Kıbrıs yoksa, şenlik de yok!

Darbecilerin hedefi, üniversitede “Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan”, “milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü taşıyan” üniform bir öğrenci tipi yaratmaktı. 7 Nisan 2004 tarihinde, İnönü...

Darbecilerin hedefi, üniversitede “Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan”, “milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü taşıyan” üniform bir öğrenci tipi yaratmaktı.

7 Nisan 2004 tarihinde, İnönü Üniversitesi (Malatya) öğrencileri okul adına kayıtlı elektronik posta adreslerine bir mesaj alırlar. Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu imzalı mesajda şunlar yazılıdır :

“Bildiğiniz üzere her mayısta öğrenci bahar şenlikleri düzenlenmektedir. Üniversite Yönetimi olarak bu şenliklerin çok üst düzeyde olması için her türlü özveri bugüne kadar, bunu hak ettiğiniz düşüncesiyle, gösterilmiştir. Ancak, üniversitemizde, ülkemizin yıllardır ulusal bir sorunu olan Kıbrıs konusu hepinizin bildiği üzere çok kritik bir noktaya gelmesi nedeni ile, bir Kıbrıs Mitingi düzenlenmiştir. Bu mitinge 17 üniversiteden 3 bin öğrenci katılmasına rağmen, üniversitemizden sadece 4 bin öğrenci katılmıştır. Üniversitemizin 19 bin öğrencisi olduğu düşünülürse, katılımın azlığı görülür. Böylesine ulusal bir soruna yeterince sahip çıkmayan üniversite gençliğimizin 2004 Mayıs Bahar Şenliğini hak etmediği düşüncesi ile şenlikler iptal edilmiştir. Üniversite gençliğimizin eğlenmeden önce,

Türk ulusunun varlığının devamı açısından yaşamsal önemi olan ulusal sorunlara sahip çıkmayı öğrenmesi gerekir. Bunun da yolu düşünmektir, olayları izlemektir, okumaktır, bu konuyu aranızda tartışmaktır. Olayları düşünmeyen, tartışmayan, sorgulamayan ve okumayan bir gençliğin hak ettiği iyi bir şey yoktur.”

(Murat Çelikkan, Radikal, 14 Nisan 2004)

Darbecilerin hedefi

12 EYLÜL ZİHNİYETİ

İnönü Üniversitesi öğrencileri, “ne kadar Kıbrıs, o kadar şenlik” formülü içeren bu mesajı okuduklarında kim bilir neler düşündüler. Ağlanacak halimize gülmüşler midir? Bilmiyorum ama ben gülemedim. Bu mesajı, 12 Eylül zihniyetinin üniversiteye dair tasavvurunu kristalize eden bir metin olarak okudum ve derin bir üzüntü duydum. Bu, çeyrek asırdır üniversite üzerinde tahakküm kuran tektipleştirici ve yasakçı zihniyetin tüm haşmeti (ve vahameti) ile devam ettiğine, maalesef bir kez daha, tanık olmanın üzüntüsüydü.

Söz konusu mesajın içeriğinden, 12 Eylülcülerin tasarladığı üniversite ile Sn. Rektör’ün hayalindeki üniversitenin tamamen özdeş olduğu sonucu çıkartılabilir. 12 Eylül’ün nasıl bir üniversite, öğretim üyesi ve öğrenci algılamasına sahip olduğunu hatırlamakta yarar var:

I- 12 Eylül rejimi, üniversiteyi, toplumun monolitik bir yapıya dönüştürülmesi için devlete fikri mühimmat sağlayan bir kurum olarak kurguladı. “Devletin ideolojik aygıtı” (Louis Althusser) veya “rejim muhafızlarının talim ve terbiyesinin ‘bilim’den beslenerek ve ‘bilim’ vasıtasıyla ifade edildiği yerler” (Martin Heidegger) derecesine indirgeyen üniversitenin görevi, devletin belirlediği “doğrular”ı topluma benimsetmek ve bu doğrulara “bilimsel kılıf” dikmekti. Görevin hakkıyla yerine getirilmesi için de, üniversitede sadece devletin doğrularına iman edenler istihdam edildi; kafaları bulandırma potansiyeli taşıyanlarsa üniversiteden uzaklaştırıldı. Böylece üniversitede aykırı sesler kesildi, farklılıklar ortadan kaldırıldı ve herkesin benzeşti(rildi)ği bir ortam yaratıldı.

II- Bu dikensiz gül bahçesindeki “öğretim üyesi” tipi, üniversiter geleneğin biçimlendirdiği “öğretim üyesi” tipinin zıddmı temsil ediyordu. Darbe yönetimi, üniversitede; araştıran, soruşturan, farklı alternatifler üreten “akademisyenler”i değil, bilakaydüşart devlete biat eden “memurlar”ı görmek istiyordu. Bu meyanda öğretim üyelerinden beklenen, tüm etkinliklerinde devlet politikasına uygun davranmaları, resmi ideolojinin savunusunu yapmalarıydı. Öğretim üyelerinin öncelikli görevi; özellikle kırmızı çizgiler taşıyan sorunlarda, devlet politikalarım meşrulaştırmaktı.

III- 12 Eylül’ün üniversitede görmeyi arzuladığı “öğrenci” tipi de, evrensel üniversite değerlerine taban tabana aykırıydı. Darbecilerin hedefi, üniversitede “Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan”, “milli kültürümüze, örf ve adetlerimize bağlı olan”, “milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü taşıyan” üniform bir öğrenci tipi yaratmaktı. Öğrenci, her şeyden önce “milli karakter” taşımalıydı; üniversite gibi “üniversal” değerleri geliştirmeyi misyon edinmiş bir mekanda dahi öğrenci, her daim “milli davaların” yılmaz savunucusu olmalıydı. Öğrenci dediğin; her denileni yapmalı, verilenle yetinmeli, itaat etmeliydi.

SAKINCALI PİYADELER

Hiç şüphesiz, en zorlu dönemlerde dahi, kendilerine biçilen deli gömleğini yırtma temayülü gösteren öğrenciler oldu. Ancak sistemin sorgulayan, evrensel doğrunun peşinde koşan, tartışan, okuyan-yazan, talep eden öğrencilere tahammülü yoktu. Bu neviden “sakıncalı piyadeler”e, acil tarafından, üniversitenin kapılarının kapatılması amacıyla rektörlüklere geniş yetkiler tanındı.

Öyle ki rektörler, herhangi bir suç içermeyen ancak arzuları hilafına gerçekleşen bazı öğrenci eylemliliklerinde bile, kendilerine verilen geniş yetkileri kullanarak öğrencileri çeşitli şekillerde cezalandırma yoluna gidebildiler.

Tüm mensuplarıyla birlikte devletin bir kurumu olarak gördüğü üniversite üzerinde devletin sürekli denetim ve kontrolünü öngören zihniyet, Türkiye üniversitelerinde özgün düşüncelerin yeşermesini ve yaşamasını zorlaştırdı. Zaman içinde kökleşen bu baskıcı zihniyet, üniversitelerin gelişiminin önündeki en büyük engeldir. Bu engelin bugünden yarma tez zamanda kalkması mümkün görünmese de, akademik sorumluluk bu konuda çaba harcamayı zorunlu kılmaktadır.

Vahap COŞKUN
Ankara Üniversitesi Araştırma Görevlisi

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
AnalizPolitik

Benzer Konular