Gazeteci baba, ekonomist annenin kızı Elif Uras.
Resim, hep belirli bir sınıfı veya bir zümreyi anlatmıştır. Resimlerimde, ciplerle veya yazlık villalarla bizim zamanımız anlatılıyor. Benim yaptığım, bir tablo yaratıp içinde açtığı mekânla bir hikâye anlatmak
Aslında tüm ressamlar gibi hayatı boyunca hep çizmiş biri ama ressam olacağı aklına gelmemiş. Ressamlığın para kazanmak için iyi bir seçim olduğunu düşünmediği için hukuk okumaya karar vermiş. Okumuş da ama bu işin onu tatmin etmeyeceğini anladığı zaman sanat okumaya karar verip mastır yapmış. Sonra da tabloları çıkmış ortaya. Akademisyen ve gazeteci bir baba ve ekonomist bir annenin ressam kızı Elif Uras ile resimleri ve hayatı üzerine konuştuk…
– Resimlerinizin her birinin detaylarını incelemek bile uzun zaman alır, gerçek anlamda çağdaş sanatı klasikle birleştiriyor gibisiniz. Bu anlamda tarzınızdan biraz söz eder misiniz?
Epik denebilir herhalde. Benim yaptığım, bir tablo yaratıp içinde açtığı mekânla bir hikâye anlatmak, içinde oyuncuları, aksesuarları, değişen dekorları, mevsimleri olan. Bunu yapmak için kullandığım anlatım tarzları sanat tarihiyle alakalı tabii ki, mesela barok-rokoko anlayışıyla perspektifle oynamak veya bir naif anlayışla yüzeyleri üst üste bindirerek işlemek gibi. Zaten çağdaş sanatta modern klasik ayrımı kalmadı, resim de lineer gelişimini sona erdirdi. Şimdi resimde sınırsız özgürlük ve olabildiğince çeşitlilik söz konusu.
– Her tablo bir sınıfın, zümrenin hikâyesini anlatıyor gibi ve insan, o resimlere bakarken uzun bir yolculuğa çıkabilir. Siz bu konuda nasıl bir yorum getirebilirsiniz?
Resim hep belirli bir sınıfı veya bir zümreyi anlatmıştır; çünkü hep belirli bir sınıf veya zümre için yapılmıştır. 19. yüzyılın sonunda yapılan resimler nasıl endüstri devrimiyle ortaya çıkan yeni orta sınıfı, o zamanın sayfiye mekânlarını, kafe-barları ve onları buralara getiren yeni teknolojik harikaları, demiryollarını anlatmışsa, benim resimlerim de ciplerle, sürat motorlarıyla ve yazlık villalarla bizim zamanımızı anlatıyor. Tüketici kültürünün zamanımızda eriştiği son nokta zevkin, eğlencenin, iyi zamanların ve popüler kültürün de tüketilebilir hale gelmesi. Bu, bir şekilde estetik anlayışımızı da etkiliyor. Bir de içinde bulunduğumuz renkli parlak imaj devrinde, cazibesiyle büyüleyecek görsellik yaratma zorunluluğu var benim için. Canlı renkler, insanın ayağının altından kayıp yükselen yüzeyler, birden fazla bakış açısı, her şeyi olabildiğince içine alma isteği, temsili ve soyutun bir arada bulunması, bu etkiyi yaratmak için kullandığım araçlar.
– Elif Uras kimdir, resim yapmaya nasıl başladı?
Ankara’da doğdum. Babam gazeteci ve öğretim üyesi, annem de ekonomist. Liseden sonra üniversite eğitimi için Amerika’ya gittim, hâlâ da oradayım. Sanatla hep ilgiliydim, ama önceleri bir sanatçı olarak yaşayabileceğimi düşünmemiştim. Ama onun dışında da ne yapacağımı bilemediğimden, üniversiteden sonra New York’a gedip Columbia Üniversitesi’nde hukuk okudum, hatta bir hukuk firmasında çalıştım. Bu arada resim yapmaya başlamıştım, burada olabildiğince çok sanat görmek ve takip etmek, bir şekilde bana cesaret verdi. Çok geç olmadan bu konuda kendimi eğitmem gerektiğini anladım. Çalışmamı part-time bir düzene getirip sanat okuluna kayıt oldum. Lisans derecesini bitirince de iki senelik mastır için tekrar Columbia’ya gittim.
– Sizi en iyi anlatan resminiz hangisi desem, buna cevap vermeniz çok mu zor olur?
Resimlerimi kendimi anlatmak için yaptığımı sanmıyorum. Hatta resimlerimde olan bitenleri ben yaşıyor olsam, herhalde kesinlikle bu işi yapmak istemezdim diye düşünüyorum. Sanatçılar kendilerini genelde gözlemlediklerinin dışında, ayrı bir konumda görürler. Bu, benim için de bu geçerli.
Füsun Saka