Adana: “Faili Meçhul” mu?

Haziran sonunda, tarih boyunca 10 kez sallanan Adana, 6.3 şiddetinde yeni bir depremle sallandı. Ateş düştüğü yeri yaktı: ölü sahipleri ağladı ve en çok politikacılarla gazeteciler konuştu. Gerek işadamlarımız,...

Haziran sonunda, tarih boyunca 10 kez sallanan Adana, 6.3 şiddetinde yeni bir depremle sallandı. Ateş düştüğü yeri yaktı: ölü sahipleri ağladı ve en çok politikacılarla gazeteciler konuştu. Gerek işadamlarımız, gerek yerli ve yabancı hayır kuruluşları, keselerinin ağzını açtılar ve Adana’ya maddi destek sağladılar. Turkiye’nin 1998 bütçesinden ‘deprem fonu’na ayrılan para miktarı 1 milyon TL (yaklaşık 4 dolar) idi.

Türkiye, bu tur felaketler sonrası yapılacak kurtarma ve ıslah çalışmaları konusunda ne yeterli tekniğe, ne de insan gücüne sahip. Molozların arasında kepçe opreratorleri ve askerler, olağanüstü bir gayretle çalışıyor. Bu arada, helikopterli, ambulanslı, teknik donanımlı bir ‘gönüllü’ ekip de çalışmalara katılıyor. Yerle bir olmuş apartmanda iki daire sahibi Mesut Bey, “Daha demincek molozlarla birlikte yepyeni halimi da kamyona yükleyip gittiler” dese de; uzmanların görüşü, bütün olumsuz şartlara rağmen, felaket sonrası yapılan kurtarma çalışmalarında oldukça başarılı olduğumuz yolunda.

Adana, büyük depremden sonra 6 kez daha sallandı. Bir süre daha sallanacağı tahmin ediliyor. Araç sorununu çözüp il sınırlarından kendilerini dışarı atmaya çalışanlar tüm çevre yollarda trafiği felce ugratirlarken, kalanlar sokaklarda güvenli kuytular aramakla meşgul. Depremin üçüncü gününde ahalinin barınak sorunu henüz halledilebilmis değildi. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve üst düzey yöneticiler, neredeyse kurtarma ekiplerinden önce Adana’ya ulaştılar ve Adanalilarla birlikte ağladılar. Ağlama ayinleri, siyaset geleneğinde ‘care’ denen şeyden önce geldiği için, siyaset ehlinin kendi presedurunu uygulamasında bir gariplik yok. Ama, kabak ‘muhalefet’ liderleri Çiller ve Baykal’in başına patladı; Adanalılar tarafından yuhalandilar, hatta bazı bölgelerden kovuldular. Ciller’in, “Bir isteğiniz var mi?” sorusuna, “Ekmek ve su istiyoruz” diye cevap verme gafletinde bulunan bir depremzede, yöre Belediye Başkanı tarafından tokatlandi! Deprem bölgesine ‘siyaset yapmak’ için gelen siyasiler kadar, devletin ‘veren’ değil ‘alan’ olduğu gibi garip saplantıları olan ‘siyasi mihmandar’ konumundaki yöre kapikullari da, siyaset geleneği açısından üzerlerine düşeni hakkıyla yaptılar.

Orman Bakanı Ersin Taranoğlu, olayın hemen akabinde, “Suç depremde değil, fen ve sanat kurallarına uyulmadan bina yapılmasında!” şeklinde bir açıklama yaparak, afet sonrası yapılacak çalışmalar konusunda hükümetin tavrını ortaya koydu. Taranaoglu, ‘sanat kurallarina’ uymamakla suçladığı müteahhit denen ‘meslek grubu’nu ipe çekerken, ANAP daha demokratik bir tavır ortaya koydu ve bu meslek grubunun sadece ‘sanat kurallarina’ uymayanlarinin cezalandırılması, gerekirse “ömür boyu meslekten men edilmesi” konusunda bir yasa önerisi hazırlayarak meclis’ten önce başına sundu. Taranoğlu, hızını alabilmiş değildi. Orman Bakanı, “Sorun sadece müteahhit sorunu da değil. Bu binalara iskan iznini verenler, belediyelerdir. O zaman sorumluyu da orada aramalı” diyerek, yeni kellere de işaret ediyordu. Ankara-Merkez’den yapılan bu açıklamalar, “olay mahallinde incelemelerde bulunan” Bayındırlık Bakanı tarafından da kelimesi kelimesine tekrarlandı.

Bu demeçlerden sonra, eskiden karpuzcu olduğu belirlenen bir ‘yeni’ müteahhidin gazetelerde boy boy resimleri yayınlandı. Adana bir “faili meçhul”a kurban gitmemişti. Devlet işte ‘fail’i bulmuştu ve Adana’nin faili belliydi ve fail işte bu karpuzcuydu. Bu ‘fail’li tartışma sürerken, Bekir Coşkun da köşesinden el kaldırıyor ve bütün bu curcunaya bir tek cümleyle karşılık veriyordu: “Yıkılan binaların müteahhidinin karpuzcu olmasına hepimiz kızarken, bu ülkenin Bayındırlık Bakani’nin hukukçu olduğunu da unutmamalıyız.”

Erzincan depreminden sonra da aynı sorunlar yaşanmış, müteahhidler gündeme getirilmiş ve devlet ‘konuyu inceleyecegini’ beyan edip gönüllere su serpmişti. Incelemeler sonucunda ise, bir tek muteahhid bile suçlu bulunmamıştı. Bu karar, merdivenin ilk ayağı olan muteahhidle birlikte merdivenin bütününü de aklamak anlamına geliyordu. Muteahhid suçlu bulunsaydı, sıra müteahhide o izni verenlere ve o izni denetlemeyenlere de gelecekti.

Peki, yıllardır gevisi yapılan bu önerilerin dışında, ‘radikal’ bir çözüm önerisi olan var miydi? Vardı ve en ilginci de Mümtaz Soysal’dan geliyordu. Soysal, sorunun bir sistem sorunu olduğunu, bir zincirleme sistem oluşturulmasını gerektiğini vurguluyor ve konuyu ‘zorunlu sigorta’ olgusuna getiriyordu: “Yapıma başlanırken, emaneten yapmaya başlayan ya da ihaleye veren kamu kuruluşu yahut inşaat ruhsatı alan kişi veya ortaklık, sigorta şirketini de belirlesin ve o şirket kendi belirleyeceği kontrol mühendisliği şirketi eliyle yapımı kontrol ettirsin. Sigorta, sonuçta zararlı çıkmamak için, ciddi kontrol yaptırtacak, hatalı kontrol yüzünden zarara uğramışsa, onu da kontrolü eksik yapanlara ödettirebilecektir.”

Bu, deprem sonrası çıkarılan gürültüler arasında, en mantıklı çözüm önerilerinden biriydi. Ancak, sigortacılığın gelişmediği bir satıhta fazla yandaş bulma şansı yoktu. Bulamadı da zaten.

Olayın sırrını çözmek için Adana ahalisinin dışına çıkıp çevreyi kolaçan eden cin hafiyeler ise, depremin aslında kendimiz tarafından bir ‘felaket’e dönüştürüldüğünü anlıyorlar, ama anladıklarını formüle etmekte güçlük çekiyorlardı: Incirlik’teki Amerikan üssünde sadece iki bina küçük çapta hasar görmüştü, can kaybı yoktu, tek bir yaralı yoktu. Bu nasıl oluyordu? Vardı bu işin bir hikmeti!

Zeynep EGE

BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
+1
0
Kategoriler
Gündem
Henüz Yorum Yok

Cevap bırakın

*

*

Benzer Konular