Portakalda Vitamin Olmak

Uyarı: Bu bir ‘Antalya Altın Portakal’ yazısı değildir. Mahzun bakışlı kadın heykelciği, ünlü bir simayı ya da portakalı çağrıştıracak herhangi bir şey sizi yanıltmasın. Günlerce basında çarşaf çarşaf yayılmış...

Uyarı: Bu bir ‘Antalya Altın Portakal’ yazısı değildir. Mahzun bakışlı kadın heykelciği, ünlü bir simayı ya da portakalı çağrıştıracak herhangi bir şey sizi yanıltmasın. Günlerce basında çarşaf çarşaf yayılmış Altın Portakal kritiği, polemiği ya da izlenim yazısı hiç değil. Günlerden bir gün, iklimin değiştiği, Akdeniz olduğu şehirde “Belki şehre bir film, bir festival gelir” umuduyla başlıyor her şey. Aradan geçen 47 yılın ardından aynı gece, aynı heyecan, aynı umut… Bir yazı değil, olsa olsa bir film bu. 47’nci gece mutfaktan çıkan yemeği, yükselen kokuları olay yerinde çözmeye çalışan meraklı iki göz ve onun peşinden giden sıcak tebessümlü bir fotoğraf makinesine takılanlardan oluşan kısa metrajlı bir film.

Saat sabahın dördü… Otel odasında ayakkabılar bir kenara fırlatılmış, kravat iyice gevşetilmiş gecenin yorgunluğu çıkıyor ağır ağır. “Ne geceydi ama” diyorum içimden. Önce arka perdeden izlenmiş bir ödül töreni, ardından ‘Tempo’lu bir kapanış partisi… Karşımda küllerinden dirilmiş Türk işi bir sitcom dizisi. ‘Taş fırın’ erkekle modern eşi arasında, “Gelinim sen anla” göndermeli, Türk sinemasını ballayan böreklendiren, balın kaymağını da dizi sektörü olarak gösteren ince konuşmalar geçiyor. “Türk filmleri dışında başka bir şey izlemem arkadaş!” diyor adam bas bas. Neticede, şık bir Türk filmi izlenip eve dönülüyor. Ardından gelsin mesaj kaygılı diyaloglar: “Haklıymışsın, Türk sineması gerçekten aşmış.” “Tabii kızım, ne sandın sen? Diziden kazanan parayı sinemaya akıtıyor. İşte Türk sinemasının geldiği nokta!” “Ah, evet” diyorum içimden… “Türk sinemasının geldiği nokta.”

Yatağa uzanmış, televizyona karşı uyuklarken, gözler hafif kısılıyor. Görüntü kararıp tekrar geldiğinde gördüğüm sahneler flu gibi, tatlı bir rüya tadında. Gecenin başına dönmüş, gördüklerimi başa sarmışım. Belleğe atılmış kareler film şeridi gibi akmaya başlıyor bir bir…

Yükselen kokular neyin habercisi?
Kapı eşiğinden ferah, mis gibi bir koku giriyor odadan içeri. Koridorda kokuyu takip ediyorum. Ramada’nın lobisine varınca işin rengi, kokusu belli oluyor: Havada ‘portakal’ kokusu var. Belli ki akşamın hazırlıkları başlamış. Meşhur kırmızı halı dört kişinin omzunda geliyor. Narince kıvrılıp, bir seksen uzanıyor yere.

Kınalı festival
Gıcır kırmızı halının aceleci konukları var. Kınadan yeni çıkmış, koştur koştur düğüne yetişen festival sakinleri dört dolanıyor otel lobisinde. Uzun eteklerini hafif dizine sıyırmış, çiçekli böcekleri tayyarelere sarılı kadın grubu geçiyor yanımdan. Türkiye’nin Oscar’ı mı dediniz? Orada Valentino imzalı Angelina Jolie, burada basma kalıp, çiçekli elbisesiyle Sevil Uyar… İşin stil kısmı bir yana, törene saatler kala oteldeki tatlı koşuşturma, festivalin ruhunu özetliyor: Son dakikacı, aceleci, tam Türk işi.

Doğadan gelen DJ
Pürtelaş kapı önüne de sıçramış. Kapının önü vızır vızır. Kapanış partisinin hazırlıkları devam ederken, asıl tantana ödül törenine yetişmeye çalışan festival sakinlerinde. Kimi sanatçılar özel araçlarla önceden alınıp Cam Piramit’e götürülürken, arkadan kükreyen bir sesin duruma itirazı var: “Ne yani onlar sanatçı da biz kamyoncu muyuz burada? Sapına kadar sanatçıyım ben!” Havadaki hafif gergin sözleri, birazdan arabasını otelin kapısında bırakıp, indiği gibi yerinde zıplamaya başlayan bir adamın neşesi dağıtacak. Gecenin DJ’i Tarık Koray’ın sıcak enerjisi karşısında erimemek, buharlaşmamak elde değil. “İnanamazsın nerelerden geldiğime! Ne koylar gezdim, ne tepeler teptim. Oturdum bir ağacın gölgesinde. Açtım kitabımı. Doğada şarj oldum geldim” dedikten sonra “Unutma” diyor ve kulağa hafifçe eğilerek ekliyor: “Her şeyin cevabı doğada.”

Güzel ikili
Biraz trafik, bol yağmur, ıslak bir kırmızı halı, curcunalı bir tören alanı derken hoop kulise! Hayır, viskiler su olmuş akmıyor. Tepsi tepsi dolaşan havyarlar varsa da önümüze düşmüyor. İzzeti ikram denilen şey plastik tabaklara dizili, üstü peçeteyle örtülü mütevazısından birkaç parça çerez. En jilet haliyle bir adam ve ‘duru güzel’ bir kadın, mikrofonlarını kontrol ediyor. Bu gecenin ‘şef garsonları’ Ebru Akel ve Engin Altan Düzyatan. Görevleri; mutfaktan çıkan tatları kusursuz bir şekilde sahneye aktarmak. Akel, gerçek bir profesyonel. Hummalı bir hazırlık sonrası saç, baş, makyaj tamam. Festival afişindeki mavi elbise var üstünde. Kostümler Tuvana Büyükçınar’ın elinden çıkma. Biraz esneme hareketi, biraz yüz kaslarını gerdirme ekzersizi, derken canlı yayına hazır. Gözü camdaki aksine takılıp saçlarını düzeltiyor. Her daim ‘cool’ Engin Altan, son provasını yapıyor. Neredeyse hazır. ‘Altın Portakal’ uzatılırken Akel kendinden emin, cüretkâr ve gizli bir seksapelle perdenin arasından kaybolup, birkaç adım ötedeki milyonlara yaklaşıyor.

Heykel nerede?
Venüs kızları sahneye bir girip bir çıkarken, tören hızla akıyor. Her canlı yayında olduğu gibi Portakal kulisinde de bağırış, koşuşturma ve ambulans eksik olmuyor. (Son üç saatte dört kişi bayılmış. Festival rekoru denilebilir.) Törendeki üç saniyelik aksama, perde arkasında ciddi bir kriz nedeni. En sık işitilen laf şu: “Heykel nerede, heykel nerede? Bana heykeli getirin!” Kazanan açıklanmış, kızlardan biri heykeli sahneye götürmesi lazım. Kız hazır, heykel yok. Kuliste elden ele dolaşan heykel, geç de olsa, gerçek sahibine gidiyor.

Zurna dünya!
Tüm bu koşuşturmaların, avaz avaz bağırışların ortasında gevrek gülüşü ve rahat tavırlarıyla bir adam var. Yanında orkestra şefi, canlı performans öncesi son kez akışı kontrol ediyor. Kulağından küpesi, elinden klarneti eksik olmayan biri. Son yıllarda magazin sayfalarından canımıza okuyan o değilmiş gibi, hayata zurna deliğinden bakan bir duruşu var. Ekibine takılmadan duramıyor. Kısa fakat keskin kahkahalar atıyor. Ebru Akel’in “Şimdi müzik” demesiyle belli belirsiz bir ciddiyet konuyor yüzüne.

Burası Karadeniz!
Gecenin akışı duvara asılmış, ilk çağrılan ekip bizim dansçı uşaklar! Isınma sırası kördüğüm olanlar bir bir çözülüyor. 3…2…1… ve yayın: “Uy çalsun kemençeler de ben bi horon tepeyim!” Uşaklar kan ter içerisinde dönüyor sahneden. Kimisi “Bacaklarım!” diye inler, kimisi “Tebrikler beyler” diye tempo tutturur.

Converse’li altın kızlar
Kırmızılı uşaklar gidiyor, sarılı ‘portakal kızları’ geliyor. Kulise asıl renk veren gecenin dansçısı, ödül taşıyan hostesi, Venüs mankeni. Altın sarısına batmış, portakal kokulu kızlar kulisin en sıcak ekibi. Birkaç dakika önce sahnedeki duruşlarından çok uzakta bir yerde, ellerinde Converse, yüzlerinde geniş bir rahatlama kıkırdayarak koşuşturma halinde. Festivalin simgesi Venüs kızları ise her daim sıcak, her daim güler yüzlü. Yorgunluktan ayaklar şişse de, soğuktan titreseler de enerjileri düşmüyor.

Ona Kadirizm sökmez
Gezen’den boşalan koltuğu birkaç ‘siyah’ adam dolduruyor. Jüri üyeleri, tüm siyahlığı ve ağırlığıyla kuliste. Ciddi yüzlerin, ağır ağabeylerin yanında oynak, pembe biri duruyor: Meltem Cumbul. Bu yıl jüri başkanlığına oturmuş Kadir İnanır’ın yanında, yüzünde muzip bir ifade, sahneden gelen klarnet sesine el veriyor oturduğu yerden. Ciddi havayı dağıtası, ‘çakkıdı çakkıdı’ oynayası var. “Jüri için son 30 saniye” uyarısını alınca yerinden doğrulup, önce kıyafetini çekiştiriyor, sonra yüzüne ‘jüri üyesi’ ifadesi veriyor. Bu rolün de hakkını veriyor!

“Hiç oturulurken çekilir mi? Ayıp!”
Sahnede Hüsnü, kulis toz duman, suspus. Şimdi gergin, donuk ve konsantre bir Özcan Deniz, sahne sırasını bekliyor kuliste. Yardımcısı koyu bir kahve getiriyor. Alelacele “Özcan Bey’e bir sandalye lütfen” dese de korkulacak bir durum yok. Kahvesini alıp sandalyeye çöküyor. Arada monitöre mıhlanmış, Hüsnü Şenlendirici’nin performansına mırıldanarak eşlik ediyor. Franz’ın elinde kahvesi, gözleri kısık Özcan Deniz karesini yakalamasıyla beraber asistanı yanımızda bitiyor. “Az önce Özcan Bey’in fotoğraflarını mı çektiniz yoksa?” Tek tek kontrol ettikten sonra, Özcan Bey’in fotoğrafını kendi elleriyle siliyor. “Otururken, kahve içerken görüntü vermek istemiyor. Hadi ayakta olsa neyse de…” Neyse ne. Geriye “Hocam” diye seslendiği Müjdat Gezen’le sıcak bir kare kalıyor. Evet, hem de otururken.

 

ALİ TUFAN KOÇ

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Sinema
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular