Milenyum Türküleri/Zaman

İnsan için belli doğal uzunluk birimleri var.. Karış, adım, boy var.. Tam doğal olmayan, yani toplumdan topluma değişebilecek referanslara dayanan ağırlık birimleri var.. Bizim buralarda kile olmuş, anglosaksonların da...

İnsan için belli doğal uzunluk birimleri var.. Karış, adım, boy var.. Tam doğal olmayan, yani toplumdan topluma değişebilecek referanslara dayanan ağırlık birimleri var.. Bizim buralarda kile olmuş, anglosaksonların da pound’u var.. Bunları çok yakın zamanlarda metrik ölçülerle değiştirdik (anglosaksonlar öküzdür, değiştiremediler)..

zaman
İkibuçuk tane de doğal zaman ölçüsü var.. Gün ve yıl.. Güneşin doğuş ve batışındaki düzenliliği keşfetmek için hatta belki insan kadar ‘zeki’ olmaya gerek de yoktur, gün kavramına maymun da sahip olabilir, yani bi maymun akşam olurken kestirebilir, bi müddet beklediğinde sabah olacağını bilişsel düzeyde kavramış olabilir.. Yıl için, yani sıcak ve soğuk mevsimlerin birbirini takip edişindeki düzenliliği farketmek için biraz daha uzun dönem hafızasına gerek var, bunu heralde tanıdığımız canlı türleri arasında bitek insan biliyor.. Buçuk doğal birim de ay..

Ay’a buçuk dememin sebebi, yaşantımızı gün ve yıl kadar etkilememesi.. Yani yıl’ı idrak edemeyen insan toplulukları tarım aşamasına geçemez, gün’ü bile anlamadıysa çok geçmez gümbürtüye gider.. Ay o kadar elzem değil, gece aydınlanması hakkında fikir verebilir, hadi çok kassak, kadınların adet periyoduyla bağlantı kurup mistik fikirler üretmemizi falan sağlar belki..

Tabi şimdi, bu böyle, bi miktar da ilkel dediğimiz insandan bahsediyorum.. Yoksa ben de biliyorum, bi ‘modern’ insan olarak benim için ay, mesela yıldan daha önemli, ayda bir para veriyorlar.. Hatta en önemlisi hafta, haftaiçi işe gidiliyor, haftasonu kebap.. Üf yani..

Bu ‘hafta’ denen hadisenin doğayla zerre ilgisi yok.. Matematik, coğrafya ve bulutsuz bi gökyüzü yılın, ayın ve günün hangi evresinde olduğumuza dair yeterli bilgiyi içeriyor, ama haftanın neresinde olduğumuz hakkında hiçbişey söylemiyor.. Çünkü hafta’yı biz uydurduk, medeniyetin ilerleyen yollarında..

Hafta, yanlış bilmiyorsam yerleşik tarım toplumunun bi icadı.. İlk ‘kent’lerin en önemli işlevi çevredeki tarım toplumlarının pazaryeri olmasıydı.. Pazaryeri dediğin periyodik olur, ki herkes ne gün geleceğini bilsin.. Ay fazla, gün az gözükmüş olacak ki haftayı icad etmişler..

Haftayı ilk kim uydurdu, tek yerde uydurulup ordan oraya mı yayıldı, değilse niye herkes tam yedi günden mürekkep saydı bilmiyorum.. Ama mesela bu orta asya denen topraklarda gün adlarının farsça olduğunu pek güzel biliyorum, cumartesi’ne şambe, yani gün deyip başlamışlar, sonra yekşambe, düşambe, seşambe gidiyor.. Amma çok şey bilmiyosun diyeceksiniz, yerleşik fars toplumuyla tanışmamış göçebe atalarımızın daha önce kendi günleri var mıydı, onu da bilmiyorum.. Yoktur heralde.. Olsa, insan onu bırakıp birgün, ikigün, üçgün diye attırık isimler ithal eder mi..

Hafta yerleşik tarım toplumunun ürünü, tıpkı tek tanrılı dinler gibi.. Ortadoğu tek tanrılı dinleri daha yahudilerden başlayarak haftaya yapay bir önem atfettiler, yehuda’nın epitopu on tane olan emrinden biri: şabbat (cumartesi) gününü kutlamayı ihmal etmeyeceksin.. Üç dinin üçünün de farklı bir kutsal günü var..

Çok tanrılı bir dine inanan yunanlılar bile günlere bildikleri yedi önemli gök cisminin (güneş, ay ve beş gezegen) isimlerini vermişlerdi, ki bu gök cisimleri yunan panteonunda önemli tanrılara da karşılık geliyorlardı (jupiter, venüs).. Aynı gelenekten gelen ingilizce’de günler sunday, monday diye gidiyor, tuesday’i unuttum, wednesday venüs’tü, thursday de yanlış hatırlamıyorsam şerefini viking tanrısı thor’dan alıyor..

Zamanın ince ince bölümlenmesi medeniyetin derecesini gösterir, bi toplum ne kadar medeniyse o kadar güzel böler zamanı.. İndonezler yılı kabaca ikiye bölüveriyorlar: yağmur mevsimi, kurak mevsim.. Ayları januar, februar falan, belki avrupalılar gelmezden önce bi müddet de recep, ramazan, şaban kullanmışlardır.. Ama besbelli işte eski ‘barbar’ indonezler kendileri oturup da ad vermeye yeltenmemişler.. Yağmur var ya da yok: ötesi ne işine yarar ki tropik memleket ahalisinin..

Medeniyet doğanın daha az misafirperver olduğu ülkelerde doğdu.. Kışla yaz arasında günlük aydınlık sürenin dört saatle yirmi saat arasında değiştiği avrupa’da aylara isim vermek gerek.. Yine aynı avrupa’da kışın yemek için yazın fazla gıda üretmek, kışın aydınlanmak için soğuk kuzey denizlerinden fok avlayıp yağından mum yapmak, iç bölgelere yağ ticareti yapmak gerek.. Medeni olmak gerek..

Ortadoğu menşeili medeniyetlerin yaratıcılığı haftanın günlerine ve yılın aylarına isim vermekle sınırlı kalmış.. Çin medeniyeti daha dehşetli, oniki senelik periyodlarla yıllar domuz yılı, yılan yılı, eşek yılı oluyor.. Bi işe yarıyordur elbet..

İnsan medenileştikçe mil kadar uzun, milim kadar kısa uzunluk birimleri icad etti.. Salise kadar kısa zaman, milenyum kadar uzun zaman birimleri.. Büyük şirketler onyıllık, büyük devletler elliyıllık stratejiler, vizyonlar geliştiriyorlar.. Öte yandan yüz metre dünya rekorunu salisesine kadar hesaplıyoruz..

Evelden güneş saati, kum saati, su saati kullanılırmış.. Avrupa medeni olduğunu ilk çarklı saatı xii.yüzyılda yaparak gösterdi.. İslam medeniyeti, belki daha evvel bulmuş da olabilir, islam’da ibadet saatleri değişken çünkü.. Ama dakikadan saniyeye geçişe imkân veren daha hassas sarkaçlı saatin şerefi xvii.yüzyıl avrupalısı huygens’e atfedilir, osmanlı’ya ancak iki yüzyıl sonra ulaşmıştır.. Saniyeden saliseye geçişi ise kuvars sağladı, belki başkası bulmuştur, japonlar yaygınlaştırdı.. Japonya’yı görmedim, metro tarifelerinde saniyelerin de yazdığını duymuştum bi yerden.. Avrupa geri kalmadı.. Merkezi bi atomik saat şu anda oldukça yaygın bi istasyonlar ağıyla tüm batı avrupa’ya mikrosaniye hassaslığında zamanı bildiriyor.. Ki cep telefonu santralleri senkronize olabilsin..

Bu bizim türk milleti olarak bi türlü ‘adam olmayışımızın sebeplerinden biri dakik olamamamızdır.. Avrupa’da öyle mi ya.. Saatlere, günlere, aylara göre tarifeler var, dakika şaşmıyor.. Ama gayret, pek yakında olacağız inşallah.. Hem kendimize haksızlık etmeyelim, son on senedir batı anadolu’da kasaba dolmuşları bile doldurana kadar beklemiyor da artı eksi beş dakikayla tarifeli kalkıyor..

İnsan, tıpkı diğer türler gibi, doğal seçilim tarafından güne, aya, yıla uyumlu olarak ayıklandı.. İçimizde yüzyıl, binyıl kavramı yok, dakika, saniye olmadığı gibi.. Biz, isa’dan sonra üçüncü milenyumun ilk insanları, doğamıza uygun yaşamıyoruz..

Gündelik hayatımızdaki stresin önemli bi kısmı zaman sıkışıklığından ileri geliyor.. Metro 7:12’de.. Saati 6:57’ye kurayım, sekiz dakikada duş alır, üç dakikada traş olur, bir dakikada giyinirim, üç dakika da ohoo, bol bol yürüme süresi.. Peki ya burda, yani türkiye’deyseniz.. Gecikerek yıpranmamak için iki seçeneğiniz vardır.. Biri hayatı daha dakikleştirmek.. Öbürü gecikirsek gecikmek.. İlkini seçiyoruz.. Seçmeye andiçtik..

Haftalık çalışma saati son elli yılda ellibeşten otuzsekize indi.. Avrupa’da çoğu işyerinde cuma günü öğleden sonra birer ikişer toz olurlar.. Aman ne iyi, eskisine göre daha az çalışıyoruz.. Pazartesi sendromu var.. Veya pazar akşamı sendromu.. Bi de cuma öğlen sevinci var.. Niye.. Bu kadar sevimsiz bu çalışmak ve yedinin dörtbuçuğu çalışılıyor.. Dedelerimizin dedeleri eminim ki bizden fazla süreyle çalışırlardı.. Sendromları var mıydı acaba.. Türk bakkalları alman ‘grossmarkt’ çalışanlarından daha fazla zaman geçiriyorlar dükkanlarında.. Hangisinin sendromu var..

Senede üç hafta ücretsiz iznimiz var.. Birer hafta birer hafta kullanmalı, çünkü o vakit üç tane dokuz gün eder.. Hem üstüste iki hafta çalışmadı mı sıkılır insan.. Tatilde antalya’ya gidelim.. Sabah öyle mayışıp yatma, kırk yılda bi tatil, uyuyarak mı geçireceksin.. Ya  n’apalım.. Güneş bastırmadan bi denize gireriz.. Öğle sıcağında kale’deki müzeye gitmeli, hem çocuklar görsün, bi daha ne zaman görecekler.. Hadi bak son üç gün kaldı, daha plaza’da yemeğe hiç gitmedik.. Gece de içeriz, çalışırken fırsat olmuyor.. Hadi, acelemiz var..

Vizem çıkmadı.. Zaman geçiyor, kaçıyor, uçuyor.. Beş haftadır ne yaptım, boş boş oturuyorum bak.. Beşşş hafta.. Hayır bilsem ne zaman çıkacağını da ona göre planlardım bari.. Mesela iki hafta daha çıkmayacağını bilsem, göz ameliyatı olacaktım, o aradan çıkardı.. Vaktimi planlamalıyım.. Vakit varken planlamalıyım..

Biri çok neşeliyse ‘çayıra salınmış sıpa gibi’ derlerdi.. Çayıra salınmış sıpa: hiçbi faydalı iş yapmıyor yani, oynuyor, yuvarlanıyor.. Biz, ahir zaman insanları kendimizi çayıra salmıyoruz hiç.. Sıpalarımızı da salmıyoruz.. Dokuz yaşına geldi, bu yaz yüzme kursuna gitsin.. Akşamları da folklore gönderelim veya gitar öğretmeni mi çağırsak, ne o öyle ot gibi, insanın kültürel yönü de olmalı canım.. Seneye de ingilizce’ye başlatırız, alibeylerin oğlu çatır çatır konuşuyor, eksik kalmasın çocuk..

Müsaadenizle, size bir süre milenyum türküleri söyleyeceğim..

Özgür ÇEVİK

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Yaşam
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular