‘Bir Aşk Manyaklığı Yaşanıyor Ülkede’

Kürşat Başar ile aşka, yazarlığa, medyaya, müziğe dair… Üç aydır köşe yazısı yazmıyor, ama sanki yazıyormuş gibi yaşıyor, yabancı basını, internet sitelerini, haber programlarını her gece bilgisayardan izliyor. Pek...

Kürşat Başar ile aşka, yazarlığa, medyaya, müziğe dair…

Üç aydır köşe yazısı yazmıyor, ama sanki yazıyormuş gibi yaşıyor, yabancı basını, internet sitelerini, haber programlarını her gece bilgisayardan izliyor.

Kürşat Başar

Pek yakında onu billboard’larda görebilirsiniz. Çünkü ara verdiği kitap yazarlığına bir romanla geri dönüyor.

”Aşk meselelerinden fenalık geldi. İşin vahim tarafı artık gazetelerin köşe yazılarına sirayet etti”

“Ünlü olmak, gazetelere çıkmak beni hiç ilgilendirmedi. Aksine Türkiye’de ünlü olmak, bence dünyada olabilecek en büyük dangalaklık. Milan Kundera’nın bir lafı var: ‘Bu çağda kıçında bir ün tenekesiyle hangi aptal dolaşır! Tangır tangır ses çıkıyor yürürken!’ Ben zaten çekingen bir tipimdir. Üç kişiden fazla bir araya gelmekten hoşlanmam! Yani insanların benimle ilgili düşündükleriyle, benim aramda bağlantı bile yok!” Bir yazarı kendisinden daha iyi kimse anlatamaz sanırım. Bu sözler de gazeteci-yazar Kürşat Başar’a ait.

Onun ismi size ne ifade eder bilemem, ama Kürşat Başar deyince, şu kelimeler sıralanır zihnimde: Yazan adam, gazeteci, sakin, soğuk görünüşlü, mesafeli, yakışıklı, yalnız, hassas, naif ve ayrıntıcı.

(Ama komik olduğunu düşünmezdim!)

Evi de kendisi gibi sade, ama dopdolu. Salonda biraz zaman geçirdikçe gözünüze ayrıntılar çarpıyor. Ve etraftaki o ayrıntılar, Kürşat Başar içeri gelmeden onu anlatmaya başlıyor: Kitaplar, dergiler, sigara paketleri, kütüphane, çalışma masası ve üzerindeki bilgisayar, CD’ler, kaliteli kolonlarıyla bir müzik seti, gramofon, Remington daktilo, deri çantasının içinde minik bir saksofon, kocaman yeşil yapraklı çiçekler ve ekru renkli rahat bir koltuk… Sanki minik bir de kedi dolaşsa iyi olacak! Neyse, Kürşat Başar salona girdi; artık gözleme gerek yok!

– Birdenbire ortadan kayboldunuz. Nerelerdesiniz?
Yılbaşından itibaren gazete yazılarıma son verdim. Power FM’deki sabah yorumlarım devam ediyor. Yazdığım iki roman vardı. Bunlardan bir tanesine yoğunlaştım, onunla uğraşıyorum.

– Kitaplarınızı okuyan bir nesil büyüdü, iş sahibi oldu, hatta evlendi. Aşk romanları yazarlığı sizinle başladı diyebiliriz. Şimdi pek çok ‘aşk yazarı’mız oldu. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Bu kötülüğü de yaptık maalesef! Aslında ben hiçbir zaman ‘aşk yazarıyım’ demedim. Zaten aşk yazarı diye bir kavram olmaz. Benim kitaplarımda aşktan başka birçok tema var: Ölüm, gündelik hayatla barışık olmayan insanlar, aykırı insanlar var. Ben bir hata yaptım ve son kitabımın adını ‘Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları’ yaptım. Aslında sarkastik bir isim. Yani şu anda herkesin yaptığı işle dalga geçen bir isimdi o. Böyle bir şeyin olamayacağını anlatıyordu. Ayrıca biraz da benim dergiciliğimden gelen bir isim. Her yıl dünyanın her yerinde, en az yüz kere kapak olur bu konu! Bu ismi koyunca insanlar reçete sunduğumu sandılar. Edebiyat çevresindeki insanlar ise bana kızdılar, böyle bir isim koydum diye. Esasında ben de ‘Ben kimseyi takmam, canım ne isterse koyarım’ diye koydum bu adı.

– Ama aşk romanlarının yazarı olarak akıllardasınız…
Bana artık aşk meselesinden fenalık geldi. Bu konuda bir yerlere çağırıyorlar, röportaj yapmak istiyorlar. Hiçbirini kabul etmiyorum. Çünkü hiçbir zaman bu konuda bir şey söylemedim. Aşk, üzerine yazılabilecek bir şey değildir. Bunu niye tanımlıyorsun ki? Tanımı olsa, bu kadar çok film, roman, şarkı çıkmaz ki!

– Bu arada aşk yazarları her yerde. Ne diyorsunuz buna?
İşin vahim tarafı artık gazetelerin köşe yazılarına sirayet etti. Bir-iki yazı dışında hiçbir zaman ilişki, aşk üzerine köşemde yazmadım. Hatta okuyucularım çok kızıyor, ‘Kitaplardaki yazıları istiyoruz’ diyorlar. Bir insan her gün yazabilir, ama her gün duygu seli halinde yazılar yazamaz. Ancak size çok dokunan bir şey olduğunda yansıtabilirsiniz -ki o da benim köşe yazarlığı anlayışıma pek uymaz. Çok kişisel hayatını yazan köşe yazarları var.

– Onlar yüzünden mi herkesin hayatı bilinmek isteniyor?
Bana öyle geliyor ki, artık medya Türkiye’de light oldu. Gerçek hayatın içinden yapılan haberler Türkiye’de çok tatsız. Gazeteciler, yolsuzluk haberi yaptılar, ama o adamlar ‘değerli işadamları’ olarak ortada! Rüşvet haberi yapıldı, hiçbir şey değişmedi. Çetin Atlan, 30 yıl önceki yazısını yazıyor, bugün de aynen devam ediyor. Bu, çok iç bayıcı bir durum bir gazeteci için. Biraz renklendirelim derken, magazin Türk basınını kapladı. Ayrıca Türkiye’de gazeteciler öldürüldü. Medyanın light’laşmasının en önemli çizgilerinden bir tanesidir Abdi İpekçi’yle başlayıp Çetin Emeç’le, Uğur Mumcu’yla devam eden süreç. Bu, insanları korkuttu. Aşk, ilişkiler, günlük hayat hakkında yazmak daha kolay. Okuyucu da bunları tercih ediyor. Ama kabak tadı verdiğini düşünüyorum. Ben hiçbirini okumuyorum.

– Gazeteci misiniz, yazar mı?
Benim esas işim, yazarlık. Ama ben yazarlığı hiçbir zaman kariyer olarak görmedim. Yazarlık, tırmanılacak bir kariyer değildir. Bana göre sanatın ve edebiyatın kariyeri olamaz. Meslek hayatımda da edebiyatı para kazanılacak bir alan olarak görmedim. Bundan para kazanmaya kalkarsanız, şimdi bazı örneklerini görüyorum, onu başka bir tarafa götürür, istediğinizi yapamazsınız.

– Ne tarafa götürürsünüz?
Reklamını, pazarlamasını yapmakla uğraşırsınız. Bunu bir ‘ürün’ zannetmeye başlarsınız. Günümüzde çok okuyan arkadaşlarımızın dilinde aynı laflar var: Ürün, marka, pazarlama. Bir kitap basılmışsa ticari bir şeydir, ama her şeyin bir sınırı vardır. Margarinlerle beraber pazarlanmaması gerekir! Benimki, ilkel ve eski bir düşünce tarzı, ama böyle daha rahat ediyorum. İnsanların kitaba ilgi göstermesi, okuması güzel. Hatta insanlara billboard’lar yapın diyen de benim. Ama her şeyin suyunu çıkarıyoruz galiba.

– Neden bıraktınız köşe yazmayı?
Bir yerde çok uzun süre çalışamıyorum. Çünkü bana her şey başından cazip geliyor; hep yeni şeyler cazip geliyor. Çok fazla müesseseleştim mi, ben sinirlenmeye başlıyorum galiba. Çalışmak, aslında sıkıcı bir şeydir. Çalışma ortamını eğlenceli hale getirmeye çalıştım; yöneticiyken de. Ama kolay değil. Dergi, gazete, televizyon programı yapmanın iyi tarafı, renkli ve az sıkıcı olmaları. Mesleğimi, kendi hayatım haline getirdiğim için sıkılmıyorum. Hayatımda yeni projeler olunca heyecanlanıyorum. Beni yaşatan da bu. Kariyer yapmak değil. 25 yaşında kariyerimi bitirmiştim zaten! 30 yaşında köşe yazarı oldum, ‘Ee, daha ne isterim’ diye düşünemiyorum. Medyada yükselmenin çok da bir manası yok bence.

– Kitap okuyucularınızı ihmal etmediniz mi?
Niye böyle olduğunu açıklayayım. Bir yere yazar olarak gidiyorum, ama rahat duran bir adam değilim. Patronlar da bunu anlıyorlar ve ben her şeyle ilgilenen bir adam haline geliyorum! Alakasız projelerin içinde buluyorum kendimi!

– Yazı diliniz farklı…
Ben çok okuyan bir adamım. Beni ve arkadaşlarımın hissettiklerini, bizim kuşağı anlatan bir şey yok. Benim yazı tarzım o yüzden böyle. Bir kitabı okurken hikâyesinin değişikliği beni hiç etkilemez. Diliyle, hikâyeyi nasıl anlattığıyla ilgilenirim. Edebiyat, özel bir zevk. Onu alıp içine gireceksin, onunla bir yere gideceksin. İnsanlar kaba yargılara sahipler. Kitaplarınız hep aynı temaları anlatıyor, isimler hep aynı. Halbuki biraz bakmak lazım adamın ne yaptığına. Ben ilk kitabımı niye yazdım? Yazar olayım, kızlar yazarları beğenir diye bir derdim yoktu! Benim zamanımda kızlar yazarları falan beğenmezlerdi.

– Ama sizi beğeniyorlar; kitap fuarındaki ilgi selini görmüş ve çok şaşırmıştım!
Ama bu, yazı yazdığım için değil ki! Ona inananlar yanılır yani!

– Ben sizin yazılarınızı kabaca ‘ayrıntıcı’ olarak niteleyebilirim. Beni, bir okuyucu olarak, o ayrıntılarla yakalamıştınız. Dilinizle ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Güven Turan bana bir röportajda, ‘Cazın senin yazılarını teknik olarak çok etkilediğini hissettim’ demişti. Aslında şunu demek istedi: Cazın en büyük özelliği, emprovizasyon. Doğaçlama yapma, kafadan atma değildir. Halbuki siz, belli kurallar çerçevesinde özgürsünüzdür. Bir insanın iyi caz çalması için çok iyi teknik, müzik ve çaldığı aleti bilmesi lazımdır. Ayrıca uçabilecek bir bakış açısına ihtiyacı vardır.

– Sizin yazı tarzınız için de böyle mi?
Tabii. Çok çağrışıma açık, çok özgür görünen bir yazı tarzı, ama toparlayabilmek çok zor. Düz anlatımla yazmak çok kolay. Zaten herkes yazıyor bugünlerde! Ama edebiyat o değil. Her gün söylenen bir şeyi başka türlü anlatmanız lazım ki sizin sesiniz çıksın. ‘Nasıl bir yazar olmak isterdin?’ diyorlar. Ben bir Miles Davis veya Keith Jarret duyduğum zaman ‘o’ diyorum. Çünkü onun tuşesinden hemen kim olduğunu anlıyorum. En büyük, en çok satan yazar olmak istemedim

Röportaj: Zeynep Bölükbaşı Ertem

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Röportaj
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular