İkimizde her yıl kitap yazdığımızdan,
aramızda bu konuda
“çocuksu bir rekabet” vardı.
Beni her gördüğünde takılmadan edemezdi.
O kendine has ses tonu, konuşma şekli ve
güler yüzüyle bana doğru yürüyüp;
” İşteee rakibim geldiii…
yav enerjisi hiç bitmiyor bu kızın” diyerek ,
kahkahasını atar, “Kaç kitap oldu şimdi?” diye sorar,
yazdığım kitabin kaçıncı kitabim olduğunu söylediğimde de:
” Geride kalmışız bee!” diye o tatlı kahkahasını atıp,
“Amaaa… Yeni kitabım geliyooo…. Habarın olsuuun.
senin sayıyı yakalıyacaaam.” diye şakalaşırdı benimle.
En son ölümünden bir ay önce,
onun kitap imza gününde
yine böyle şakalaşmıştı benimle…
Yıllarca ailesiyle, çoluğu çocuğuyla yaşadığı evini…
“Atlı Köşk’ü”, en büyük hayallerinden biri olan
müzeye dönüştürüp,
Anadolu yakasında ki yalısına taşınmış,
sahip olduğu pek çok değerli eseri ise
bu müzeye bağışlamıştı.
Sabancı; kendi adını taşıyan
“Müzesi” ile gurur duyuyordu.
Sadece Müze mi?
Sakıp Sabancı, ülke ekonomisine,
sanayiine olduğu kadar,
sanat, kültür ve eğitime de
büyük yatırımlar yapmıştı.
“Sabancı Üniversitesi” bir başka gurur kaynağıydı.
Öyle ki, sağlığında hazırladığı vasiyetinde bile
servetinin büyük bir kısmını
” Sabancı Üniversitesi”ne bıraktı.
Pek çok şehirde
pek çok “Kültür Merkezleri” ve okullar açtı.
Onun adını taşıyan Kültür Merkezleri’nde
tiyatro oyunları oynayıp,
onun adını taşıyan okullarda,
öğrencilerle söyleşiler yapıp, konserler verdim.
İlk Fotoğraf sergimi
Sabancı grubu bünyesindeki “Akbank” açmıştı.
Ama sevgili Sabancı açılışa işi dolayısıyla gelememiş,
çiçeği ile bana başarılar dilemişti.
Yine de bununla kalmayıp, bir gününü
benim sergimi gezmek için
özel olarak ayırıp, gelmiş,
Fotoğrafları tek tek dolaşıp incelemiş,
sorular sormuş, 4 de Fotoğraf satın almıştı.
O yıl çıkan ilk kitabıma,
o ilk sergimde çekilen bir resmimizi koymuştum.
Bembeyaz Atlı Köşk’ün, masmavi Boğaz’ı tepeden gören
o muhteşem bahçesinde verdiği davetlerde,
hiç oturmaz, konuklarıyla tek tek ilgilenir,
yüzünde yorgunluk belirtisi görülmez,
yüzündeki gülümseme hiç eksilmezdi.
Ailesinin tüm fertlerine sıkı sıkıya bağlıydı.
47 yıllık sevgili eşi Türkan hanım
her zaman yanında olurdu.
Onlar bir bütündü.
“Televole tarzı ilişkilerin”
alıp başını gittiği günümüzde,
onca senedir tanıdığım bu karı-kocanın
birbirlerini ne kadar büyük bir
uyumla tamamladıklarını gördükçe,
içimden gülümser,
“maşallah” demeyi unutmazdım.
“Sabancı Center”ın açılışında da,
orada verilen özel yemeklerde de,
Anadolu yakasındaki yalıya taşındıklarında da,
Sabancı Center’daki konserlerde,
ramazanda, baharda, yazda verdiği davetlerde
Sabancı ailesiyle birlikte olmak
benim için her zaman çok keyifliydi.
Geçen Ramazan’da
Bir grup iş adamına verdiği iftar yemeğindeki
birkaç sanatçıdan biri de yine bendim.
Oturduğum masaya gelip, yanıma oturmuş,
tatlı tatlı espriler yapmış,
futboldan bile konuşmuştuk.
Sevgili eşi Türkan hanım ve kızları da
kendisi gibi alçak gönüllüydü.
Sevil bir dönem evli olduğundan,
büyük kızı Dilek’le iyi dost olmuştuk.
Benim sevgilim için yazıp, bestelediğim
“Severken Ayrılmak Niye” adlı şarkımı,
Türkan hanım gibi, Sabancı’da çok severdi.
Hatta müzik çalınmayan bir öğle yemeğinde,
bu şarkımı onların isteğiyle
üç kez üst üste söylemiştim.
