Mehmet Ali Birand Muhteşem Haberci, Alçak Gönüllü

Mehmet Ali Birand, onu hatırlayacağımız pek çok haber bıraktı ardında ama içlerinden biri, çok özeldi. Abdullah Öcalan ile ilk röportajı 1988 yılında Bekaa’daki PKK kampında o yaptı. Fotoğrafçı ve...

Mehmet Ali Birand, onu hatırlayacağımız pek çok haber bıraktı ardında ama içlerinden biri, çok özeldi.

Abdullah Öcalan ile ilk röportajı 1988 yılında Bekaa’daki PKK kampında o yaptı. Fotoğrafçı ve kameraman olarak onunla birlikte giden Coşkun Aral ile haberci Birand’ı ve bu bıçaksırtı röportajı konuştuk.

Mehmet Ali Birand Muhteşem Haberci

Mehmet Ali Birand’ın en çok konuşulan, ses getiren, hatta başını derde sokan işi, Abdullah Öcalan röportajı oldu. Siz de onunla birlikte fotoğrafçı ve kameraman olarak gittiniz. Röportaj fikri nasıl ortaya çıktı?

Lübnan’da yaşadığım yıllarda, özellikle PKK’nın büyük eylemlerinden Eruh Baskını’ndan sonra, onlarla ilişkiye geçmeyi ve Bekaa’daki üslerine gitmeyi düşünmüştüm. Çok iyi ilişki kurduğum başka örgütler aracılığıyla defalarca girişimde bulundum, ama Abdullah Öcalan hiçbir şekilde basın mensuplarıyla konuşmayı kabul etmiyordu. Röportaj sırasında öğrendik; Türk gazetecileriyle görüşmesini, şu andaki Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani tavsiye etmiş ona. Talabani, meşhur Halepçe fotoğraflarını çeken Ramazan Öztürk’ü önermiş, Öcalan’ın aklında da Uğur Mumcu ve Örsan Öymen varmış. Fikir değişikliğiyle beraber, Avrupa’da yaşayan çok sayıda Türk gazeteci, PKK’nın Avrupa bürolarına başvurmuş; önceki başvurular da değerlendirilmiş ve Mehmet Ali Birand ismi öne çıkmış.

490-315

Birand, röportaj netleşince eşi Cemre Hanım’ın da tavsiyesiyle beni aradı.

Sabaha karşı haber peşinde

Önceden tanışıyor muydunuz? Birlikte çalışmış mıydınız?
Evet. Birand ile Haziran 1982’de tanıştım. İsrail’in Beyrut kuşatması sırasında bölgede bir ben, bir de Cengiz Çandar vardı. Orada Sipa Press için çalışırken, bir gece sabaha karşı, kaldığım oteldeki teleksle bana ulaştı. Sonra da o dönem genel yayın müdürlüğü yaptığı Milliyet gazetesi adına, her gece sabaha karşı teleksle aramaya başladı. Teleksler tüm gün doluydu; bunu bildiği için, sabaha karşı, teleksler müsait olduğunda benimle haberleşiyordu. Genel yayın müdürüydü ama bunu bizzat yapıyordu. Bu nedenle Milliyet gazetesi, fotoğraflı haberlerle, İsrail’in Lübnan kuşatmasını veren tek gazete olmuştu. Aylar sonra Türkiye’ye dönüp, Milliyet’e gittiğimde, Birand birkaç ay sürdürdüğü genel yayın müdürlüğünü bırakmış, çok sevdiği muhabirliğe geri dönmüştü.

“Sizi dinlemeye geldim”

Mehmet Ali Birand, size Öcalan röportajını nasıl aktardı? Onunla gelmenizi istediğinde ne düşündünüz, ne yaptınız?
O zamanlar Brüksel’de yaşıyorlardı. Telefonla arayıp, röportajın bağlandığını, böyle bir iş yapıp yapamayacağımı sordu. Benim için inanılmaz bir teklifti. 32 yaşındaydım. Bölgeyi iyi tanıyordum. Meslek yaşamım, hep kaotik ortamlarda geçmişti ve bu röportajı zaten yapmak istediğim için çok mutlu olmuştum. Hemen kabul ettim ve Brüksel’e gittim. Normalde röportaj, sadece fotoğraf çekiminden ibaret olacaktı; çünkü video kameraya izin çıkmamıştı ama her şeye rağmen video kameramı da yanıma aldım.

Röportaja nasıl hazırlandınız?
Mehmet Ali Birand da, ben de örgütü, sadece kendi yayınları ve eylemleriyle tanıyorduk. Benim ek olarak sahip olduğum bilgi şuydu: Lübnan’da, terörü araç gibi kullanan diğer siyasi örgütlenmeler içinde PKK’ya saygı duyuluyordu; çünkü bölgenin hâkim gücü Türk ordusuna yönelik ses getiren eylemler yapıyorlardı. Birand’ın taktiği “Önce dinleyelim, sonra soralım” oldu. Röportajda da bunu yaptı; “Ben buraya sizi dinlemeye geldim” dedi ve Öcalan konuşmaya başladı. Onun saatler süren konuşmasından sonra, sorular belirmişti zaten.

“Yalnız Özal’a güvendik”

Dönem göz önüne alındığında, böyle bir röportajın tepki göreceği belliydi. Başınıza bir şey gelmesinden korkmadınız mı?
PKK’dan tepki beklemiyorduk, çünkü kendini tanıtmak istiyordu. Ancak onları himaye eden, destekleyen Suriye’ye, özellikle Suriye Gizli Servisi al-Muhabarat’a, ne benim ne Birand’ın ne de bize eşlik eden örgüt elemanlarının güveni vardı. Hafız Esad gibi bir diktatör, anlık karar verir ve görüşmemizi istemeyebilirdi, bu da olayı farklı boyuta taşırdı zaten. Bölgede onların bilgisi olmadan kuş bile uçmuyordu. O meşhur vadide kaybedilmek öylesine kolaydı ki. Türkiye’den gelecek tepkide ise tek güvencemiz Özal’ın, Türk demokrasisine kazandırdığı farklı anlayışı ve Kürt sorununa yönelik yaklaşımıydı.

Yolculuğu nasıl organize ettiniz?
Almanya üzerinden Hüseyin Yıldırım isimli kişinin eşliğinde, önce Şam’a, ardından bizi Şam’da bekleyenlerle birlikte, Lübnan’a, o dönemin meşhur Bekaa Vadisi’ne gittik. İlk durağımız, önceden çok iyi bildiğim, Suriye’nin destek verdiği dünyanın en önemli terör örgütlerinin ve FKÖ’ye muhalif Filistin örgütlerinin bulunduğu Şutura kasabasıydı. Bir gün, bir gece örgüt evinde kaldık. O sürede heyecanını gidermesi için Birand’ı biraz bölgede gezdirdim. Onu, yakında bulunan Hizbullah’ın karargâhı Baalbek’teki Roma antik kentinde, Jüpiter Tapınağı’nda dolaştırdım. Kaldığımız evde odalardan birinin duvarında Öcalan’ın top oynarken çekilmiş bir fotoğrafı da vardı. O fotoğraf bize, Öcalan’ın futbol ve Galatasaray tutkusunu göstermişti.


En büyük dert, film ve kasetler


“İnsan insanı yolculukta tanır” derler. Mehmet Ali Birand’ın yol arkadaşlığı nasıldı?
Birand, bu yolculukta adeta bir ağabey oldu bana. Eşini, oğlunu düşünüyor, sürekli onları anlatıyor; hatta bana da evlenmemi tavsiye ediyordu. Ülkesini, insanını ve insanlığı seven biriydi. Tedirginliğimize rağmen, kendi aramızda sürekli, başımıza gelecekler üzerine şakalaşıyorduk. Filmlerin ve video kasetlerin sağlam şekilde ulaşması en büyük derdimizdi. Lübnan üzerinden dönerken, her an Suriye Gizli Servisi’nin hışmına uğrama korkusuyla, filmleri eski bir taktik uygulayarak, kirli iç çamaşırlarımızın içine saklamıştık.

Peki röportaj nasıl geçti? Objektifin, kameranın arkasında neler yaşadınız?
Birand, “Ben buraya sizi dinlemeye geldim” deyince, Öcalan saatlerce konuştu. Bu arada Birand, videoya kaydettiğim konuşmasını yaptı. Öcalan’ın yanındaki, adının Dr. Baran olduğunu hatırladığım kişi güvenlik gerekçeleriyle, sadece Öcalan ve Birand’ı çekmeme izin vermişti. Ama ben zaman zaman fotoğraf makinemi, zaman zaman da video kameramı çevirip, dışarıyı da çektim. Öcalan fark etmiş olacak ki, saatler süren konuşmadan sonra “Gözün dışarıda; ne var, merak mı ediyorsun?” diye soruverdi. Merak ettiğimi söyleyince, yanı başımızda bekleyen üst düzey korumalarından birine bana kampı gezdirmelerini söyledi.


İki gün bir gece röportaj


Kampta neler gördünüz?
Gariptir, söyleşiyi yaptığımız kulübenin etrafındaki birkaç silahlı kişi dışında etrafta kimse ya da silah ve mühimmat görünmüyordu. Ortada küçük çaplı obüs topu eskisi vardı. Önce silahlı kimseyi çekmemi istemediler. Bir mağaraya girdik, mağarada silahlı kişiler vardı. Bana eşlik eden Dr. Baran, “Onların hepsi Kürt değil, aralarında Lazlar da var” dedi. Birkaç kare fotoğraf çektim. Sonra kulübeye geri döndük. Sofra hazırlanmıştı. Yemek sırasında Öcalan, fotoğraflardan memnun kalıp kalmadığımı sordu. Yetersiz bulduğumu söyleyince kendi aralarında konuştular; bize bir eğitim çalışması ve tatbikat gösterisi hazırlayacaklarını söylediler. Futbola tutkusunu bildiğimizden, bir de futbol maçı düzenlenmesini istedik. Birand, ertesi gün de röportaja devam edecekti. Geceleyin artık rahatlamış bir Öcalan vardı karşımızda. O rahatlık, bizim de tedirginliğimizi bir nebze olsun azalttı.

Röportaj sırasında Birand nasıldı? Heyecanlı mıydı, gergin miydi, rahat mıydı?
Onun tabiriyle söylemem gerekirse, bu röportaj, “İki ucu boklu değnek” idi. Dediği de oldu. Röportaj sırasında son derece rahattı. Ancak Öcalan’ın söyledikleri arasında bazı şeyler inanılmazdı; Mustafa Kemal’e hayran olduğu dönem, Ulus’taki heykelin altına gidip oturduğu zaman kafasından geçenler, ilk başkaldırısının evde hâkimiyet kuran annesine karşı olması, kafesi terk eden kekliğine yaptıkları şaşırtıcıydı. Öyle ki, ilk gün Öcalan ile konuşurken yanımızda olan Hüseyin Yıldırım’ın, önderinin söyledikleri karşısında yüzünde beliren hayret ifadesini hiç unutamam. Sanıyorum, bu seyahat dönüşü parti tarafından cezalandırılmıştı.


Alçak gönüllü, açık sözlü bir ağabey


Birand’ın dönüş ile ilgili endişeleri ya da öngörüleri var mıydı?
Dönüşümüzde gazetede yayın başlayıp, Türk basın tarihinde benzeri görülmemiş bir tepki aldığımızda, hele üçüncü gün gazetenin toplatılmasının ardından, başımıza geleceklere yönelik hikâyeler yazdık. Teknik adam olduğum için bana bir şey olmayacağını söylüyordu. Nitekim öyle de oldu.

Bugün, 25 yıl sonra bu röportajı düşündüğünüzde, Birand ile ilgili en unutamadığınız şey ne oldu?
Benim için Birand, 1982’ye kadar ulaşılması zor; Brüksel’de oturan, hem NATO’ya hem de Varşova Paktı’na akredite olmuş başarılı bir gazeteciydi. Ama 1982’de, genel yayın müdürü olduğu halde, haberin kaynağına ulaşmak için günlerce, sabaha karşı gazeteye gelip, bir ‘foto muhabirinden’ bilgi alan, muhteşem, gerçek bir haberci oldu gözümde; 1988 yılında da, dünyada tanıdığım en iyi muhabirlerden biri. Artık onu tanımıştım. İnsanın gözlerinin içine bakan, çok çabuk empati kuran, alçak gönüllü, açık sözlü bir dost, bir ağabey oldu. Kendisine “Ustam” dediğimde; bana “Hayır, benden önce başkaları da var” diyecek kadar mütevazıydı.

Birand’ın meslek etiği
Coşkun Aral, Mehmet Ali Birand’ın röportajın başında Abdullah Öcalan’a söylediklerini, video kayıtlarından deşifre etti. Gazetecilik etiği açısından ders niteliğindeki konuşmasını, kendi ağzından aynen, noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyoruz:

“Müsaade ederseniz bütün bu röportaj boyunca siz kendi görüşlerinizi şey yaptınız. Onların içinde benim katılmadığım birçok görüş var ama ben burada sizinle tartışmaya gelmedim. Ben burada sizi dinlemeye geldim. Çünkü PKK’cı değilim. PKK… hatta birçok eylemlerini tasvip etmiyorum. Siz… şeye rağmen ben Türklüğümle iftihar ediyorum. Türkiye’nin topraklarının bölünmemesini istiyorum. Fakat hep bir şeye inanıyorum; karşımdaki insan dahi olsa, düşman dahi olsa onu tanımak lazım. Tanımak lazım ki, o insanı doğru dürüst değerlendirebilelim. Şimdi bundan dolayı buradaki bu çok uzun şeyi… bir noktada size şu güvenceyi verebilirim. Hiçbir şekilde çarpıtılmayacaktır. İki noktaya dikkat edeceğim. Başında da onun üstünde durdum. Bir; ister istemez bu bir bölümünü gazetede, bir bölümünü yazacağım kitapta değerlendireceğim için, ister istemez bir kısaltma yönü olacaktır. Benim amacım herhangi bir şekilde, sizin görüşlerinizi bildiğim için artık hani kısaltırken sizin görüşlerinizi çarpık, tamamen bambaşka bir şekilde çıkacak duruma sokmama konusunda ben güvence veriyorum size. O benim bir meslek namusumdur. Aynı şekilde bir de şeyi söylüyorum. Türkiye’nin de yasaları vardır. Bu gazetede çıkacak olan bir şey, bu yasalara rağmen veyahut da onlara karşı olmaz.”

 

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
PolitikRöportaj
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular