Issız toprakların ortasında, dünyanın durmuş gibi görünmesine aldanmayın.
Geleceği en parlak ülke burası: Moğolistan. Yerkürenin en zengin kömür, altın ve bakır madenleri bu topraklarda yatıyor. Şimdiden canlanan başkent Ulan Bator, teknolojiye kapılarını açan yurtlar, değişimin ilk habercileri.

Asya’nın göbeğinde öyle bir ülke düşünün ki, yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık iki katı, nüfusu ise yalnız üç milyon. Neredeyse yalnız İzmir’de yaşayanların sayısı, bu devasa ülkedeki nüfusu yakalıyor. Burası Moğolistan. Başkent Ulan Bator’a yaklaşırken, uçaktan adeta çöl görüntüsüne sahip, tümüyle ıssız, hemen hiç yerleşime rastlanmayan devasa düzlükler görüyoruz. İnmeye başlayınca, başkentin hemen dışında adeta gelişigüzel serpiştirilmiş minik noktalar gibi ger veya yurt adı verilen çadırlar gözümüze çarpıyor. Ve tabii halkının çoğu hayvancılıkla uğraşan bu topraklardaki milyonlarca küçükbaş hayvan ve yüzbinlerce at.

Eski yurt, yeni yaşam
Moğol insanlarının köklerinde var olan, geleneksel çadır-evleri yurtlarda yaşam geleneği, her ne kadar başkentte yerini beton yapılar, hatta kimi yerlerde gökdelenlerde oturmaya bırakmış olsa da; şehir dışına çıkar çıkmaz, eski tarz hayat kendini hemen gösteriyor. Kentin dışında, yaşam hâlâ yurtlarda sürüyor. Asıl değişim çadırlarda. Yapımı aylar süren betonarme yapıların aksine yaklaşık bir saatte kurulabilen ve göçebe yaşamın gereği, yılda iki kez yer değiştiren yurtların tasarımı belki aynı ama artık modern dünyanın nimetlerinden de yararlanılıyor. Güneş enerjisi panelleri, uydu alıcıları hemen her yurtta var.

Moğol Budistler
Yaşamın akışı ise hemen hemen aynı. Moğol halkının yarısı dinsiz, diğer yarısı da Budist. Cengiz Han’ın torunu Kubilay Han’ın gurusuyla (Pakpa Lama) kurduğu bağ ve oluşturdukları Tibet Budizminin esaslarını içeren el yazmaları (Pakyig), hanın boyunduruğu altındakiler tarafından da benimsenmiş. Öyle ki, Marco Polo seyahatnamesinde, Kubilay Han’ın nasıl sıkı bir Budist olduğunu ve Vatikan’ın Hıristiyanlığa davet etmesine rağmen onu ikna edemediğini anlatır. Ancak Moğol halkının kitleler halinde Budizme geçmesi, aslında 1578’de Cengiz Han soyundan Altan Han’ın resmen Budist olmasından sonra. Bu tarihten itibaren Çin’in de desteğiyle ülkede birçok manastır kurulmuş ve böylece, savaşçı Moğol erkekleri, kimseyi incitmemeye dayanan Budist felsefesini benimsemiş. Aslında bu durum, topraklarında sebze-meyve yetişmeyen, hayvancılıkla geçinen Moğollar açısından bir çelişki. Zira Budistler’in temel inançlarına aykırı bir şekilde halk, zorunlu olarak et yiyor. Ancak kimi din adamlarına göre, Budistler’in et yememesi gerektiği, Buda’dan sonra ortaya çıkmış bir kısıtlama.
Ehlileştirilmiş kartallar
Orta Asya’da çoğunlukla göçebe Kazaklar tarafından yapılan ‘ehlileştirilmiş kartalla avcılık’ Moğol bozkırlarında da geçerli. İki metreye ulaşan kanat açıklıklarıyla kartallar, deneyimli Kazaklar tarafından, özellikle tavşan ve tilki avında kullanılıyor. Artık yaşlanmış, gözleri iyi görmeyen kartallar da, kadrolu akbabalarla beraber yol kenarlarında turistlere fotoğraf malzemesi oluyor.
Renkli sosyal yaşam
Moğolların ‘ger’ adını verdikleri ve bizlerin ‘yurt’ olarak bildiğimiz çadırlar, bugün de halkın vazgeçilmezi. Yine de geçmişten günümüze uzanan bu yaşam biçiminin değişmediğini söylemek mümkün değil. Teknolojinin nimetleri, Moğol bozkırlarındaki yurtlara kadar ulaşmış durumda. Güneş panelleri yurtların aydınlatma, buzdolabı, televizyon, müzik seti gibi ihtiyaçlarını gideriyor. Moğolların sosyal yaşamı ise bozkırların tekdüzeliğine inat renkli. Yaşadıkları coğrafyaya tezat oluşturacak kadar renkli giyinen, renkli eşyalar kullanan bu toplum, eğlenirken de kent sokaklarındaki kareoke barlarda buluşuyor. Fırsat buldukça da meydanlarda bile dans ediyorlar.