Zihinsel özürlü oğlu Metin’in adına açtığı
sağlık merkezleri, hastaneler, yurtlar,
daha neleeer neler…
Hepsi, Sabancı’nın ülkesinin insanlarına,
gençlerine armağanıydı.
Kardeşinin cinayete kurban gitmesi sırasında
yolladığım faks için,
acısına rağmen,
beni telefonla arayıp teşekkür etmişti.
Amerika’ya tedaviye gittiğinde,
ona o sırada çekilen
konser resimlerimden yollamış,
geçmiş olsun dileklerimi sunmuştum.
Yine ondan teşekkür gelmişti.
Zarifti…Neşeliydi…Espiriliydi…
Çalışmaktan yorulmayan,
ileri görüşlü ve akıllı bir insandı…
Bir keresinde bir İstanbul’lu olarak kendisine:
“İstanbul’a Belediye Başkanı olsanız,
ne harika olurdu.” dediğimde,
sadece tatlı tatlı gülmüş, sırtımı sıvazlamıştı.
Sözlerim hoşuna gitmişti ama
o belli ki siyasete bulaşmak istemiyordu.
Renkli spor giysileri,
Cannes’a gittiğinde yaptığı bisiklet turları,
yürüyüşleri, gevrek kahkahalarıyla,
yaşından çok daha gençti Sakıp Sabancı.
71 yaşına yeni basmıştı ama
yeni yaşını sadece bir kaç gün yaşayıp,
bu dünyayı, onu sevenleri ve muhteşem eserlerini
arkasında bırakıp gidiverdi……
Ne oldu Ağam?
Oldu mu ya?
Yakıştı mı?
Ne acelen vardı?
Daha çok erkendi…
Sana ülke olarak,
Millet olarak ihtiyacımız vardı…
Sabancı Center’a babamla
başsağlığına gittiğimizde
anı defterine duygularımı yazmaya çalışırken,
tam karşımda duran ve
bir spot ışığının aydınlattığı resmi,
en tatlı gülümsemesiyle
sanki bana bakıyordu…
Hiç yanından ayırmadığı
Özel Kalem Müdürü sevgili Ali Haydar’la,
birkaç kez telefonda konuştuk.
Bir konuşmamızda “Morgdayım” derken
tam anlamıyla yıkıldığı
sesinden öyle belli oluyordu ki…
Sonra Dilek’le konuştuk telefonda…
Alçak gönüllü, babası gibi çalışkan,
zeki, akıllı, tatlı Dilek’le…
O gece Afife Jale Tiyatro Ödül Töreni’nde
ödül verecektim ve
ne yazık ki duaya katılamayacağımı
üzülerek söylediğimde.
“Üzülme. Sen de 7 Mevlit’ine gelirsin.” dedi Dilek.
Ve cenaze töreni….
Ali Haydar, bu kez Sabancı’nın
yanında-arkasında değildi.
Sevgili patronunun cenazesinde
“Onun” güler yüzlü bir resminin olduğu
çerçeveyi sevgiyle taşıyordu.
Dilek ve Sevil, artık hiç konuşamayacakları
babalarının tabutunu okşayarak,
adeta “Onunla” son kez sessizce konuşuyorlardı.
Sevgili Türkan hanım, sakin görünmeye çalışıyordu.
ama olamıyordu, belli ki yüreği hâlâ
bayrağa sarılı tabutun içindeki
sevgili kocası için çarpıyordu.
Gözleri dalıyordu, içi yanıyordu.
Sanki dağları, tepeleri aşıp,
kocası ile eskilerde
güzel şeyler paylaştığı
bir yerlere gidiyordu…
Ne mutlu sana Sakıp abicim…
Ne çok sevenin var…
Her yaştan… her kesimden…
Tabut önümden geçerken sana el salladım,
alkışladım, ağladım…
Seni kendine özgü giyim tarzın ile
görmeye alışkın olduğumdan,
Türk bayrağına sarılı tabutunu görmek
beni anla tılması zor duygulara sürükledi.
Her şey, sanki her zaman yaptığın şakalar gibiydi…
Artık “Sen”, resimlerde, VTR bantlarında,
esen yellerde, yağan yağmurda,
doğan güneşte, gençlerin kalbinde,
herkesin gönlünde var olacaksın…
Bıraktığın muhteşem eserlerinle
hep yaşayacaksın.
Adın sonsuza kadar var olacak.
Seni tanıdığım için
çoook mutluyum…
Gururluyum…
Güle güle Sakıp Ağam…
Nurlar üzerine yağsın…
Yeni yaşın kutlu olsun…
*** FÜSUN ÖNAL***