını , Michelle Pfeifer’ın ‘çok sade’ bulduğu için reddettiği bu rolle alan Foster, şüphesiz ki Sir Anthony Hopkins’le oynamak fırsatını iyi kullandı. 1994 yılında ‘Maverick’ ve ‘Nell’ gibi iki güzel filmde rol alan Jodie Foster, bunların ardından 3 yıl sürecek olan bir dinlenme sürecine giriyordu. 1997 yılındaki dönüş filmi ise bilim-kurgu türünün en enteresan yapımlarından biri olan ‘Contact’tı. Ardından gelen ‘Anna and The King’ (Kral ve Ben) vasat bir ikinci çevrim olmaktan öteye geçemedi. Foster, şimdi gerilim tadında bir film olan ‘Panic Room’ ile karşımızda.