Neden böyleyiz? Diye bir soruyla yazıma başlamak istiyorum. Aslında neden böyle olduğumuzu biliyorum. Hani hepimiz biliriz, manav ya da sokak satıcı meyvelerin, sebzelerin en iyisini üste koyar, çürükleri alttadır. Ama eve gittiğinizde kese kağıdının yarısının çürük meyvelerle dolu olduğunu görürsünüz. Bu müthiş bir el becerisidir. Kaynağı ruhtan ve beyinden gelir.
Balıkçıya gidersiniz, bir leğen içinde balıklar… İki tanesi canlı ve yüzmektedir. Onu görünce bütün balıklarında taze olduğuna inanırsınız ama, kandırıldığınızı eve gidince anlarsınız.
Bazı lokantalara gidersiniz, Özel havuzundaki balıkları kepçe ile kendiniz yakalarsınız. Balık aşçı başına teslim edilir. Siz yakaladığınız taze balığı yediğinizi düşünebilirsiniz. Oysa o balık mutfaktan havuza bağlanan bir tünelden çoktan havuza gönderilmiş ve havuzda yüzmeye başlamıştır bile.
Bazı hayvan kesimhanelerinde hayvanlar tartılarak ağırlıklarına göre satın alınır. Bunu bilen köylü kardeşlerimiz durur mu? 24 saat boyunca hayvana kaya tuzu denilen bir tür tuz yalattırılarak, içebildiğince su içmesi sağlanır. Hayvanın kilosu da ağır basar.
Benim başıma da ufak tefek olaylar çok gelir. Genç bir delikanlı süklüm püklüm içeri girer. Hemşerim olduğunu söyler. İstanbul’a çalışmak için gelmiştir ama, umduğunu bulamamıştır. Geri dönecek parası yoktur, yol parası ister. Sorduğumda nereli olduğumu bilmez.
Bir adam, boy pos, giyim, kuşam… mübarek sanki Amerikan filmlerinden çıkıp gelmiş bir jön. Cebinden çıkardığı polis kimlik kartını şöyle bir gösterir. “Ben komser falanca” der. İçeri alırsınız. Çay, kahve, ikram derken ben “bu komseri nereden tanıyorum” diye düşünürken, o imdadınıza yetişir. “Yahu doktorum sen beni tanımadın, kaç kere gel dedin, işte geldim.” Siz acaba nerede, ne zaman? Diye düşünürken, komserimiz baklayı ağzından çıkarır. Arabası tamirdedir. Onu almaya giderken bir de bakar ki parası öbür ceketinin cebinde kalmıştır. Hemen yarın getirmek için bir miktar paraya ihtiyacı vardır. Beni yakın gördüğünden ve tanıdığından, borç isteyerek adeta bana lütufta bulunmaktadır.
Bir başka gün, genç, zayıf kara bir adam. Bunalımdan kıvranarak, gösterdiğim koltuğa zor bela oturur. Bir saat önce bir cinayet işlemiştir. Bacanağını kendi karısı üzerinde görünce dayanamamış onu öldürmüştür. Şartlı tahliyeden yararlandığı için, içeri girerse, intihar edecektir. Üstelik de benim hemşerimmiş (bu nereli olduğumu biliyor). Anasının elini bir kere öpmek için yardıma ihtiyacı varmış.
Verseniz bir türlü, vermeseniz iki türlü.
Polise ihbar etseniz bir türlü, etmeseniz iki türlü.
Boşverin…
Yaşayıp gidiyoruz işte. Ülkeyi bu duruma düşürenler, sadece politikacılar mı? Yoksa bunların KANDAŞLARI hortumcular mı? Kararı siz verin…
Dr. Haydar Dümen